İdamı kaldıran AK Parti idi. Neden şimdi…

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişimi gecesi kendisini karşılamaya gelen kitlelerin idam cezası talebine verdiği “Parlamentodan geçerse onaylarım” yanıtını, 24 Şubat’ta bir adım öteye görürdü.

Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı, gerekirse bir referandum da idam için yapabileceklerini söyledi.

Gerçi 15 Temmuz’dan bu yana gündemde ama son alevlendiren yine MHP lideri Devlet Bahçeli oldu, 22 Şubat’ta AK Parti hükümetine yaptığı “Getirim Meclis’e geçirelim” çağrısıyla.

Ertesi gün Başbakan Binali Yıldırım, biraz da bıyık altından gülümseyerek, “Önce referandum” dedi, “Sonra düşünürüz”.

Ardından Erdoğan çıtayı yükseltti, “Gerekirse referandum” diyerek.

Tabii PKK ve IŞİD’in tırmandırdığı ölümcül terör eylemleri bu söylemi besliyor bir yandan ne yazık ki.

İdam cezasına Avrupa öyle ister diye karşı olanlardan değilim; iki nedenden dolayı karşıyım: insanın bir başka insanı öldürme hakkı –meşru müdafaa ayrı- bulunmadığından ve hata anlaşıldığında tazmin edilememesi nedeniyle ceza değil, intikam sayılacağına inandığımdan.

Haberin Devamı

Durumlarını karşılaştırmak için söylemiyorum, ama Adnan Menderesler, Deniz Gezmişlerin yeterince acı dersler verdiğini düşünüyorum bizlere.

Ama idam cezasının Avrupa sisteminde yeri olmaması da bir gerçek… Türkiye’nin kurucularından olduğu Avrupa Konseyi’nde, Avrupa siyasetinin çerçevesini çizen Venedik Komisyonunda, Avrupa Birliği anayasası gibi sayılan (Türkiye’nin de anayasanın 90’ıncı maddesiyle bağlı olduğu) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) ve Avrupa Birliği’nin Kopenhag Siyasi Kriterleri arasında yeri yok.

Türkiye’nin idam cezasını kaldırmasını sağlayan en önemli neden ise Avrupa sisteminden kopmamaktı.

Hatırlayın, 1999’da Abdullah Öcalan yakalanıp idama mahkûm edildiğinde büyük bir tartışma çıkmıştı; DSP-MHP-ANAP dönemiydi.

Mahkeme’nin idam kararı oylanmak üzere Meclis’e gitse kabul edilecekti ve Türkiye’nin bırakın AB’ye üyelik başvurusunun kabulünü, Avrupa Konseyi üyeliği dahi düşecekti.

MHP lideri Devlet Bahçeli son gün koalisyon içi diplomasi ile tezkerenin Meclis’e gönderilmemesine ve bekleme süresinin başlamasına razı oldu; o diplomasinin ayrıntıları henüz tam olarak ortaya çıkmadı ama bakarsınız bu aralar çıkar.

Sonra, yine Bahçeli’nin kararıyla Türkiye 3 Kasım 2002’de AK Parti’yi iktidara getirip MHP’yi Meclis dışında bırakacak erken seçime giderken 1 Ağustos 2002’de Meclis’te bir oylama yapıldı.

Haberin Devamı

O oylamada daha kurulalı –gün hesabıyla- bir yıl olmamış AK Partililer –bir yıl önce Fazilet’in ‘yenilikçileri’ olarak Bahçeli’ye gidip, “idamı Meclis’e getir, destek verelim başbakan ol” demiş olmalarına rağmen idam cezasının kalkması için oy kullandı.

Çünkü AK Parti, “askeri vesayetin kalkması, inanca kapalı devletin son bulması ve ekonomik fırsat eşitliğinin” Necmettin Erbakan’ın “Hıristiyan Kulübü” diyerek karşısına aldığı AB özgürlükleri ile sağlanacağına inanıyordu; en azından o gün öyle idi.

Daha sonra 2004’te, yine AB uyum reformları adına dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan imzasıyla Meclis’e giden Anayasa değişikliği paketi, bu kez CHP’nin desteğiyle kabul edildi.

Haberin Devamı

Peki, Türkiye’de idam cezasının kalkmasında bu kadar önemli rol oynayan AK Parti ve Erdoğan’ın siyasi liderliği, şimdi onun kaldırılması için neden bu kadar ateşli bir kampanya yürütüyor?

Çelişki buradadır.

Bu çelişki “Halk öyle istiyor” söylemiyle açıklanamaz yalnızca, yetersiz kalır.

Keza HDP milletvekili Garo Paylan’ın T24 mülakatında söylediği gibi, “İdam getirip, Türkiye’yi Avrupa sisteminden attırıp, 15 Temmuz’da tutuklanan, işten atılanların AİHM cezalarından kurtulmak istiyorlar” iddiası da manzarayı açıklamakta yetersiz kalıyor. Zaten hükümet biraz da AİHM’ye gidecek dosyaları azaltmak amacıyla itirazlara mahkeme yolunu açmış bulunuyor.

(Bir de kimse o tarafa bakmıyor ama idam cezası konusu bu kadar alevlenmiş haldeyken Fethullah Gülen ve örgütü üyelerinin ABD ve özellikle AB ülkelerinden iadesinin daha da zorlaşacağını her halde herkesten çok Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım biliyordur.)

Haberin Devamı

Özetle idam cezasının geri getirilmesi hükümet ile hükümetin AB hedefleri arasında ciddi bir engel oluşturuyor.

Nereden mi çıkarıyorum hükümetin AB üyeliği ve AB ile ilişkilerin geliştirilmesini istediğini.

Öncelikle hâlâ hükümet programında yazılı duruyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan AB ile ilişkilerin düzelmesi için yasadışı göçmenlerin kontrolü anlaşmasının parçası olarak vize serbestisini her fırsatta söylüyor.

Başbakan Yıldırım daha 17 Şubat’taki Malta temaslarında Gümrük Birliği üzerindeki yeni çalışmanın AB ile ilişkileri daha da geliştirmesini ve yeni müzakere fasıllarının açılmasını ümit ettiğini söyledi.

AB İşleri Bakanı Ömer Çelik daha 20 Şubat’ta AB ile işlerin daha de gelişmesi için mutlaka geniş kapsamlı bir zirve toplantısı yapılması talebinde bulundu.

Haberin Devamı

Başbakan 23 Şubat basın toplantısında Cumhurbaşkanlığı Sistemi çerçevesinde, “hayırcıların” dediği gibi “tek adam sistemi” değil, daha şeffaf ve demokratik bir yapı getireceğine, asıl bunun ekonomiyi geliştirip Türkiye’yi uygar dünyaya yaklaştıracağına inancını ifade etti.

Yani program ve demeçlere göre AB hedefinden sapma yok.

Zaten Gümrük Birliği ile katma değeri yüksek, istihdam sağlayan ihracatın yarısından fazlasını AB ülkelerine yapmıyor muyuz? Bunu artırmaya çalışmıyor muyuz? Yeni enerji bağlantılarıyla AB ile ekonomi üzerinden karşılıklı siyasi bağımlılığı geliştirmeye çalışmıyor muyuz?

Peki, hem idam cezasını geri getirmek, hem de demokrasiyi geliştirip AB ile üyelik sürecini geliştirmek mümkün olur mu?

İşte onu hiç zannetmiyorum; kurucusu olmakla övündüğümüz Avrupa Konseyi üyeliğinin de askıya alınması, Türkiye’nin Avrupa siyaset ve hukuk siteminin dışında kalması ihtimali yüksek.

Peki, hem idam cezasını geri getirip hem AB ile ilişkileri sürdürmek mümkün mü?

Bakın o mümkün tabi, neden olmasın? Avrupa Birliği’nin Orta Doğu’da, Asya’da, Afrika’da, (hatta bazı ABD eyaletleri dâhil) Amerika kıtasında idam cezası olan birçok ülkeyle ilişkileri var, onlar gibi olur.

Ama artık yalnızca al-sat ilişkisine, borç al-taksit öde ilişkisine indirgenmiş bir ilişkiye dönüşür.

Yazık olur. Türk halkının çıkarlarına da, Türkiye’nin devlet olarak çıkarlarına da, hatta Türkiye’yi sürekli dışlayarak kendini tahrip eden bir siyasi körlük içindeki AB ülkelerine de yazık olur.

Kenan Evren’in 12 Eylül darbesinden kalan “Asmayalım da besleyelim mi?” popülizmini andıran bu söylemin, 16 Nisan referandumuna dek asabi milliyetçileri ve muhafazakârları “evet” cephesinde tutmak için geliştirilmiş olduğunu, sonra uykuya yatırılacağını ummak istiyorum.

Yazarın Tüm Yazıları