Paylaş
Yıllardır size Ege’de kök söktüren Türk subayları, yıllardır bunlar kendilerine hangi gizli yazılım yüklediler diye merak ettiğiniz bir helikopterle kapınıza gelip teslim oluyor.
Mesela Suriye’de ortalık karıştığında gelip Türkiye’ye sığınan Suriye ordusu subayları gibi…
Çok ayıp, komşuluğa sığmaz diye geri mi gönderirsiniz? Yoksa sıkı bir sorguya alıp ne biliyorlarsa teker teker öğrenmeye, size sunacağı hizmetlerden azami yararlanmaya mı çalışırsınız?
Yunanistan’ın 15 Temmuz 2016 kanlı darbe girişimi daha devam ederken kendisine sığınan 8 subayı Türkiye’ye iade etmeyi reddederken Ankara’dan “16 Nisan’da evet” kampanyası sırasında yükselen “idamı geri getireceğiz” vaatlerini gerekçe yapıyor elbet. Ama durum bundan çok daha ciddi…
Gelelim Norveç örneğine.
Kürt meselesiyle öteden beri derinlemesine ilgilenen, sizin PKK ile gizli görüşmeleri orada yapacak kadar güvendiğiniz Norveç, bir anda ordunun bildiği bütün sırlarını pasaport karşılığında size sunmaya hazır Türk subaylarını buluyor kapısında.
Türkiye’nin NATO müttefiki Norveç’in, biri diplomatik kimliği bulunan askeri ataşe olmak üzere, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin beş eski mensubuna siyasi sığınma hakkı verdiği ortaya çıktı dün: 15 Temmuz’a karışmak kuşkusu altında sorgulanma talepleri vardı haklarında.
Soruyorum, siz olsanız ne yapardınız?
Şu anda Almanya’nın elinde sadece gizli NATO görevlerinde yer almış, daha önce Türkiye’de hassas istihbarat konularında çalışmış 40 Türk ordusu mensubu yok, onun çok daha fazlası var.
Mesela BND’nin kapısına diyelim Zekeriya Öz gelmiş.
Zekeriya Öz 2007-2013 yılları arasında AK Parti iktidarının göz bebeği olarak, dönemin başbakanı Erdoğan’ın zırhlı aracını verecek kadar güvendiği bir savcı olarak ne yapmış? Türk ordusunun canına okumuş. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, OdaTV gibi davalarda nasıl düzmece belgelerle iş yaptığı ve o dönem buna nasıl göz yumulduğu bugün ortaya çıkıyor.
Öz ve örgüt arkadaşları sayesinde NATO’nun ABD’den sonra ikinci büyük ordusu olan Türk ordusunun Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve kara, deniz, hava kuvvet komutanları istifalarını bir protesto bayrağı gibi açıp çekilmişler. El koydukları gizli bilgilerin ne kadarını AK Parti hükümetiyle paylaştıkları, ne kadarını ABD’deki hocaefendilerine aktardıkları, kendilerine sakladıkları dahi bilinmiyor. Sadece askeri bilgi de değil, eğitim, maliye, aklınıza ne gelirse.
Siz böyle bir ekip kapınıza geldiğinde ne yaparsanız Almanya da onu yapmış olmalı; önce sıkı bir sorgulama, bütün bilgilere el koyma, daha sonra işbirliği süreci. Bu işler böyle yürüyor.
Şunu demek istiyorum: Berlin sadece istihbaratı değil, siyasi kademeleriyle de baskı kurmaya, Ankara’nın vücut kimyasıyla oynamaya devam ediyor.
Ve bunu zaten yakın takipte olduğu Türkiye hakkında 15 Temmuz’dan sonra orada güvenli çatı bulan bu ekibin sağladığı bilgileri envanterine almış vaziyette yapıyor.
“Konuşuyorsam, bir şeyler biliyorum da konuşuyorum” havalarında…
Örnek mi? Almanya’nın yeni Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in dün 22 Mart’ta ajanslara düşen konuşması.
Daha önce de yıllarca dışişleri bakanlığı yapan, Türkiye’yi yakından tanıyan Steinmeier Cumhurbaşkanı olarak yaptığı ilk konuşmada Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a önemli bir yer ayırdı ve oldukça sert üslupla konuştu.
Türkiye’nin Almanya ve Batıyla birlikte sağladığı ilerlemelerden söz eden Steinmeier’in Erdoğan’a çağrısı şuydu:
- “Yıllarca, on yıllarca tüm bu kazanılanların kısa zamanda kaybedileceği endişesi taşıyoruz. Bu endişeyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çağrıda bulunuyorum: Başkalarıyla birlikte inşa ettiğiniz her şeyi tehlikeye atmayın.”
- “Yumuşama yönünde inandırıcı her sinyala seviniriz. Ama, ağıza alınmayacak Nazi benzetmelerine son verin. Türkiye’yle müttefik olmak isteyenlerle bağları kesmeyin. Hukuk devleti, basın ve gazetecilerin özgürlüğüne saygı gösterin. Ve Deniz Yücel’i serbest bırakın.”
Erdoğan’ın buna karşılığı da sert oldu. PKK’ya yardım suçlamasıyla tutuklu Türk kökenli Alman vatandaşı Die Welt muhabiri Deniz Yücel’in adını vermeden, gazeteci kılığındaki ajanlardan söz etti, bunlara karşı önlem alınacağını söyledi. Türkiye’de çalışan yabancı gazeteciler arasında 16 Nisan referandumunda görev yapmalarının engelleneceği endişesi var.
Söz düellosu da devam ediyor, Türkiye’nin içimizi acıtan muameleye maruz kalışı da.
Ancak Steinmeier’in konuşmasında bugüne dek hiçbir batılı liderde görülmeyen yeni bir taktik de göze çarpıyor.
Alman Cumhurbaşkanı Steinmeier Türkiye’yi değil, doğrudan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef aldı konuşmasında.
Hatta Türkiye’nin şimdiye dek elde ettiği kazanımları överek, bu kazanımları tehlikeye atmaması endişesi taşıdığını öne sürerek Erdoğan’a çağrıda bulundu
Şimdiye dek Avrupalı liderler eleştirilerinde ülke adını kullanarak Türkiye’yi hedef alıyor, dolayısıyla bir bütün olarak Türk halkını, hatta genelleştirirsek Müslümanları hedef almış oluyorlardı.
Steinmeier’in konuşmasında böyle bir taktik ayrıma gidildiğini görüyoruz.
Bu yeni baskı taktiğinin amacı sanki Türkiye’yi değil, aradaki mevcut sertleşmeyi hedefe koymak, Erdoğan’a “Bizi iç politika amacıyla hedefe koymazsan, biz de seni koymayız” mesajı vermek gibi görünüyor.
Alman diplomasisi bu yeni taktiği de Türkiye hakkında, Türkiye’den darbe girişimi sonrası kendilerine sığınanlardan pek çok bilgi alıp, onları yanına çektiğini ilan ettikten sonra devreye alıyor.
Bu gerilimden ne Türkiye’nin, ne Almanya’nın ne Avrupa Birliği’nin bir çıkarı var; herkesi ayrı zedeliyor.
Herhalde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’den başkası değildir bu tabloyu ellerini kavuşturup yüzünde müstehzi bir tebessümle seyreden kişi.
Paylaş