Paylaş
Ama bu cümleyi başka türlü de kurmak mümkün; kuralım, bir de öyle okuyun, sesli okuyun hatta:
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde üçüncü büyük gruba sahip muhalefet partisinin başkan ve milletvekilleri tutuklandı.
Nasıl geliyor kulağa?
İyi gelmiyor, pek demokratik bir ülkedeymiş gibi gelmiyor, değil mi?
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ istediği kadar “Onlar da ifade vermeye gelselerdi” desin…
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu istediği kadar “İspanya’da bir belediye başkanı iki defa ifadeye girmediği için tutuklandı” diye örnek göstersin…
Başbakan Binali Yıldırım istediği kadar CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Seçimle gelen seçimle gitmeli” uyarısına “Ama terörle iç içeyse hesap verir” desin…
Öte yandan HDP istediği kadar PKK’nın terör eylemleriyle arasına net mesafe koymamış olsun…
İstediği kadar belediye kaynaklarını (Ahmet Türk’ün deyimiyle) “ortak tabanı paylaştığı” PKK hedeflerine aktarmış olsun…
Neticede 5 milyon oy alarak Meclis’e girmiş ve bugün olmasa da yarın Türkiye’nin başındaki Kürt sorununun, Kürt sorunu bağlantılı terörizm sorununun çözülmesinde kilit rol oynayacak bir partiden söz ediyoruz.
Bir de önemli ayrıntı: HDP eş başkanları ve vekilleri, 15 Temmuz kanlı darbe girişimine karşı Meclis’teki diğer partilerle birlikte karşı durup ortak bildirgeye imza attılar. Darbenin arkasında olduğuna inanılan Fethullahçıların siyasi bağlantılarına dokunulmaz, hatta olduğu inkar edilirken HDP’li siyasetçilerin tutuklanmasını kayda geçmek gerekiyor.
Devletimiz 1994’te HEP’lilerin Meclis’ten derdest edilip götürülmesinin çözüm getirmemiş, sorunu artırmış olmasından bütün uyarılara karşın bir ders çıkarmamış görünüyor ne yazık ki.
Başbakanın dün ilk defa kabul ettiği internet kısıtlamalarının neye, ne kadar çare olacağı düşünülüyor acaba?
Üstelik son birkaç haftada olanlarla birlikte ele alındığında demokratik zeminin nasıl erozyona uğradığını da gösteriyor.
İdam cezasının geri getirilmesi taleplerinin siyaseten köpürtülerek gündeme yerleştirilmesi, Cumhuriyet gazetesinin hem FETÖ, hem de PKK ile aynı anda (kendisi Fethullahçılıktan soruşturulan bir savcı tarafından) soruşturulması ve gazetecilerin gözaltına alınması, üstüne HDP tutuklamaları ister istemez akıllara sırada neyin, kimlerin olduğu sorusunu getiriyor.
Bütün bu gelişmeleri iki önemli çerçevenin dışında okumak yanlış olur.
Bunlardan biri, Suriye ve Irak’ta süren büyük taarruz hazırlıkları...
ABD’nin Rakka harekâtı için Türkiye’nin işbirliği teklifi yerine PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG’yi tercih ettiği artık açıklanmış durumda. Musul harekâtına Türkiye’nin katılmasını ise ne ABD, ne de arkasında İran’ın bulunduğu Irak hükümeti istiyor. Türk tankları günlerdir Suriye ve Irak sınırındaki kilit noktalarda konuşlandırılırken, içeride PKK ve onunla bağlantı suçlaması altındaki HDP’ye yönelik hamlelerin bu gelişmelerden bağımsız olduğunu düşünmek saflık olur.
Diğeri ve asıl önemlisi ise Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın uzun süredir hedeflediği başkanlık rejimine geçiş için AK Parti’nin artık vites yükseltmiş, gaza basmış olması.
Bu gelişmeler, AK Parti sözcülerinin Anayasa taslağının artık on, on beş gün içinde Meclis’e geleceğini söylediği sıralarda yaşandı hep.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin öteden beri (kaldırılması sırasında hükümet ortağı olduğu) idam cezasının geri getirilmesi ve HDP milletvekillerinin cezalandırılmasından yana olduğu bilinirken, 4 Kasım’da Beştepe’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yapılan görüşmede Başkanlık ve idam konularının konuşulduğunun bildirilmesi rastlantı mı peki?
CHP lideri Kılıçdaroğlu dün bütün bunların başkanlığa zemin hazırlamak için yapıldığını öne sürdü ve ülkenin tehlikeli bir yola sürüklendiğini söyledi ama CHP’nin de bu sonuçta bir sorumluluğu olduğu söylenmeli.
Gerçi CHP, AK Parti tarafından ya başkanlık anayasasına katılma, ya da HDP ile aynı safa itilme kumpasına sokuldu 1 Kasım 2015 seçimlerinden bu yana; hâlâ da öyle. Bu nedenle HDP’lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda yalpaladı.
Oysa CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun, ne AK Parti, ne HDP çizgisinde görülmeden oynayabileceği yapıcı roller hala var. Kılıçdaroğlu’nun çok sevdiği Hannibal’ın “Ya bir yol bulacağız, ya bir yol açacağız” sözünde olduğu gibi, yeni bir yol açmaya niyet etmeli Cumhuriyetin kurucu partisi sanırım.
Avrupa Birliği’nden (AB) gelen tepkilere gelince… Çok geç ve çok yetersiz deyimi tam oturuyor yerine.
AB basiretsiz siyasetiyle Türkiye üzerindeki yapıcı etkisini kaybedeli çok oluyor.
Artık “İlişkileri koparırız, atarız” türü tehditlerin, üstelik AB İngiltere’nin kopması nedeniyle kimseye bir şey vaat edecek, ya da kimseyi korkutacak halde değilken; özellikle de Türkiye’den gelebilecek Suriyeli mülteci akınından korkusunu bu kadar göstermişken.
Dün Kezban Hatemi ile son gelişmeleri konuşurken, “Sanki” dedi, “Bir el yeniden karıştırmaya başladı, hata üstüne hata yaptırıyor”.
İster “bir el”, ister yanlışta ısrar, he ne olursa olsun, HDP tutuklamaları son zamanlardaki hatalar zincirine büyük bir halka daha ekledi.
Yazıp çiziyoruz, ülkenin, halkın yararına olur umuduyla hala, belki bir kulak veren olur, bu yanlışlardan dönülür diye.
Paylaş