Paylaş
Türkiye’nin bir yandan terör saldırılarıyla diğer yandan sınırlarındaki savaşlarla başa çıkmaya çalıştığı bir dönemde silah alımı da ciddi bir iş, dış borcun artması da.
Şimşek’e bağlı Hazine rakamlarına göre Türkiye’nin 2017 Temmuz sonu itibarıyla dış borcu 432,5 milyar dolara ulaştı. Böylece AK Parti’nin 2001 ekonomik krizi nedeniyle gidilen 2002 seçimlerinde iktidarı alıp direksiyona geçmesinden bu yana ilk defa Türkiye’nin Gayri Safi Yurt İç Hasılanın yarısını geçti. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre ise yüzde 11’e yaklaşan çekirdek enflasyon böylece 2004 Şubat’ından bu yana en yüksek düzeye ulaştı. Evet, IMF ve Fitch’in Türkiye büyüme tahminlerini yükseltmesi olumlu gelişme, ama bu olumsuz gelişmeler de var ve Mehmet Şimşek bunu en iyi bilecek durumdaki birkaç devlet yetkilisinden biri.
Neticede araç alımında Avrupa şampiyonu oluyoruz, gelirde Avrupa şampiyonu değilken.
Tabii silah alımı deyimce yalnızca S-400’ler akla gelmemeli. İşte Almanya’nın Türkiye’ye silah ihracatını kısıtlama kararı ortada. Dahası, ABD Kongresinde koruma krizi nedeniyle Türkiye’ye tabanca satılmasına izin verilmemesi talebi yapıldı; soğuk espri gibi duruyor ama toplamına bakmak lazım.
Ancak daha önce Maliye Bakanı Naci Ağbal tarafından da dile getirilen bu silah harcamasının vergi artışıyla karşılanması meselesinin şimdi Şimşek tarafından da söylenmesi, tam da Rusya’dan S-400 alımı konusuna denk geldiği için ayrı önem kazandı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan geçenlerde bu hava savunma füzeleri için kaparonun yatırıldığını açıklamıştı.
Ama ne kaparonun ne kadar olduğu, ne kaç füze bataryası için toplam kaç lira ödeneceği, ne de bunların ne zaman teslim edilip nerelere konuşlandırılacağı gibi ayrıntılar açıklanmış durumda. Yalnızca savunma kaynaklarınca yapılan 2,5 milyar dolar gibi bir tahmin var.
Türkiye birkaç yıldır, aslında çok önceden düşünülmüş olması gereken bir hava savunma sistemi tedarik etmeye çalışıyor. O dönem başbakan olan Erdoğan buradaki ölçütleri de sadece alım değil, ortak üretim ve teknoloji transferi olarak açıklamıştı ki, bu da doğru yaklaşımdı.
Bu konu daha önce 1980’lerin ortasında Türkiye Amerikan F-16 savaş uçaklarını Türkiye’de ortak üretmeye başladığında da tartışılmıştı. Uçaklardaki IFF (yani dostu düşmandan ayırt etme) sistemi, NATO üyesi Yunanistan uçaklarını rakip olarak tanımıyordu. Oysa Türkiye’nin Ege uçuşlarında Yunan uçaklarını tanıma ihtiyacı vardı. Turgut Özal’ın özel olarak bastırmasıyla ABD izin verdi, Ankara’da kurulan MİKES şirketi Türk F-16’larına milli yazılım üretti ve sorun aşıldı.
Türkiye’deki hava savunma ihalesinin ön aşamasını neredeyse “Her şeyi yaparız” diyen Çin FD-2000 sisteminin kazandığı açıklandı. Ama bu sistem zaten Rusya’nın da ihaleye girip sonuncu geldiği S-300 üzerine kuruluydu. Bir süre sonra Çin Rusya ile S-400 alımı için masaya oturunca zaten kendi sisteminin yetersizliğini kabul etmiş sayıldı o bir seçenek olmaktan çıktı.
Türkiye’nin gözleri de o zaman S-400’e çevrildi Ancak S-400 NATO standardında değildi ve NATO da Rus sisteminin ortak savunma prizine takılmasını doğal olarak istemiyordu. Ayrıca Ruslar ne ortak üretim, ne de teknoloji transferine açıktı.
İlk elemeyi kazanan füze sistemleri arasında Fransız-İtalyan yapımı Aster 30 sistemi de vardı; İngiliz teknolojisi de projenin içindeydi. Sistem NATO standardındaydı ama hem teknoloji transferi ve ortak üretim, hem de fiyat konusunda sorunlar nedeniyle nedense o aşamada fazla tartışılmadı.
Amerikan Patriotlar ise Türkiye’nin aşina olduğu bir sistemdi. İlk olarak 1990’larda Körfez Savaşı sırasında getirilip daha çok İncirlik Üssünün korunmasında kullanılmış, hatta bir de Irak Scud füzesini önlemişlerdi. Partriot füzeleri Suriye iç savaşı sonrasında yine getirildi; Alman, Hollandalı ve Amerikan birliklerini kullanıyordu. Bu defa sadece IŞİD’e karşı kullanılan İncirlik’i değil, ABD-NATO küresel füzesavar sistemi radarının bulunduğu Malatya-Kürecik’i de koruyorlardı. Ancak Türkiye’!nin geri kalan bölümü hala açıktaydı.
Ancak Patriot da anahtar teslimi satıyordu; ne teknoloji transferi, ne ortak üretim sözü veriyordu, zaten 12 ülkeye satış yapmışlardı şimdiye dek.
İncirlik’in 2015 Haziran ayında IŞİD’e karşı mücadeleye açılmasından kısa süre sonra Rusya Tartus’taki deniz üssünden başlayarak Suriye coğrafyasına giriş yaptı. Ekim ayı geldiğinde Lazkiye yakınlarında Hmeymim hava üssünü de genişleterek işletmeye başlamışlardı. Kasım’da Türk F-16’ları Suriye sınırını ihlal eden bir Rus Su-24 uçağını düşürdü. Rusya Aralık ayında Hmeymim üssüne ilk S-400 füze bataryasını yerleştirdi.
Böylece Adana’daki Amerikan Patriotlarının burnunun dibindeki Lazkiye’de Rus S-400’leri kurulmuş oldu.
2016 Haziran ayında Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev ve iş adamı-siyasetçi Cavit Çağlar’ın devreye girmesiyle Rusya’ya “kusurumuza bakmayın” dendi, barış sağlandı. Bir ay sonra Temmuz ayında Türkiye’de darbe girişimi oldu; parmaklar ABD’de yaşayan Fethullah Gülen’in gizli örgütüne çevrildi. Bir ay sonra Ağustos ayında Türkiye, ABD’nin PKK ile işbirliğine karşı, Rusya ile anlaşarak Suriye’ye “Fırat Kalkanı” harekatı ile girdi. Ardından Rusya ve İran ile “Adstana Süreci” başlatıldı.
İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yoğunlaşan temasları sırasında S-400’ler konusu ısındı.
ABD buna sert tepki gösterdi ama ne Donald Trump yönetiminde Kongre’den satış kararı çıkacağı vardı, ne de teknoloji transferi ve ortak üretim imkanı.
İlginç olan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in ABD kadar sert tepki vermemesi oldu. Stoltenberg, S-400’ün NATO sistemine bağlanmasına izin verilemeyeceğini, ama almak istiyorsa bunun Türkiye’nin egemenlik hakkı olduğunu söyledi.
Zaten Erdoğan da “Yunanistan’da yıllardır S-300 var. Ona itiraz edilmiyor” diyordu.
Ama NATO Genel Sekreterinin muhtemelen bir başka bildiği vardı.
Örneğin Türkiye bir küsur yıldır, Aster 30 yapımcılarıyla yoğun temaslar yürütüyordu. Fransız-İtalyan şirketi Türkiye’de HAVELSAN ve diğer şirketlerle ortaklaşa üretimi ve teknoloji transferini gündemine almıştı; belli alanlarda milli yazılım buna dahildi. Neticede kazanan Avrupa silah sanayii olacaktı, ABD, ya da Rusya yerine.
Ancak Aster 30’un Türkiye’de üretim koşullarında anlaşma olup olmayacağını anlamak için iki yıla yakın fizibilite çalışması gerekiyordu. Eğer olumlu sonuçlanırsa, üretime geçmek de bir iki-üç yıl alabilirdi. Gerçi ne teknoloji transferi, ne ortak üretim, ne milli yazılım vaat ediyordu ama iki yıl içinde teslim edilebilecek S-400’ler geçici çözüm olabilir miydi?
Bunu bilemiyoruz, elimizde yeterince bilgi yok, verilmiyor.
Ancak şunu biliyoruz: Yunanistan’ın elindeki S-300’ler kullanılmıyor. Diplomatik kaynaklara göre, Girit’te bir askeri depoda paslanıyor. Çünkü zaten bundan 20 yıl kadar önce Türkiye’nin tepkisi üzerine Kıbrıs Rum hükümetinin konuşlandırmasına izin verilmeyen S-300’ler idi onlar. NATO sistemine bağlanamıyordu.
Ve o yüzden zaten Yunanistan Patriot almış hava savunma sistemini ona göre kurmuştu. Yani Yunanistan hava savunmasında S-300’lerin oynadığı bir rol bulunmuyordu.
Dolayısıyla vergilerimizle alınacak S-400’lerin bir depoda paslanmaya bırakılmayacağını, yurt savunmasına gerçekten işe yarayacağını çıkıp bir yetkilinin anlatmasında yarar var; umarız hiç ihtiyacımız kalmaz ama bilsek iyi olur.
Paylaş