Paylaş
Ancak Amerika’ya gelmeden önce Almanya ile durumu serinkanlılıkla tahlil etmek gerekiyor.
Almanya, özellikle ABD’den doğrudan silah yardımı döneminin kapandığı 1980’lerden itibaren Türkiye’nin silah alımı ve ortak yapımında temel kaynaklarından biri haline geldi. Deniz kuvvetleri için firkateyn ve denizaltı yapımından ana muharebe tankı alımına, oradan güvenlik güçleri için otomatik silah alımı ve lisans altında üretimine dek önemli ortaklıklar devam ediyor. Hatta milli tank Altay’ın motorunun dahi Alman Leopard tanklarından, yine lisans altında teknoloji transferi yoluyla yapılması planlanıyor.
Bu adımların Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı gerek olağanüstü hal, gerekse (zaten topu mahkemelere attığı) Alman vatandaşlarının serbest kalması konusunda zorlayacağı bekleniyorsa, ters tepme ihtimalinin daha fazla olduğu söylenmeli. Üstelik bu durum Türkiye’nin ve dolayısıyla NATO’nun savunma ve caydırıcılık imkân ve kabiliyetlerini, keza Türkiye’nin IŞİD dâhil terörle mücadelesini zayıflatma ve örneğin Orta Doğu’dan Avrupa’ya göç ile mücadele konusunda işbirliğinden vazgeçirme ihtimaline sahip.
Merkel hükümetinin Türkiye’yi Kuzey Kore ve Rusya ile aynı seyahat kategorisine almayı tartıştığı da basına yansıyor, ama bu konuda henüz açıklama yok.
Ama benzeri tartışmalar ABD’de de yapılıyor.
Amerikan Senatosu Dış İlişkiler Komitesi’nin 6 Eylül günkü oturumunun konusu “ABD-Türkiye İlişkilerinde Öncelikler ve Zorluklar” idi.
Oturumda ilk sunumu New York merkezli Dış İlişkiler Konseyi’nden Türkiye ve Orta Doğu uzmanı Steven Cook yaptı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı “otoriter rejim kurmaya çalışmakla” suçladı, kendisi dâhil bazı Amerikalıların hedef alındığını hatta kendisinin bir kere Washington’daki Türk Büyükelçiliği adli danışmanı tarafından asansörde sıkıştırılarak taciz edildiğini öne sürdü.
Cook’a göre başka ülkelerde işe yarayan “özel konuşmalarda sert eleştirip, halkın karşısında kayırma” diye özetlenebilecek diplomasi taktiği Türkiye’de işe yaramıyordu. Oysa 2015 yılında Rus uçağının düşürülmesi sonrasında Rusya’nın Türkiye’ye uyguladığı yaptırımların Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tutum değiştirmesiyle sonuçlanmasından örnek alınabilirdi.
Türkiye uzmanı araştırmacı bu çerçevede Erdoğan ve AK Parti hükümetini ikna etmek için bir dizi ekonomik, askeri ve diplomatik tedbir önerdi Senato’ya. Önerdiği adımlar arasında şunlar vardı:
- ABD-Türkiye ilişkilerinin “değerini” araştıracak bir çalışma başlatılması,
- İncirlik hava üssünün kullanılmaması, ya da bazı operasyonların bölgedeki başka üslere kaydırılması için bir çalışma başlatılması ve sonucunun halka açıklanması,
- Amerikan Dışişlerinin Türkiye’ye seyahat tavsiyesini gözden geçirmesi,
- Türkiye’nin yüksek bütçeli, yüksek teknoloji içeren silah geliştirme projelerine katılma ve satın almasına kısıtlama getirilmesi (ki bununla F-35 uçakları ve Sikorsky helikopterlerinin bazı parçalarının üretimi ve Rusya’da S-400 alımı projesine karşı çıkan ABD’nin elindeki Partiot hava savunma sistemi gibi projeler kast ediliyor olabilir),
- Türk yetkililerin Amerikan yargı sürecini siyasi olarak gösteren demeçlerden kaçınmaları için kamuoyu önünde talepte bulunulması.
Senato’daki diğer konuşmacı ise çok farklı önerilerde bulunuyordu. Diğer konuşmacı, Barack Obama döneminde Dışişleri Bakanlığının (Türkiye’yi de kapsayan) Avrupa’dan sorumlu müsteşar yardımcılığı yapan, şimdilerde Harvard Üniversitesi üyesi Amanda Sloat idi.
Sloat’a göre Türkiye ve ABD arasındaki ilişkilerin gerilemesini ancak Türkiye’nin yüzünü batıya dönmesini istemeyenler isterdi. Sloat da Türkiye’deki siyasi ortamı Cook kadar sert olmasa da eleştiriyordu ama yaptırımlarla sıkıştırmak suretiyle bütün ülkenin cezalandırılmasına karşıydı; sonuç getireceğine de inanmadığını söylüyordu. Ona göre 16 Nisan halk oylamasında halkın neredeyse yarısının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yetkilerinin artırılmasına karşı çıkışı, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşüne “yüzbinlerce” kişinin katılmış olması ve zeytinlik arazilerin sanayi yapılaşmasına açılmasının tepkiler sonucu geri çekilmesi gibi gelişmeler, “zorluklara karşın Türkiye’de sivil toplumun ölmediğini” gösteriyordu. Sloat, ABD ve AB’nin Türkiye’yi yüzüstü bırakması halinde Ankara’nın son sıralarda Rusya ve İran ile olduğu türden arayışlara itebileceğini söylüyordu.
Ağır yaptırım ve yaptırım hazırlıkları isteyen Cook’a karşın Sloat Senato’dan Türkiye’yle ilişkilerin ticaret ve sivil toplumla ilişkileri daha da geliştirerek sürdürülmesini, bir yandan da hükümetle sorunların açıklıkla ve samimiyetle konuşulacağı diyalog içinde olunmasını öneriyordu.
Dikkat edilirse benzeri tartışmalar Avrupa’da da devam ediyor. 24 Eylül seçimleri öncesinde Türkiye’ye karşı sert önlemler isteyen Alman siyasetçilere AB Dış Politika ve Güvenlik Sorumlusu Federica Mogherini “Seçim geçsin de öyle konuşalım” diyor, bazı AB ülkeleri ise Türkiye ile diyalogun kesilmesine açıkça karşı çıkıyor.
Gerek ABD, gerek AB’deki bu durum Türkiye’de hak ve özgürlükler alanında, çoğu Olağanüstü Hal’den kaynaklanan sıkıntılar hafifletilebilirse, bağımsız yargı ve özgür basına dair ağır eleştirilerin hafifleyip, gerilimin düşmesi için zeminin bulunduğunu gösteriyor.
ABD Başkanı Donald Trump ile Birleşmiş Milletler Genel Kurulu sırasında görülmesi öncesinde Erdoğan ve ekibinin Batı’da Türkiye’ye yaptırım uygulayıp uygulamama üzerine tartışmaları, peşinen yok hükmünde saymadan dikkatle incelemesi elzem görünüyor.
Paylaş