Paylaş
Memleketin en büyük takımlarından ikisi, minicik iki futbol takımına mağlup olup, daha ilk turda veda ediyor Avrupa Ligleri’ne. Vay vay vay! Utanmak bile az geliyor! Ve ligin en iyi takımları gerisin geri döndü yuvalarına. Şimdi kendi kendilerine iç dünyalarında oynayacaklar. Gerçekten şahane ötesi bir başarı. Büyük umutlarla getirilen hocalar, inanılmaz paralara alınan topçular, tesislerin şahaneliğine rağmen mantalitenin zavallığı – ya da akıl tutlması belki de– ve başı önde stattan ayrılan başarının b’sine bile hasret mazlum taraftarlar. Elenen bu iki takımın da yönetimsel sorunları olduğu ifade edilebilir. Bu sorunların sahaya yansımaları da bahis konusudur belki ama bu devasa takımlarımız hiçbir zaman bu denli küçülmemişlerdi zannımca. Olmayan, gitmeyen bir şeyler var bu takımlarda. Hem de yıllardır. Yazık ki ne yazık!
Audrey Hepburn ‘le beş çayı
Avrupa’nın dört bir yanında görmeye alışık olduğumuz 250 yılı aşkın tarihiyle dünyanın en ünlü balmumu heykel müzesi Madame Tussauds, İstanbul’da kapılarını açtığında bir hayli heyecan uyandırmıştı lakin güvenliğimize ve turizmimize yönelik kimi talihsizlikler onları da etkiledi elbette. Bugün Beyoğlu, Galata, Asmalı Mescit eski şaşaasından çok uzakta malum. Bunun turizmle bir ilgisi de yok aslında. Çünkü ne bu bölgeyi ayakta tutan coşkulu ve evrensel bir sanat damarı kaldı ne de entelektüel kapasitesi coşturulabildi İstiklal Caddemiz’in. Çölleşti burası iyice. Son yıllarda caddeyi cadde yapan, okuyan, düşünen insanlar kaçırıldı buradan. Taksim Meydanı nasıl küme düşüp, kırsallaştıysa yazık ki eskinin Cadde-i Kebir’i de kültür fakiri oldu, yoksullaştırıldı. Neden böyle oldu, kimler bunu yaptı konuşulur, tartışılır elbette. Neyse! Efendim geçtiğimiz günlerde Madame Tussauds ‘un iki efsane yıldızı Audrey Hepburn ve Bruce Willis eşliğinde İstanbul’umuzun tarihi ve turistik mekanları gezildi. Beş çayı da kentin bir başka ikonik yıldızı yılların Hilton İstanbul Bosphorus’un huzurlu dünyasında yudumlandı. Audrey ve Bruce‘a baktığımda gayet içimizden biri gibi gelip oturmuşlardı masaya. Muhteşem balmumu heykelleri bunlar. Gerçek ötesi adeta. Görülmesi gerekenlerden. Madame Tussauds gibi tüm dünyaca bilinen, tanınan parlak markaların ve yıldızlarının Beyoğlu’nun çekiciliğini artırdığı kuşkusuz amma velakin entelektüeli kaçırılmış, kültür dünyası boşaltılmış Beyoğlu eski Beyoğlu mu, bak bu tartışılır işte canım kardeşim!
Doğadan masaya organik yolculuk
Sevindirici olan şu ki organik beslenme konusunda ciddi bir duyarlılık oluştu kamuoyumuzda. TV ekranlarından, gazete sayfalarından sağlıklı beslenmeye dair verilen demeçler, vatandaşın özellikle genç kardeşlerimizin bu konudaki hassasiyeti takdire şayan. Vatandaş bilinçlenip daha iyisini, daha sağlıklısını, daha organiğini talep ettikçe, kurum ve kuruluşlar ya da esnaf da daha, daha, daha iyiyi arz etmeyi kendine vazife görüyor. Nihayetinde herkes kazanıyor. En başta da doğamız kazanıyor. İstanbul’un turisti bol otellerinden birisi mesela, domateslerini yaz aylarında teraslarındaki kendi sebze bahçesinde üretiyor. Dünyada örneklerini duymuştum ama İstanbul’da ilk kez karşılaştım bu hadiseyle. Bahçelerinde üretip büyüttükleri domatesleri “doğadan masaya” diyerek, Selami Güleryüz Usta’nın baş aşçısı olduğu restoranda Anadolu lezzetleriyle harmanlayarak konuklarına tattırıyor. Taze, günlük ve doğal. Tükettiğimiz ve hatta yavrularımıza tattırdığımız besinlerin olmazsa olmazı bu kıstaslar olmalı işte. Her bir kurum ve kuruluş doğaya karşı duyarlı ve hassas davranırsa hastalıkları def eder, daha sağlıklı yaşar, daha sağlıklı nesiller yetiştiririz. Tabii bu konunda özellikle ilgili bakanlığa ve denetmenlerine çok iş düşüyor.
Paylaş