Paylaş
Neler mi oluyor? Kerkük derken İdlib nereden mi çıktı? Başka sorularınız da mı var? O halde buyurun, beraber bakalım.
Hatırlıyor musunuz? Dışişleri Bakanlığı bundan iki ay kadar önce, 30 Temmuz’da ABD Başkanı Donald Trump’ın IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk’e sert bir tepki vermişti.
Çünkü McGurk bir gün önce Washington’daki Orta Doğu Enstitüsünde Ankara’nın tüylerini diken diken eden şu sözleri sarf etmişti:
- “Türkiye’nin burnunun dibindeki İdlib El Kaidecilerin 11 Eylül saldırılarından bu yana en büyük yuvası haline gelmiştir. (…) Bunu Türklerle konuşacağız.”
McGurk’ün bu sözlerinin altında öncelikle 23 Temmuz’da (bizde Hatay ile Kilis arasına düşen Afrin bölgesindeki en önemli şehir olan İdlib’in El Kaide bağlantılı Heyet Tahrir ül-Şam isimli terör örgütünün eline geçmiş olması yatıyordu. Türkiye Afrin’deki PKK varlığından tedirgin iken ve AK Parti’ye yakın medya kuruluşları her an Afrin’e askeri operasyon beklentisi yükseltirken, ABD ters köşeden El Kaide vuruşu yapmıştı.
McGurk’ün başka iddiaları da vardı. Sanki dünyanın silahını Suriye’ye sokup üstelik PKK’nın Suriye kolu YPG’nin de içinde olduğu gruplara teslim eden kendisi değilmiş gibi, on binlerce silahın Suriye’ye sokulmasına göz yummakla suçluyordu Türkiye’yi.
Dışişleri Bakanlığı Mc Gurk’ten derhal sözlerini geri alması, düzeltmesini istedi.
McGurk sözlerini düzeltmedi bu güne dek, ama Türkiye Idlib’teki El Kaide’ye karşı, son iki yıl içinde Suriye’deki ikinci askeri harekâtını başlatmış bulunuyor.
Üstelik bu harekâtın hava desteği (Türk Hava Kuvvetleri dışında) NATO müttefiki ABD’nin İncirlik’te üslenmiş uçakları tarafından değil, Türkiye’nin NATO hasmı Rusya’nın Suriye’nin Lazkiye şehri yakınlarındaki Hmeymim hava üssü tarafından sağlanıyor.
Böyle bir senaryo ile siyasi entrika romanı yazsanız, ya da bir film çevirseniz, hayal gücünüze gülüp geçerler; oysa hepsi aynıyla gerçek.
Gerçek çünkü bu ikisi arasında bir önemli gelişme daha meydana geldi: Türkiye, Rusya ve İran, 15 Eylül’de Astana’da Idlib’te “çatışmasızlık bölgesi” kurma konusunda anlaşmaya vardı.
Idlib’te Esad ve Esad-karşıtı güçler arasında “çatışmasızlık” koşulları, ateşkes anlaşması Türkiye, Rusya ve İran’ın tahsis edeceği 500’er kişilik askeri birliklerle denetlenecekti.
Ama daha önce Idlib’in terörist unsurlardan temizlenmesi gerekiyordu.
Burada Türk Silahlı Kuvvetleri değil, Esad’ı devirmek üzere kurulmuş Özgür Suriye Ordusu (FSA) devreye giriyordu. Idlib harekâtı Fırat Kalkanından kapsam ve amaç olarak farklı ama orada da ön safta çarpışan FSA idi.
İşte bu durum, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın yanıbaşında, kuvvet komutanlarıyla birlikte harekât merkezinde çekilen fotoğrafta görünmemek için çaba harcamamış olmasını, kendisini göstermiş olmasını da açıklıyor.
Nasıl mı?
Tıpkı ABD Suriye’de piyade gücü olarak PKK’nın Suriye kolu PYD’nin milis gücü YPG’den faydalanması gibi, Türkiye de FSA’dan faydalanıyor; vekâlet savaşları böyle yürüyor.
FSA 2017 başlarında Trump artık Esad-karşıtı operasyonlara destek vermeyeceğini söyleyene dek MİT tarafından ama CIA ve bazi başka NATO üyesi ülkelerin gizli servislerinden destek görüyordu.
Dolayısıyla MİT Müsteşarı Fidan, Türkiye’nin istihbarat şefi olma görevinin yanı sıra şu anda İdlib’te (Esad ile değil) sadece El Kaide ve IŞİD’le çarpışan FSA’nın –teşbihte hata olmasın- Türk Genelkurmayı nezdindeki gözetmeni olarak da harekât merkezinde bulunuyordu.
Ve dolayısıyla FSA’yı Esad ile değil, El Kaide ve IŞİD ile çarpışmaya ikna eden MİT olmuştu, buna da Rusya ve İran ile varılan anlaşma imkân vermişti.
Çünkü bu sayede FSA sadece El Kaideciler temizlendikten sonra İdlib’in bir bölümünde Türkiye’nin ateşkes garantörlüğünde kontrol sahibi olarak kalmayacak, aynı zamanda karşıda Rusya ve İran garantörlüğündeki Esad rejim güçleriyle resmi muhatap ve muhtemelen Cenevre görüşmelerinde sandalye sahibi olacaklardı.
Irak ve Mesud Barzani’nin Kürt bağımsızlık referandumuna gelince.
Washington Post’taki son başyazı, Kürt bağımsızlık referandumunun ABD yönetimi nezdindeki güçlü lobi çalışmasına karşı zamansız bulunduğunu, destek bulamayacağını gösteriyor.
Ancak işin “Bir gece ansızın…” noktasına, en azından PKK’ya değil de Barzani’ye yönelik olarak gelmeyeceği konusunda işaretler var.
Örneğin Bağdat ve Erbil konuşmaya başladı. Bunda ABD, Rusya ve Fransa’nın devreye girmesi rol oynadı. Bu devletler de Türk, Irak ve İran hükümetlerinin ortaklaşa baskısını Barzani’ye karşı ikna kozu olarak kullandı.
Neticede mehter marşıyla gidilmesi hayal edilen Kerkük seferi olmayacak gibi.
Ama hoparlörlerden sınırdaki İstiklal Marşı çalındığı bildirilen İdlib seferi başladı.
Bu tablonun gösterdiği bir başka gerçek daha var.
Ne Erdoğan, ne de Esad’ın birbirine karşı verdiği demeçlerde bir yumuşama var. Ancak Ankara ve Şam arasındaki mesafe İdlib harekâtıyla dolaylı ve filli olarak azalmış bulunuyor.
Zaten Rusya devreye girmeden Suriye rejiminin, tıpkı Fırat Kalkanında olduğu gibi, mevcut siyasi ortamda topraklarında Türk askeri harekâtına karşı durmaması söz konusu olamazdı. Tabii burada Şam’ın süngüsünün de nasıl düşmüş ve Rusya olmaksızın adım atamaz hale geldiğini kabul etmiş olduğunu da görmemiz gerekiyor.
Paylaş