Paylaş
Baştan sohbet dendiği için ismini yazamıyorum, ama şahitler önünde yarı-şaka şöyle bir sohbet geçti aramızda:
- MHP’yi içinize almayı mı düşünüyorsunuz.
Aslında ben soruyu sorarken “Murat bey böyle şeylerin şakası olmaz, siyasi ortaklarımız hakkında böyle yorum yapamam” türünden beylik bir cevaba hazırlıklıydım.
Ama tecrübeli siyasetçi işin nereye vardığının gayet farkında olarak sohbeti aynı çizgide sürdürmeyi tercih etti. Gülümsedi ve soruyla karşılık verdi:
- Sizce bu geç kalmış bir soru değil mi?
- Peki, birleşmeye kadar gider mi? Yani aynı çatı altında, yeni bir isimle?
- O kadarını bilemem. Ama sizce buna gerek var mı?
- Nasıl yani?
- Şunu demek istiyorum: Öyle görünüyor ki bir (AK Parti) artık ne yapacaksak onlarla (MHP) birlikte yapmayı tercih edeceğiz.
- Yani atacağınız her adımın sorumluluğunu onların da paylaşmasını sağlayacaksınız. Peki, bunun tersi de geçerli mi?
- Sanırım MHP atacağı her adımı bizle atmak durumunda olacak.
- Yani herhangi bir hamlenize itiraz ettiklerinde, o ana dek size verdikleri her türlü desteğin sıfırlanması riskini göze alacaklar, öyle mi?
- (…Cevap yok, gülümsemeye devam..)
- Peki, referandum olursa gideceğiniz işbirliği Meclis seçimlerine de yansır mı?
- Neden olmasın. Yerinizde olsam, göz ardı etmezdim.
Şakayla karışık sohbet, listeleri kimin hazırlayacağına kadar uzadı ama artık o kadara gerek yok.
Burada önemli olan AK Parti ve MHP arasında anayasanın cumhurbaşkanlığı diye adlandırılan icracı başkanlık sitemine geçiş için başlattığı işbirliğinin uzun vadeli bir ittifaka dönüşmesi ihtimalinin Ankara siyasetinde içselleştirilmeye başlamış olması.
Bu sohbetten çok değil, birkaç saat sonra Başbakan Binali Yıldırım’ın Fox TV’ye söylediği, hükümete MHP’den de bakan alabilecekleri sözü Meclis kulisine düştü.
Ve ne oldu biliyor musunuz? Hiçbir şey olmadı. Orada da yadırganmadı bu fikir.
Ama bunun adı nedir biliyorsunuz, değil mi? Bir ihtiyaçtan kaynaklanmayan, keyfe keder bir koalisyon; bir fiili koalisyon.
Aynı gün, 18 Ocak oluyor, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Anayasa geçerse ülkenin “tek adam yönetiminde bir parti devletine” dönüşeceği iddiasını “günah benden gitti” düşüncesiyle son defa yüzüne karşı söylemek için MHP lideri Devlet Bahçeli’ye –boşuna- gitti.
Bahçeli daha görüşme öncesinde söyleyeceğini söylediğini ve anayasa değişikliğine desteğe devam edeceğini açıklamıştı bile.
Ertesi gün, 19 Ocak, Başbakan Yıldırım önceki sözlerini bir kademe daha ilerleterek, AK Parti ve MHP’nin meydanlarda birlikte Türkiye’yi güçlendireceğini söylediği bu değişikliği savunacağını, CHP ve HDP’nin de karşı çıkacağını söyledi.
Bu söylem, zekice seçmenin bilinçaltında CHP ve HDP’yi özdeş göstermeyi amaçlıyordu. CHP ve HDP’nin başkanlık sitemine karşı çıkmaktaki hareket noktası, gerekçelendirmesi, siyasetinin farklı olmasının bir önemi yoktu. HDP nasıl olsa PKK’nın yasal uzantısı olarak damgalanmıştı ve Başbakan her PKK eyleminde yanında bulduğu CHP’yi de o saftaymış imasıyla suçlamakta bir sakınca görmüyordu.
Bugünkü Hürriyet’te Gizem Karakuş’un haberinden de okuyabileceğiniz gibi AK Parti, referandum kampanyasını MHP ile işbölümü içinde yürütmenin yollarını arıyor.
Uzatmayalım, Başbakan Yıldırım, Türkiye’de şimdiye dek görülmemiş genişlikte, merkez sağ, muhafazakâr, İslamcı ve Türk milliyetçisi kesimlerin tamamına hitap edecek bir sağ cepheleşmenin doğuşuna işaret ediyor sanki.
Türkiye geçmişte sağ koalisyonlar yaşadı.
1970’lerin ikinci yarısında Milliyetçi Cephe adı altındaki üç partili koalisyon hükümetleri devri 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle kapandı.
Sonra Turgut Özal fikir ve siyaset hayatına bir “Türk-İslam sentezi” lafı dâhil etti, askeri yönetim altında.
O maya tutmadı, belki İslam-Türk sentezi diye tasarlansa tutardı, bilemiyoruz.
Çünkü bir başka Türk-İslam sentezi denemesi olan Refah Yol, 28 Şubat süreci baskısıyla sona erdirildi, adına “post-modern darbe” denildi.
Şimdi, 15 Temmuz 2016 kanlı darbe girişimi ardından oluşan siyasi atmosferde AK Parti ve MHP’nin sağdaki en geniş ittifakı, belki Özal yaşasa İslam-Türk sentezi diyebileceği bir çerçevede kurmasına tanık oluyoruz.
Bu cepheleşme Avrupa’da sağın yükselişine paralel, küresel eğilimlere uygun bir cepheleşme olabilir.
Türkiye’de ne gibi yeni belirsizliklere, yeni pencereler açacağını ise görmemiz fazla zaman almayacak sanırım.
Paylaş