Paylaş
Zor soru, cevabı da can sıkabilir, ama bakalım.
ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford’un bugün, 17 Şubat, Türkiye’de Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile önemli bir görüşme yapması bekleniyor.
Bu görüşmenin yapılacağı, 15 Şubat’ta Brüksel’deki NATO toplantısı çerçevesinde Milli Savunma Bakanı Fikri Işık ile ABD Savunma Bakanı James Mattis arasında yapılan görüşme sonrası duyuruldu.
Daha önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasında 8 Şubat’ta yapılan görüşme ardından da ertesi gün CIA Başkanı Michael Pompeo’nun geleceği duyurulmuştu.
ABD ve Türkiye arasındaki bir başka üst düzey temasın da 18 Şubat’ta Münih’te, yıllık Münih Güvenlik Konferansları çerçevesinde Başbakan Binali Yıldırım ve ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence arasında yapılması bekleniyor.
Bütün bu yoğun diplomatik trafiğin amacı görünüşte aynı: IŞİD’e karşı mücadele.
Ancak ABD ve Türkiye’nin beklentileri farklı…
Türkiye ABD’ye uzunca bir süredir, PYD’nin PKK’nın Suriye uzantısı olduğunu, onu ortak olarak bırakırsa, Özgür Suriye Ordusuyla birlikte Rakka’yı IŞİD’den almak üzere ABD’nin yanında olacağını anlatıyor.
Türkiye’nin iki önceliği var yani: IŞİD’i işgal ettiği topraklardan çıkarırken, yerini PYD/PKK’nın almamasını sağlamak.
Trump yönetimindeki ABD’nin ise bir tek önceliği var: IŞİD’i bir an önce devreden çıkarmak.
Trump bu amaçla Savunma Bakanlığı Pentagon’a yeni bir mücadele stratejisi taslağı hazırlaması için 30 gün süre tanıdı, o süre 28 Şubat’ta dolacak.
Genelkurmay Başkanından CIA başkanına dek ekibini –sadece Türkiye değil- Orta Doğu turuna gönderip nabız alması hep bu yeni stratejinin hazırlığı sayılmalı.
Ankara da karar kesinleşmeden üzerinde etkili olmak istiyor doğal olarak.
Ancak sorunlar var.
Öncelikle Trump için IŞİD’i kimin yarımı ile ya da kimin yardımı olmadan temizleyeceğinin bir önemi yok gibi görünüyor.
İkincisi, daha Barack Obama zamanında, Obama ile Erdoğan’ın Kobani krizinde 2014 Eylül ayında yaptığı telefon görüşmesinden bu yana ABD’nin Suriye’de IŞİD’e karşı ortağı, Erdoğan’ın bütün itirazlarına rağmen PYD oldu.
Suriye’de harekâtı ABD adına yürüten Merkezi Komutanlık (CENTCOM) aracılığıyla bir hayli yatırım yaptı, eğitin ve malzeme verdi, onlar üzerinden oyun plan kurdu. Türkiye bu planlamanın şimdi yeni baştan kendisiyle ve ÖSO bünyesindeki Arap unsurlarla yapılmasını istiyor.
Üçüncüsü CENTCOM ortak hafızasında Türkiye’ye pek güvenle bakılmıyor. Nedeniyse Meclis’in 1 Mart 2003’te hükümet tezkeresini geri çevirerek Irak’ın işgaline katılmayı reddetmesi. Mattis, malum eski CENTCOM komutanı. İstifa eden Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn’in yerine en güçlü adaylardan Bob Harward, CENTCOM’da Mattis’in yardımcısıydı. Bir başka aday, eski CIA Başkanı David Petraeus’u da CENTCOM’dan, hatta o meşum çuval hadisesinden tanıyoruz.
O zaman ABD Irak’ta kendisine yedek güç olarak el altında tuttuğu Irak Kürt peşmergelerini Türkiye savaşa girmeyince asli işbirliği gücü olarak benimsemişti.
Şimdi Suriye’de PYD var. Iraklıların gelenekçi Kürt hareketinden olması, PYD/PKK’nın ise en azından kuruluşunda “anti-emperyalist, anti-Amerikan” köklere sahip olması ABD’yi şu anda fazla ilgilendirmiyor gibi; Trump işini kiminle daha kolay görüyorsa onu seçip, diğer sorunları önüne geldikçe aşmayı deneyebilir.
Bu çerçevede mesela Amerikalı planlamacılar Türkiye’nin İncirlik üssünü –daha önce 1975’te yaptığı üzere- kapatmasını da göze alan planlar üzerinde çalışmaları şaşırtıcı olmamalı.
ABD buna karşın Türkiye’ye de bir nebze teselli verecek başka adımlar atabilir. Örneğin PYD’nin (Münbiç dâhil) tamamen Fırat’ın doğusuna çekilmesini sağlayabilir. Cumhurbaşkanlığı Baş Danışmanlarından İlnur Çevik’in geçenlerde Kuzey Irak ve Kuzey Suriye karşılaştırması yapması, Ankara’da da buna benzer olasılık planlarının çalışıldığına işaret ediyor.
Bir başka ihtimal de ABD’nin (ve bu defa belki Rusya’nın da) Ankara’yı yeniden PKK ile (PYD’yi de bağlayacak şekilde) diyalog sürecine girmeye teşvik etmesi, PKK’yı da PYD üzerinden buna mecbur etmesi olabilir. Şu anda terörle mücadelede şehitler verilirken uzak bir ihtimal gibi görünse de tamamen yok sayılamaz.
Özellikle de 15 Şubat Moskova Kürt Konferansı ile Rusya’nın da Orta Doğu’daki Kürt oyununda kendisinin de olduğunu resmen ilan edişi ardından.
Peki, bu tablodan ne çıkar? Hem gelişmelerin hızı, hem de kamuya açık bilginin yetersizliği ne yazık ki kesin bir tahmin yapmamızı engelliyor.
Ancak başlıktaki soruya verilecek yanıt, yalnızca bölgesel politikaları, uluslararası dengeleri değil, ciddi bir sistem değişikliğinin oylanacağı bir referandum öncesi Türkiye’deki iç siyasi dengeleri de derinden etkileyecek gibi görünüyor.
Paylaş