Paylaş
* Bir gün bir komşusu Hoca’dan eşeğini ödünç istemek için kapıya gelmiş. Elbet vardır bir sebebi; Hoca “eşek yok” demiş komşusuna ki o sırada ahırdan eşeğin anırması duyulmasın mı? Komşu, “baksana ahırdan sesi geliyor, belli ki orada” deyince, cevaplamış Hoca da; “ne yani onca zamandır tanıdığın bana inanmıyorsun da kılkuyruk bir eşeğin sözüne mi inanacaksın!”.. (Fıkranın devamı olan versiyonu da mevcut)
- Kıssadan hisse: 1)Hoca “eşek yok” demekle kendinde eşeklikten eser kalmadığını söylüyor. 2)Biz de Hakk’ın ve Hakk’tan konuşan Hakk dostlarının dediğine itibar etmektense nefsimizin sesine inanıp ona uyabiliyoruz. 3)Halbuki her şey göründüğü gibi olamayabilir; mesela aslında Hoca eşeğini bir başka komşusuna söz vermiştir de onun için “yok” demiştir. 4)Belki de Hoca nefsinin kula kulluk etmeye müsait olmadığını, Allah rızası dışında bir iş için “yok” hükmünde olduğunu ima ediyor. 5)Kamil bir insanın terbiyesine girmeye niyetli kişi onun nefsine değil ondaki hakikate kulak vermelidir. 6)Bir gün “Derviş Baba” yanımdaki 20 yıllık arkadaşımı işaret ederek “tanıyor musun evladım?” deyince fakir “tanıyorum efendim” demiştim de hemen akabinde “kefil misin o zaman?” diye sormuştu. “Evet” desem bir türlü demesem bir türlü; uzunca bir sessizlik olunca, “o halde ‘simaen tanıyorum’ demek daha uygun olur” demişti Baba. Tabi ya, 40 küsur yıllık kendi nefsimi bile tanıyamamış, kefil olamazken.. O komşusu da ya Hoca’yı tanımamış henüz ya da kefil değil ki eşeğin sözünü daha muteber bilmede…
Sizi tenzih ederim lakin nefs terbiyesi çetin iş, adam olmak zor. Hayatlarını insan yetiştirmeye adamış öğretmenlerimiz, hele mürşid-i kamiller şüphesiz bunu en iyi bilenler;
* Hoca bir gün eşeğini alıp pazara götürmüş, tellala vermiş. Nitekim bir talip çıkmış ve tam eşeğin dişlerine bakarken müşteri, ısırıvermiş kolunu bizimki. Bir ikinci müşteri de kuyruğunu kaldırıp bakacakken, ona da bir güzel çifte vurunca eşek, tellal isyan etmiş artık; “Bre Hoca, bu ne biçim eşek, kimse almaz bunu, iyisi mi al götür başımıza daha büyük dert açmadan seninki!” Hoca’nın cevap hazır; “Zaten ben de satmaya değil, ‘herkes görsün de anlasın neler çektiğimi’ diye getirmiştim bizim eşeği”…
Fakirin eşek de o hesap a dostlar! Şöyle ki;
* Hoca Nasreddin bir gün dikbaşlı bir merkebe biner. Aşk olsun hayvanı tutabilene, bir türlü zapt edemez Hoca. Koşturan eşeğin üzerinde bizim Hoca’yı gören bir tanıdığı bağırmış ardından, “Hocaa, nereye böyle aceleyle?” El cevap; “Eşeğin istediği yere azizim, eşeğin istediği yere”..
“Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim” demiş ya Hz.Yunus Emre, nefsiyle öyle olmak lazım belki de. Son olarak da “Hz.Mevlana’nın Mesnevisi”nden bir hikaye;
* Dervişin biri uzun yoldan geldiği kasabada bir tekke bulmuş kendine misafir olmaya ve çekmiş eşeğini de yandaki ahıra. Suyunu samanını vermiş eşeğin ve gitmiş oradaki diğer dervişlerle tanışmaya. Tekkenin fakir mi fakir dervişleri pek sevinmişler bu konuğa. “Biz bu kıymetli misafiri güzelce ağırlasak, yedirsek içirsek, ardından da bir tevhid meydanı uyandırsak, ‘Allah’ desek bir arada” diye düşünmüşler fakat tekke tam takır kuru bakır. “Bu kişi derviştir ne de olsa, ihtiyacı bir hırka bir lokma, daha ne ola” diyerek bizimkinin eşeğini almışlar ahırdan da satmışlar pazarda, parasıyla nevale almışlar akşama.
Aş pişmiş, beylere layık, derviş böyle güzel ağırlandığına pek hoşnut. Ardından bir coşku zikir meydanında, sema etmeye başlamışlar aşkla. Bizim derviş de bu mecliste, bu izzet-i ikram karşısında “bu gece eğlenmeyeyim de ne vakit eğleneyim” diye kaptırmış kendisini iyiden iyiye devrana. Kah mutfaktan tüten duman kah dervişlerin el çırpma, ayak vurmalarıyla havalanan toz; Sufilerin hasret ve cezbeyle candan geçişleri ortalığı birbirine katmış.
Tören sona doğru varırken içlerinden biri yörük semai usulu bir şarkıya başlamış; “eşek gitti, eşek gitti” diye. Hepsi katılmış sevinçle; “eşek gitti, eşek gitti, gitti de gitti”. Bizimki de durur mu, o da katılmış neşeyle. Sabahı etmişler böyle, sonra da vedalaşıp dağılmış dervişler hepsi ayrı bir yöne.
Tekke boşalınca böylece, dervişimiz de üzerinin tozunu toprağını silkip niyetlenmiş eşeği alıp yoluna devam etmeye, varmış ahıra. Fakat o da ne, eşek yok yerinde! Hizmetçi suya götürmüştür, odur budur derken bulmuş hizmetçiyi bir yerde; “bizim eşek nerede?”. Hizmetçi “ne eşeği, sakalını yokla be adam” deyince de yapışmış yakasına derviş, hesap sormuş bir hadisle; “Elinle aldığını geri vermek gerekir ere”. Hizmetçi açıklamış hayretle; “Tekkenin dervişleri geldi, almak istedi senin eşeği, kalabalıktılar, fakir direndim de dinleyen mi var! Düşündüm ki sana haber vereyim bari gece, ancak bir vardım ki meclisinize, bir tempo tutturmuşsunuz vecd içinde “eşek gitti oğul, eşek gitti” diye ve sen de en heyecanlıları içlerinde. Durum böyle olunca ben de “demek biliyor, razı, amma arif adammış Ya Hu” deyip döndüm gerisin geriye.
Sufi kalmış elinde acı bir dersle; “Onların hepsi zevkle söylüyorlardı, ben de onların sözünden zevke geldim, onları taklit ettim. İşte bu taklit beni rezil etti. Ah o taklide bin kere yuh olsun!”…
- Kıssadan hisse: Ey nefsini hiçlik makamına eriştirmek isteyen hevesli kişi. Bu iş taklitle olmaz, ihlas zaruri. Hele dervişlik, sanırsın demirden leblebi. Hem yola girersin eşekliği gidermeye hem de “ah-u vah” edersin eşeğe bir zeval eriştikte. Yanmadan nasıl olacak ki?
Yeter ki niyeti halis, istikameti doğru olsun kişi. Sonunda merkep geldiği toprağa, ruh da onu üfleyen Rabbine dönecek değil mi? Peki ya biz hangisiyleyiz, yönümüz neresi? Bence Nasreddin Hoca gibi nefsinin boş heva ve hevesinin tersi istikamete doğru gitmeli.. O zaman bu yolun sonu bayram, dilerim bulur arayan! Ve sen, ne güzel misal oldun buna; -hoşçakal- ey Şehr-i Ramazan. Aşk olsun! Hu
Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ
Paylaş