Paylaş
Haydarabad’da ‘Şeyh Celaleddin Efendi’nin misafiriyiz. Burası Andhra Pradesh eyaleti; Hindistan’ın kuruluşuna kadar bölgenin en zengin eyaletiymiş ve diğer eyaletleri de finanse ediyormuş. 1591’de eyaletin başşehri Haydarabad’ı kuran ‘Muhammed Kuli Kutup Şah’, Kara Koyunlu Müslüman Türkmenlerden. Bir söylenceye göre şehrin adı Hz.Ali (r.a.)’ye ithafen ‘Haydar’ın abad ettiği şehir’ anlamına geliyor. Kutup Şah hanedanının imar ettiği eserler halen şehrin en önemli turistik merkezlerinden. 1724’te Müslüman Mughal (Moğol / Türk) kumandan Asıf Jah I’in şehri ele geçirmesinden sonra onun soyuna dayalı ‘Nizam’lar Haydarabad’ı yönetmeye devam etmişler. İngiliz hâkimiyeti sırasında da Haydarabad özerk bölge olarak kabul edilmiş. Osmanlı’dan Nizamlara iki gelin gitmiş, akraba olmuşuz. Ancak 1948’de bölgenin yeni kurulan Hindistan devletine zorunlu katılımıyla aristokrat Kutup Şah ve Nizam hanedanlıkları hızla özelliklerini yitirmiş, birçok taşınmazlarıyla birlikte servetlerinin büyük bölümü devletleştirilmiş ya da yurtdışına kaçırılmış. Anladığım kadarıyla dergâh kültürüne dayalı Hindu / Müslüman uyumluluğu da yavaş yavaş Müslümanlar aleyhine değişmeye başlamış. Bugün Haydarabad’ın nüfusunun çoğunluğu Hindu, onları çok az farkla Müslümanlar takip ediyor ve sonra azınlık Hıristiyanlar, Jain’ler, Sih’ler, Budistler…
BİR KALENDER 100 EVLİYAYA DENK
Seyahatimizin bu durağında aramıza Türkiye’den bir Sufi ustası ‘Hasan Efendi’ de katılıyor. Sohbet koyulaştıkça bizi bir araya getiren manevi bağların zaman ve mekan tanımazlığı karşısında hayretimiz artıyor. Şeyh Celaleddin Efendi’nin soyu büyük mutasavvıf, veli, şair ve düşünür ‘Lal Şahbaz Kalender’e dayanıyor. Kalenderilik bir sufi tarikatı değil, kendine özgü, değişik bir hal sahibi bazı zatlara, velilere ‘kalender meşrep’ deniyor. Kalenderler dünyevi ve uhrevi bağlardan tamamen özgürleşmiş, insan sıfatından geçmiş, tasa, üzüntü, acıdan ari, sıradışı kimseler. Kalender kesintisiz Allah’ı zikretmede, O’nun dünyadaki eli ayağı, sözü, gözü olmuş, ne yapacağı kestirilemeyen, kimliği yitmiş kişi. Bir Kalenderin 100 evliyanın manevi kuvvetine denk olduğu da abartıyı seven Hintliler arasındaki söylencelerden. Kalenderler kılık kıyafetleriyle, tabulara meydan okuyan tavırlarıyla toplum nezdinde deli, Allah’ın unutulduğu yerlerde O’nu hatırlatmaları ile de Hak nezdinde veli zatlar. Kalenderi silsile Hazreti Ali’ye (r.a.) dayandırılıyor. Hindistan’da bilinen ilk Kalender ‘Dede Mir Hayat Kalender’ Salih peygamber soyundan. Hz.Muhammed’in (sav) İslamı tebliğ etmesi için Hindistan’a gönderdiği bu sahabe, görevinde muvaffak olarak Hicaz’a geri döndüğünde Hz.Peygamber (sav) ona kendisinden ne dilerse kabul edileceğinin müjdesini verir. Hz.Dede Mir Hayat’ın dileği kıyamet öncesi Hz.İsa yeryüzüne geldiğinde onun sancak taşıyıcısı olmaktır. Hazretin halen yaşadığına inanılıyor…
Buradaki buluşmamızın evveliyatının nerelere dayandığını Allah bilir. Hasan Efendi’nin 4-500 yıl önce Hindistan’dan Bursa’ya gelen Kalenderi derviş ‘Şemseddin Efendi’nin yitik türbesini ve dergâhını bulup uyandırması, Şeyh Celalettin Efendi’nin hikayesinin 900 yıl önce yüzlerce dervişiyle Anadolu’dan Tamil Nadu’ya gelen Kalender ‘Dhool Samundar Tabal’a (Azam Nathar Veli) dayanması… Yıllarca bilmeden büyük Qawali sufi müziği üstadı rahmetli Nusret Fatih Ali Han’ın ‘Şahbaz Kalender’ ilahisiyle hallenmem ve ölümünde hüngür hüngür ağlamam…
KOKUNUN HİKMETİ
Bugün burada bulunanlar hepimiz aynı sufi ustasına duyduğumuz muhabbetle bir arada Celaleddin Efendi’nin mütevazı dergâhında Şahbaz Kalender’in türbesinin ve sufi büyüklerinin fotoğraflarının altına atılmış yer minderlerinin üzerinde geceliyoruz. İlk gece yemekten sonra bir sarhoşluk hali sarıyor fakiri, ertesi sabah da devam eden bu sarhoşluğun sırrını sonraki gece bizim için yapılan törende anlıyorum; Celaleddin Efendi’nin cezbeli hali ve ustamıza duyduğu aşkın sarhoşluğu beni saran… Şeyh Efendi bir yıl kadar önce İstanbul’a birkaç şişe siyah gül kokusu yollamış, ‘Derviş Baba’ da şişelerden birini fakire hediye etmişti. O gül kokusunun evde, ne zaman ibadetlerimde bir vecd haline girsem açıklanması zor bir şekilde etrafı sarmasıyla fakir de bu olayı işaret kabul edip koku karışımları hazırlamak üzere kendi kendime ‘attar’lık öğrenimime başlamıştım. Bunu Şeyh Efendi’ye anlatıyorum, gülümseyerek cebinden kendi kullandığı koku şişesini çıkarıp hediye ediyor. Kokunun adının ‘mecmua’ olmasının mesleğimle bir bağı olması tesadüf olabilir mi?
Son günümüzde şehir merkezini gezmeye çıkıyoruz. ‘İnci şehri’ olarak da bilinen Haydarabad’ın sembolü ‘Charminar (4 minare) Mescidi’nin çevresindeki pazar yerinde, satıcılar, dilenciler, tütsü ve baharat kokuları arasında hepimiz ilgi alanımıza göre bir yöne dağılıyoruz. Fakir sıcaktan dolayı bacaklarımda başlayan alerjiye derman aramak için bir ‘unani tıbbı’ merkezine, ardından da kokuların peşine, Şeyh Celaleddin Efendi’nin gönderdiği ‘attar’a gidiyorum. Son gece bizim için düzenlenen merasimde Hindistan’daki âdetlere uygun olarak birbirimize çelenkler takıyoruz. Hintli Rifai dervişleri öğrendikleri Türk zikir usullerine Urduca’dan adapte ettikleri ilahiler ve kendi yerel davul ritimleriyle eşlik ederek özgün bir stil yakalıyorlar. Gönüller bir olunca ortak bir dil yakalaması kolay oluyor. Yüzyıllar önce açılan yollar bugün hâlâ açık ve karşılıklı ziyaretlerle her dem canlı tutuluyor. Haydarabad’daki evimizden ve kardeşlerimizden ayrılırken taşların dilini çok iyi bilen Şeyh Efendi hepimize birer değerli taş vererek jest yapıyor. Fakirin payına Kalender meşrebe uygun olarak manevi gücü arttıran ve koruyucu ‘Lal’ taşı düşüyor. Hediyeleşmek sünnet. Fakir de boynumda taşıdığım manevi değeri olan sedef üzerine Arapça ‘Allah’ hatlı kolyemi hediye ediyorum. Yolculukta ilerlemek için eskiye tutunmamak, adım attığın yeri ve orada bulduğun denge noktasını bir sonraki adımda terk edebilmek gerekiyor. İki hafta daha bu ülkede seyyahız. Bir sonraki durağımız şifa için beklendiğimiz Ahmedabad ve ardından da Rajastan…
‘Charminar (4 minare) Mescidi’nin önünde
Fotoğraf: Raoul Amaar Abbas
Paylaş