Aşk, azıcık…

Aşka âşık olan birinin açlığını Allah aşkı dışında hiçbir şey doyuramazmış.

Gerçek gündem bu… Hep buydu… Hep bu olacak…
Çocuktum… Adı Ayşegül müydü? Yan komşunun bahçesine daldığımda dik duvarı aşıp, meyve ağaçlarını keşfetmekti amacım. Dünyanın en tatlı meyvesiyle karşılaşacağımı ne bilirdim… O yazı birlikte geçirdik, domateslerin olgunlaşmasını seyrettik gün be gün, el ele. Dilimiz sevgi sözcüklerini bilmezken, aşkı yaşattık birbirimize, hal diliyle… Bahçıvan amca artık domateslerin olgunlaştığını söyledi ve ilk bir tanesini paylaştık, kıpkırmızı, sularını akıta akıta yedik, çok romantikti. Aşkın renginin kırmızı olduğunu öyle öğrendim ve domates tadındaydı aşk. Domates ayından sonra(henüz ayların ismini bilmiyordum), babasının tayini çıktı ve bir sabah, bir daha gelmemecesine gittiler. İlk terk edilişim…
- “Anne, içim niye yanıyor?” Ve oyuncak ayıma sarılmak içimdeki boşluğu dolduramıyor. - “Geçecek evladım, geçecek…”
Zamanla aşkın müptelası oldum. Ne çok terk edilme şekli varmış! Kaçınılmaz olarak aldığım derslerin iyi de bir uygulayıcısı oldum, terk edilmenin yanına terk etmeyi de koydum.
O güzelim domateslerin yerini sunileri almaya başladıkça benim saf, temiz, çocuksu aşkımın yerini de, şimdi anlıyorum ki, şehvetperestlik almaya başladı ve doyumsuzluğum nice kalp kırmaklığıma sebep oldu. Bir yerlerde bir hata vardı. Aşka âşık olan birinin açlığını Allah aşkı dışında hiçbir şey doyuramazmış. Kişi hayatının merkezine, aşkın menbağına bir insanı oturtmaya çalışınca ısrarla, hem kendine hem o kişilere yazık edermiş. Halbuki koy merkeze Allah aşkını, güneş gibi ve yine sev istediğini… Güneşin çevresinde dönen gezegenleri de sev ama herşey yerli yerinde olsun, güneşi güneş gibi, venüsü venüs gibi, yani Allah’ı Allah gibi, eşini eşin, çocuğunu çocuğun gibi sev… Yerler karışmasın. Yoksa açlık bitmez, dibi delik kova gibi dolmaz hiç gönlün, sürmez heveslerin…
- Baba, aşkımı beni hiç terk etmeyecek olan sevgiliye vermek istiyorum!

CÜZZİ AŞKTAN KÜLLİ AŞKA


Aklım olsaydı daha çocukken öğrenmiştim Derviş Baba’nın söylediğinin hikmetini; “Dünyevi aşk insanı rezil de eder vezir de”. Yine de hiç sevmemekten iyidir, başlangıç için. Eskiden bazı dergâhlarda ‘Allah aşkını bulmak için geldim’ diyen hevesli yeni yetmeleri usta sorgularmış; “Sen hiç birine âşık oldun mu evladım?”, “Yok” diyenleri de “Sen git bir insan evladına âşık ol önce, sonra yine istersen öyle gel” diye geri gönderirmiş. Leyla’dan geçmeden Mevla’yı nasıl bulsunlar? Cüzzi aşktan külli aşka…
Derviş Baba ‘Leyla ile Mecnun’ hikayeleri anlatınca yerin dibine geçecek gibi olurdum, Mecnun’unki aşksa benimkinden ancak oyuncak ayı olur; Mecnun, Leyla’nın yaşadığı mahallenin uyuz köpeklerini bulduğu yerde yakalayıp gözlerini öper olunca, mahalleli “Bre Mecnun, sen iyice kafayı yedin ha, ne diye öpersin bu uyuzların gözlerini?” diye sual etmiş. “Siz anlamazsınız” demiş Mecnun, “Leyla’mı gördü o gözler, onun için öperim”. Yaa… Bir gün hikayenin sonunda dayanamayıp mırıldandım kendi kendime “Nerede bizde o yürek!”. “Bundan bir şiirin ilk mısrası olur, yaz bir şiir bakalım” dedi Baba, ilk tasavvuf şiirimi böyle yazdım, hece vezninde, pek amatörce:
 
Nerde bizde o yürek
Sevgiliyi sevecek
Hiç şikayet etmeden
Karşılıksız verecek
 
Olsa bizde o yürek
Affetmeyi bilecek
Kendinden başkasını
Kendinden çok sevecek
 
Yok, yok bizde o yürek
Hakikati görecek
Nefsinden geçse insan
Aşka boyun eğecek
 
Aşk lafı ne kadar kolay kullanılıyor artık değil mi? İnsanlar hakikatini unutmaya mı başladı yoksa? Derviş Baba’nın âşıkla-kaşık benzetmesi durumu iyi anlatıyor; kaşık, ne aldım, ne verdim hesabında, âşık ise hep verme, sevdiğini mesut etme, hizmet etme arzusunda, hesapsızca… Doğası böyle. Âşık olamıyorsak henüz, en azından kaşık hesabında adaleti gözeterek biraz iyileştirebiliriz durumumuzu belki. Haddimizi bilelim bari. Gerçek aşk deyince çıta çok yüksek, bakınca başım dönüyor; Koca evren aşk için yaratılmış, insan aşka hizmetkâr olmuş. Niceleri aşk ile O’nun varlığında yok olmuş… Körükleyin ateşi, Ey âşıklar!
Günlerden bir gün seyyah bir derviş Hz. Abdülkadir Geylani’nin huzuruna varmış, saygılarını sunduktan sonra; “Ey Hazreti Pir, aşk nedir, lütfeder misin?” diye sormuş. Geylani Hazretleri de; “O konuyu sana en iyi Ahmed er-Rifai Hazretleri anlatır, var onun huzuruna, selamımı söyle” demiş ve dervişin azığını verip göndermiş. Bizim derviş Hz.Rifai’nin huzuruna varmış, selamı iletmiş ve sormuş sorusunu “Aşk nedir?”. Rifai Hazretleri ayağa kalkmış ve bir şey söylemeden olduğu yerde önce yavaş yavaş ve gittikçe hızlanarak dönmeye başlamış, öyleki dönüşünün hızından alev almış ve yükselerek semada yok olmuş, yitmiş. Bu olay karşısında ne yapacağını bilememiş derviş, yere kapaklanmış “Medet Ey Geylani” diye feryad etmiş ki o anda Geylani Hazretleri yanıbaşında bitivermiş. “Korkma evladım, Seyyid Ahmed’in sema ettiği yere biraz gülsuyu dök, bekle” demiş. Bizim dervişin söyleneni yapmasıyla Rifai Hazretleri döne döne kaybolduğu yerde tekrardan belirivermiş. Durmuş ve dervişe “İşte aşk budur evladım” demiş.
 
Sözün bittiği yer, aşk mevsimi kutlu olsun, size aşk çayımın formülünü vereyim, bu fakirin niyetine de bir bardak için, Allah hepimizin aşkını artırsın!
İki kişilik bir demliğe: 1 tane narçiçeği, 1 adet kakule içi(siyah taneleri havanda dövülecek), 1 tane tam hibiscus(medine gülü), 1/3 odun tarçın(kırılacak), 5-6 adet çaylık gül, 1 adet kuşburnu(ezilecek), bulursanız 2-3 adet köknar kozalağı. Demliğin içine ‘Ya Vedud’ diye fısıldayın. Kaynar suyla demleyin, 10-12 dakika bekleyin, afiyet olsun. Aşk hali sararsa sonra sorumlusu fakir değilim. Aşkın maşuktan başka ilacı yok, ona göre… Hu
Yazarın Tüm Yazıları