Zanpara erkek padişah bile olsa karısına yakalanmaktan korkardı
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Taşfırın Erkeği’nin otel ve şantaj macerası, hadiseden sonra söyledikleri ve bütün gözlerin eşinin üzerine çevrilmesi, bana eski zamanlarda yaşanan kaçamakları hatırlattı.
Böyle bir yaramazlık hálinde karılarının tepkisinden sadece sıradan kocalar değil, dünyanın en güçlü ve en sözü geçer erkekleri olan zamanın padişahları bile korkar, başlarına bir iş gelmemesi için tedbir üstüne tedbir alır ve zanparalıklarını korku içerisinde ederlerdi. Meselá 1757 senesinde tahta çıkan Üçüncü Mustafa, üç karısı ve düzinelerle cariyesi olmasına rağmen gönlünü Rif’at adında genç bir kıza kaptırmış ama karılarının şerrinden korktuğu için genç kızla sadrazamın konağında gizlice buluşur olmuş, kızı daha sonra saraya arka kapıdan gizlice getirtmiş ve karılarının çenesinden kurtulmak için evlenmek zorunda kalmıştı.
TAMER Karadağlı otel odasında şantajla nihayetlenen kaçamağı yüzünden dillere düştü, derken karısı Arzu Balkan’ın bütün bu olup bitenlerden sonraki tavrı merak edilir oldu. Henüz pek öyle şiddetli tepki vermeyen Arzu Hanım’ın önümüzdeki günlerde ne yapacağını kestirmek pek kolay değil ama kocasının kaçamağını ikinci plana attığı ve önceliği şantaj meselesinin çözümüne verdiği anlaşılıyor.
Taşfırın Erkeği’nin macerası, hadiseden sonra söyledikleri ve bütün gözlerin eşinin üzerine çevrilmesi, bana eski zamanlarda yaşanan kaçamakları hatırlattı. Böyle bir yaramazlık hálinde evdeki kadının tepkisinden sadece sıradan kocalar değil, dünyanın en güçlü ve en sözü geçer erkekleri olan zamanın padişahları bile korkar, başlarına bir iş gelmemesi için tedbir üstüne tedbir alır ve zanparalıklarını korku içerisinde ederlerdi.
İşte bu kaçamaklardan birinin, bundan 220 sene kadar önce Topkapı Sarayı’nda yaşanmış bir zanparalığın, Üçüncü Mustafa’nın macerasının öyküsü:
1757 senesinde tahta çıkan ve 17 sene hükümdarlık eden Üçüncü Mustafa, Osmanlı Tarihi’nin ilk yenilikçi hükümdarlarındandı ama kendisiyle beraber çalışacak kalitede tek bir devlet adamı bile bulamaması yüzünden iktidar yılları savaşlar ve yenilgiler içinde geçti. Türk denizcilik tarihinin en büyük mağlubiyeti olan 1770’in 6 Temmuz’undaki Çeşme faciası da yine onun zamanında yaşandı ve Ruslar, Çeşme Limanı’nda bulunan Türk donanmasının tamamını ateşe verdiler.
SAVAŞTA KADIN MERAKI
Üçüncü Mustafa, böylesine sıkıntılı bir dönemde, kendisinden sonra Üçüncü Selim ile İkinci Mahmud’un devam ettireceği ve cumhuriyet dönemine kadar uzanacak olan modernleşme hareketlerinin ilk ciddi başlatıcısıydı. Askeri alanda bazı yeniliklere gitmiş ama kendisine yardımcı olabilecek tek bir devlet adamı bile bulamadığı için projelerini hayata tam olarak geçirememişti.
Devleti içerisinde bulunduğu çıkmazdan kurtarabilmek için böylesine mücadele veren Üçüncü Mustafa, aynı şekilde bir başka işe daha meraklıydı: Güzel kadınlara...
Padişahın üç hanımı vardı: Adilşah, Aynülhayat ve Mihrişah kadınlar... Bu hanımların yanısıra, tek bir işaretiyle her arzusunu yerine getirebilmeye can atan birçok cariyeye de sahipti ama günün birinde gönlünü bir başkasına kaptırdı: Kıyafet değiştirerek saray dışına çıktığı günlerden birinde karşılaştığı Rif’at adındaki bir kıza...
Üçüncü Mustafa, Rif’at’a vurulmuştu ama memleketiN en güçlü erkeği olmasına rağmen sarayına alamıyordu, zira diğer üç hanımının hışmına uğramanın endişesindeydi ve Rif’at ile beraber olabilmek için bir başka yol buldu: Genç kızı sadrazamının konağına gönderdi, hizmetlerinin görülmesi için yanına saraydan bir de cariye yolladı ve kız ile konakta gizlice buluşmaya başladı.
Ama ortada gene de tehlike vardı, zira sadrazamın karısıyla kızı boşboğazlık edebilir ve evlerinde yaşanan gizli aşk hakkında bir yerlerde konuşabilirlerdi.
Üçüncü Mustafa bir müddet kimselere sezdirmeden biraraya geldiği Rif’at’ı saraya getirmenin zamanını kolluyor, bu arada sadrazamına bir mektup göndererek ‘Karınla kızın çenelerini tutsunlar, kızdan kimseye bahsetmesinler. Zaten yarın yahut öbür gün kızı saraya getirteceğim’ diyor ama Rif’at’ın içeriye ana kapılardan değil, kullanılmayan bir kapıdan alınmasını tenbih ediyordu:
‘Benim vezirim!
Durumun ortaya çıkmaması için, kızınıza ve hanımınıza hálen evinizde bulunan avratın benim olduğunu söylememelerini iyice tenbih edin. Bir soracak olan olursa ‘Sıradan bir kadındır, kimin kızı olduğunu biz de bilmiyoruz’ desinler. Evinizdeki cariye de orada emanet olarak bulunan kızı artık bana getirsin. Bugün mü, yoksa yarın mı gelirler? Saraya, Şimşirlik tarafından girsinler. O tarafta kimse bulunmaz, kapısı her zaman kapalı durur, sadece misafir geldiği zaman açılır.’
Mektubu alan sadrazam, Rif’at’ın yanında bulunan cariyenin boşboğaz bir kız olduğu ve saraya beraberce gelmelerinin mesele yaratabileceği yolunda cevap yazacak, Üçüncü Mustafa bunun üzerine bir başka talimat gönderecektir:
‘Benim vezirim!
Rif’at Kadın’ın kimden alındığını ve kime ait olduğunu sakın ola ki kimselere söylemesinler. Soranlara ‘Allah’a şükür ki, bilmiyoruz, bu işi Paşa’dan başka kimse bilmez’ diye cevap versinler. Hattá ‘Paşa’ya defalarca sorduk ama kimin nesi olduğunu bir türlü söylemedi’ gibisinden konuşsunlar. Saraya gelmek üzere yola çıktıkları zaman buradaki Karakulak Şimşirliği’nin kapısı açık tutulacak...’
Padişah, Rif’at’ın saraya gelmek üzere konaktan ayrılmasından hemen önce sadrazama bir mektup daha yollayacak ve konaktaki cariyelerin kıza saraydaki davranışları konusunda bazı tavsiyelerde bulunmaları talimatını verecektir:
‘Benim vezirim!
Bizim Rif’at Kadın ile alákadar olup çekidüzen veren kadınlar kimler ise onlara söyle, Rif’at’a nasihat etsinler. ‘Sarayda başka kadınlara bakma, adamının yanından ayrılma, ne isterse yap, zira o adam senin artık kocandır. Yanına sokul, ayrılma, gece-gündüz avratça hareket et’ desinler. Gerçi onlar bu işi iyi bilirler ama sen gene de bu tavsiyeleri pek yumuşak bir şekilde etmemelerini de hatırlat...’
TAMER’İN İŞİ ÇOK ZOR
Üçüncü Mustafa, saraya böylesine maceralı şekilde getirtebildiği Rif’at’a daha sonra nikáh yapacak, genç kadın ‘Dördüncü Kadın’ olacak, kocasının 1774’Teki vefatıyla dul kalmasından sonra 29 sene yaşayacak ve hayata 1803 senesinin Ramazan’ında veda ederek Haydarpaşa taraflarına defnedilecekti.
Ben, Üçüncü Mustafa’nın bu çapkınlık macerasını Çağatay Uluçay’ın bundan senelerce önce Topkapı Sarayı Arşivi’nde bulduğu belgelere dayanarak yaptığı bir yayından naklettim.
Zamanın padişahının bile beraber olma hakkında sahip bulunduğu bir kızla diğer kadınlarının şerrinden endişe ederek böylesine dolambaçlı yollara başvurduğunu görünce, Taşfırın Erkeği’nin yasak ilişkisinin dillere düşmesinden sonra eşinin karşısında ne hale gelmiş olduğunu da çok iyi tahmin edebiliyorum.
Çapkın elçi takibi devlet politikamızdı
İKİNCİ Abdülhamid’in iktidar yıllarında devletin idare merkezi olan Yıldız Sarayı’nın hükümdardan sonraki en güçlü adamı, padişahın sırdaşı olan İzzet Holo Paşa idi.
Tarihlere ‘Arap İzzet’ diye geçen İzzet Holo Paşa’nın, Sultan Abdülhamid’in dış dünya ile temasını sağlanması, memlekette olup bitenler hakkında haberdar edilmesi ve devlet birimleri arasında koordinasyon kurulması vazifelerinin yanısıra çok önemli bir başka görevi daha vardı: İstanbul’da bulunan yabancı elçileri sürekli takip ettirmek, sefaret binasının dışına çıktıkları anda ne yapıp ettiklerini saniyesi saniyesine öğrenmek...
Elçilerin de her erkek gibi arada bir yaramazlık edecekleri tutar, Beyoğlu’ndaki hususi evlere yahut daha başka özel bir mekána gittikleri olurdu ve İzzet Paşa hangi elçinin nerede ne yaptığından ánında haberdar edilirdi.
Herhangi bir elçi böyle bir mekánda kendi başına eğlenmeye kalkmayagörsün! Ertesi gün saraydan gelen son derece nazik bir davet mektubu alır ve İzzet Paşa’nın, yahut nadir de olsa Sultan Abdülhamid’in huzuruna çıkartılırdı. Söze imbikten geçmişçesine hazırlanmış son derece gayet şık protokol ifadeleriyle başlanır, sonra elçiden devlet adına siyasi, askeri yahut mali konuda bir talepte bulunulurdu. Bu talep, genellikle elçinin ve temsil ettiği devletinin kabul etmeyeceği cinsten olurdu.
Elçi ‘Bu, kabul edilemez bir istek’ yahut ‘Hükümetime danışmam gerekir’ gibisinden bir cevap verecek olursa, devreye hemen o anda mücevherli bir kutu yahut üzeri elmas işlemeli som altından bir sigara ağızlığı cinsinden şık bir hediye girerdi.
Diplomat direnmeye hálá devam ederse bu defa konu değiştirilir ve havaların nasıl ısındığından veya şehre gelmiş bir Fransız tiyatro grubunun temsillerinden söz edilir, bu arada elçinin ‘Madam’ının ve çocuklarının hatırları sorulur; elçi ‘Madam, hükümdarın sağlığına dua etmektedir’ veya ‘İstanbul’da bulunmaktan son derece memnundur’ gibisinden protokol gereği bir cevap verince de ‘Ama biraz üzülme ihtimalleri var’ karşılığını alır, asıl darbe işte bundan sonra gelir ve darbeyi vuran da genellikle İzzet Paşa olurdu: ‘Biz, saray olarak, Madam’ın Beyoğlu’ndaki filánca barda olup bitenleri öğrenmemesi için elimizden geleni yapacağız fakat hiç bitmeyen dedikoduların önünü almak da pek zor’...
Mánen yıkılmış bir halde bulunan elçi için artık sarayın talebini kabul etmekten başka çare yoktu ve İstanbul’daki yabancı diplomatların sıkı bir takip altında tutulmaları ve yaptıkları yaramazlıklardan istifade, bir zamanlar işte böyle bir devlet politikasıydı.