Paylaş
Meclis’teki ilk gün tartışmalarında CHP’lilerin eleştiri ve iğnelemelerine de “Bir Ali değil, Bin Ali feda olsun” diyerek, kendi ismiyle de benzeştirerek cevap verdi.
Neden başbakan olmayan bir sistemi savunduğunu da “çatal kazık toprağa girmez”, iki kaptan gemiyi batırır” türü akılda kalan benzetmelerle açıklamaya çalıştı.
Bu benzetmeler kulağa hoş geliyor doğrusu, ilk an hak veriyorsunuz.
Napoleon da 1812 Moskova bozgunundan dönerken demiş ya, “Keşke ordularımın başında iki iyi generalim olacağına, bir kötü generalim” olsaydı diye.
Gemiyi yüzdürürken, toprağı kazarken herhangi bir işi yaparken, ya da hükümet dâhil, herhangi bir kurulu, kurumu idare ederken bir kişinin sözünün geçmesi ve başarısızlık halinde hesabının o kişiden sorulması doğrudur.
Ama devlet yönetimi yalnızca idari bir iş değil ki, daha çok siyasi bir iş ve adli bir iş.
Yani bu benzetme kulağa hoş gelse de doğruluğu tartışılır.
Eğer Cumhurbaşkanı ve Başbakanın bir arada yetki kullandığı sistemler batsaydı, Fransa batmış olurdu mesela.
Ya da Başkanın üzerinde yasama ve yargı denetiminin bulunduğu sistemler işlemeseydi, ABD’nin batmış olması gerekirdi çoktan.
İkinci olarak, eğer bu anayasa değişiklik taslağı kabul edilirse Türk idare sistemi uzun yıllar sonra bir başbakansız kalacak, öyle cumhuriyet filan değil, çok uzun yıllar.
Adı veziriazam olur, sadrazam olur, başvekil olur, ama diğer bakanların, danışmaların başında, onlar ile sultanın arasında koordinasyonu sağlayan, yokluğunda onun adına –sınırlı da olsa- yetki kullanan biri olmuştu.
Kesintisiz olarak ne zamandan beri böyle bir başbakanımız var bu topraklarda biliyor musunuz?
Birinci Orhan’ın Çandarlı Kara Halil’i diğer yetkililerinin başına sadrazam atadığı 1346’dan bu yana.
Çandarlı Halil Paşa, Sultan Orhan’ın iradesiyle o zamana dek çok yararı görülen ancak artık ihtiyaçlara cevap veremeyen alperenler-gaziler sistemini dağıtıp yerine Yeniçeri düzenini kuran kişidir.
Osmanlı’nın beylikten devlet düzenine geçişinde oluşturulan bu hiyerarşinin yararı görülmüş ve işleyişi, yetki ve sorumlulukları Fatih Sultan Mehmet tarafından kurallara bağlanmıştır.
Yani başbakanlığın kaldırılması, Başbakan Yıldırım’ın bunu olgunluk gösterip şahsi bir mesele yapmıyor olmasıyla sınırlı bir konu değildir.
Ankara’daki yaygın kanı şu: Meclis’ten geçerse, halkoylamasından geçmesi için hem AK Parti, hem de MHP ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır, artık ne mümkünse.
O nedenle CHP direniş hattını Meclis’ten geçirmemek üzerine kurmuş bulunuyor.
Meclis’te etkili muhalefet konusunda CHP yalnız…
HDP de eleştiriyor anayasa taslağını ama eş başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ dâhil vekilleri hapiste olduğu için, onlar katılamadıkça, oylamaya katılmıyorlar.
O yüzden verilen ret oyu sayısı (134) CHP sandalye sayısına yakın (133). Kemal Kılıçdaroğlu dahil 7 vekil çeşitli gerekçelerle katılmadı oylamaya ama, diğer hayır oylarından 5’inin MHP içi muhalefetten, 2’sinin de bağımsız vekillerden geldiği tahminleri yapılıyor.
CHP anayasa görüşmeleri için ağır top olarak önceki genel başkanı Deniz Baykal’a güveniyor.
O da ilk gün etkili bir konuşma yaptı. Bu taslakla cumhurbaşkanına, yani fiilen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a tanınan yetkilerin doksan küsur yıl önce İstiklal Savaşı sırasında dahi Mustafa Kemal Atatürk’e, hatta bugünün Suriye’sinde Beşar Esad’a dahi tanınmamış olduğu nu söyledi.
AK Parti ve MHP vekillerine dönerek Meclis’in istendiği an feshedileceği, vekillerin işlevsizleşeceği gibi özellikleri öne çıkarıp, kendi kişiliklerini korumak için olsun taslağa onay vermemelerini istedi.
Ama onlar verdiler, hatta bazıları göstere göstere verdiler.
Maddelerin görüşülmesi için yapılan ilk tur oylamada 338 destek çıkması hiç de küçümsenecek bir şey değil; 330 yetiyor neticede.
Ancak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, aslında 2007’den bu yana aklına koyup 2011 seçiminden bu yana gerçekleştirmeye çalıştığı siyasi hedefinin bu aşamaya gelebilmiş olmasını Devlet Bahçeli’ye borçlu olduğunu gayet iyi biliyor.
1 Kasım 2015 seçimi sonrası Erdoğan’ın başkanlık sistemi beklentisi 2019’a ertelenmek üzereydi.
MHP lideri o günlerde, mesela 8 Aralık 2015 grup konuşmasında aynen şunları söylüyordu çünkü:
“Partili Cumhurbaşkanı ne demektir, nereden çıkmış, kimlerin memnuniyetini sağlamak için planlanmıştır? Hadi diyelim ki Erdoğan başkan veya partili Cumhurbaşkanı oldu, peki bundan sonra krallık talep etmeyeceğini kim garanti edecektir? Damat bakan olduktan sonra, evladın da ikinci Erdoğan olarak tahta geçmesi nasıl engellenecektir? Putin'i eleştirenler dikkat etsin, Türkiye'nin yeni bir Putin'i yavaş yavaş doğmakta, Türkiye'yi baştan ayağa ele geçirmektedir.”
Çok ağır sözler, değil mi? Bugün çıkıp birisi bunları söyleyecek olsa, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL’e takılıp kendisini Silivri’de, Sincan’da bulabilir.
Ama Bahçeli’nin bu konuda tam bir u-dönüşü yapması da zaten 15 Temmuz’dan sonra oldu.
Gerekçesini ise zaten fiilen uygulanmakta olan sistemi, resmiye çevirmek olarak açıkladı.
Türkiye tarihinin en zorlu dönemeçlerinden birisini yaşıyor.
Herkes “artık olmaz” derken başa gelen kanlı bir darbe girişimi, tırmanan terör eylemleri, Suriye ve Irak’ta devam eden askeri operasyonlar, Trump’ın gelişiyle yeniden kurulacak uluslararası dengeler, çıldırmış döviz kurlarıyla başa çıkmaya çalışan ekonomi ve bütün bunların ortasında tarihimizin en köklü idari rejim değişikliklerinden birisi.
Ve her şey önümüzdeki birkaç aya sıkışmış gibi görünüyor. Önümüzdeki birkaç aya.
Paylaş