Paylaş
Jean-Claude van Damme'ın İstanbul'da kaldığı otelde olup bitenler Fazilet partilileri kızdırdı. Sebep, Van Damme'ın geceyi üç hanımla beraber geçirmesiydi. Ben, dünya vücut şampiyonunun İstanbul macerasını öğrendiğim zaman, bundan 42 sene önceki bir başka ‘‘ağırlama’’ hikáyemizi hatırladım: İşte, o zamanın Endonezya Cumhurbaşkanı olan Ahmed Sukarno'yu geleneksel misafirperverliğimiz uğruna belsoğukluğuna yakalatmamızın eğlenceli öyküsü.
Jean-Claude van Damme, geçen hafta İstanbul'u şereflendirdi. Büyükşehir Belediyesi'nin davetlisi olarak gelmişti ve 2008 olimpiyatlarının burada yapılabilmesini sağlamak için reklam maksadıyla çağrılmıştı. Bağcılar'daki bir spor salonunda soyundu, muhteşem vücuduna oradaki herkesi hayran bıraktı, birkaç dakikalığına da olsa karatedeki hünerlerini gösterdi, sonra bu hizmeti karşılığında dolar üzerinden yazılmış bol sıfırlı çekini kabul buyurdu ve memleketine döndü.
BU İŞİ ESKİDEN DE YAPARDIK
Kıyamet ondan sonra koptu: Van Damme kaldığı otelde bazı hanımlarla çok sıcak bir gece geçirmişti. Odasına bir iddiaya göre iki, bir başka iddiaya göreyse üç hanım gelmişti ve işte bu sıcak gece, Fazilet Partisi'ni kızdırdı. Bazı milletvekilleri Van Damme'ı davet eden Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna'yı sadece ‘‘müsriflikle’’ suçlamakla yetindiler.
Ben, Van Damme'ın otel macerasını öğrendiğim zaman hiç şaşırmadım, zira çok eski zamanlara dayanan ‘‘diplomatik’’ bir geleneğimizi devam ettirdiğimizi, ona dillere destan konukseverliğimizi gösterdiğimizi düşündüm.
Aynen bundan tam 42 sene önce gösterdiğimiz ve neticede misafirimizi belsoğukluğu ettiğimiz bir başka konukseverlik maceramızda olduğu gibi...
O zamanki misafirimizin adı, Ahmed Sukarno idi ve Endonezya'nın cumhurbaşkanıydı. Asıl mesleği mühendislikti, 1920'lerden itibaren o devirde Hollanda'nın sömürgesi olan memleketini bağımsız yapmak için çalışmış, bu uğurda hapislere düşmüştü. Muradına 1945 Ağustos'unda erdi, bağımsızlığını ilán eden Endonezya'nın ilk cumhurbaşkanı oldu.
Sukarno, 1965'e kadar ülkesinin tek hákimi olarak kaldı ve o sene yaşanan bir darbe girişiminden sonra evinde göz hapsine alındı ve 1970 Haziran'ındaki ölümüne kadar öyle kaldı.
LÜKS NERMİN’İN LÜKS KIZI
Eseri olan Endonezya'yı 20 sene boyunca demirden bir yumrukla idare etmişti ve sertliği kadar bir başka özelliğiyle de meşhurdu: Kadınlara aşırı düşkünlüğüyle... Gerçi son senelerinde Ratna Dewi adında dünyanın en güzel kadınlarından biriyle evlenmişti ama gözü gene de dışarıdaydı.
Sukarno, 1959 Nisan'ında, zamanın Cumhurbaşkanı Celál Bayar'ın davetlisi olarak Türkiye'ye geldi ve Ankara'daki temasların tamamlanmasından sonra hep beraber İstanbul'a geçildi.
Yalnız gelmişti, İstanbul'da gece tek başına kalmak istemedi, canı hoş bir hatun çekti ve bu talep diplomatik yollardan Türk protokolüne iletildi.
O zamanların İstanbul'unda kalburüstü zevátın ‘‘hanım’’ taleplerini iki ayrı randevucu karşılardı: Şişli ve Taksim taraflarına bakan Lüks Nermin ile şehir dışında, Avcılar taraflarında icrá-yı sanat eyleyen Çanakkaleli Meláhat hanımefendiler...
Gerçi Taksim'deki meşhur saatin altında bekleyen Zurnik isminde bir adamcağız daha vardı, kartvizitinde ‘‘seksüel prodüktör’’ yazılıydı ama elindeki ‘‘mallar’’ az biraz fenaydı ve kalburüstü beyefendilere değil, iş için İstanbul'a gelen Anadolulu tüccar sınıfına hitap ederdi.
SICAK GECE SOĞUK BİTTİ
Dolayısıyla Lüks Nermin'le Çanakkaleli Meláhat arasında tercih yapmak zorunda olan hariciyemiz bu gibi işlerde her zaman Lüks Nermin'i seçerdi. Bu seferde de öyle oldu ve Endonezyalı misafiri memnun edecek bir cins-i látif göndermesi talep edildi. Nermin elindeki en hoş ve en cilveli kızı seçti; giydirdi, süsledi, üzerine şişe şişe hoş kokular boşalttı ve seçkin misafire takdim edilmek üzere protokol memurlarına teslim etti. Memleketinin tanıtımına bu şekilde de olsa hizmette bulunmanın huzuru içindeydi.
Derken, Sukarno hem bu işi, hem de Türkiye'ye yaptığı resmi geziyi tamamladı ve Celál Bayar misafirini şatafatlı bir törenle memleketine uğurladı. Protokolcüler vazifelerini eksiksiz bir şekilde yerine getirmenin huzuru içerisindeydiler. Artık, Cakarta'dan gelecek samimi bir teşekkür mesajı bekleniyordu.
Mesaj gelmesine geldi ama ‘‘teşekkür’’le değil, ‘‘teessüf’’le doluydu. Endonezyalılar ‘‘Cumhurbaşkanımıza İstanbul'da iyi bakmamış, onu hasta etmişsiniz’’ diyorlardı. Söyledikleri hastalık grip yahut nezle değildi, Cumhurbaşkanları Ahmet Sukarno İstanbul'da belsoğukluğuna yakalanmıştı ve hastalığı Lüks Nermin'in gönderdiği kızdan kapmıştı.
CEREMEYİ NERMİN ÖDEDİ
Dışişleri protokolü birbirine girdi. Devlet bu işin altında kalamazdı, bir sorumlu bulunması lázımdı ve işin faturası Lüks Nermin'e çıktı. Ama ‘‘müşteri’’ konumunda olan koskoca devletin randevucu kadına ‘‘Verdiğin mal çürük çıktı’’ demesi tabii ki mümkün değildi ve Lüks Nermin'e hemen bir başka suç yakıştırıldı: Döviz kaçakçılığı... Nermin alelácele mahkemeye çıkartıldı ve bir güzel mahkum edildi. Hapishaneye giderken ‘‘Ulan Allah belánızı versin!’’ diye bağıracaktı. ‘‘Parasını bile vermiyorsunuz, sonra çıkıp hesap soruyorsunuz’’...
Ben, şimdi Van Damme'ın sağlığının merakındayım...
ZAPTİYE
‘Oraya geliyorum’ deyince sus-pus oldular
Türkiye’nin önde gelen hocalarına ve Topkapı Sarayı'nın yöneticilerine haftalar boyunca olmadık hakaretler yağdıran ‘‘dini bütün’’ TV kanalı bana canlı yayına katılıp saray hakkında bildiklerimi açıklama çağrısı yaptı. ‘‘Gününü bildirin, geliyorum’’ dedim ve hálá beklemedeyim. Şimdi, 'haktan yana' görünüp iş yapan kim varsa karalamakla meşgul olan bu kanala bir çift sözüm var: Davetinizi bekliyorum! Çağırın ve işinin ehli insanlara çamur atmanın dilinize doladığınız o 'kul hakkı' kavramıyla ne derece bağdaştığını benden öğrenin!.
Dini bütün bir TV kanalının Topkapı Saray Müzesi ve müzenin yöneticileri hakkındaki karalama yayınından geçen hafta sözetmiştim. Bu ‘‘haktan yana’’, ‘‘dürüst’’ ve ‘‘dini bütün’’ TV, iki hafta boyunca sarayın başta müdiresi Dr. Filiz Çağman olmak üzere orada görev yapan hemen herkesi hiç sıkılmadan hırsızlıkla suçlamış, hatta saraydan geçen sene çalınan ve Kıbrıs'ta ele geçirilen elyazması Kur'an hakında bile ‘‘Bunu da siz çaldınız’’ demeye getirmişti.
‘‘Biz sadece haktan yanayız’’ láflarının arkasına sığınılarak atılan bütün bu çamurlar iki temele dayandırılıyordu: Vakti zamanında sarayda çalışmış bir marangozun iddialarına ve hayali bir belgeye... Gûya sarayın şimdi hayatta olmayan bir müdür yardımcısı, rahmetli Gülgun Tunç bir tarihi eser kaçakçısına mektup göndermiş, müze görevlilerinin ‘‘aldıkları komisyonun azlığından şikáyet ettiklerini’’ söylemişti. Üstelik bu mektup antetli káğıda, tarih ve evrak numarası da konarak yazılıyor ve işe Türkiye'nin en seçkin sanat tarihçileri olan Dr. Filiz Çağman'ın, Prof. Nurhan Atasoy'un ve Prof. Dr. Gülru Neciboğlu'nun isimleri de karıştırılıyordu. Programa katılan emekli marangoz o sırada desteksiz atmakla, emekli bir müze müdürü de meslekdaşlarını karalayan bu iddialara kavuk sallamakla meşguldü.
İleri sürülen belgenin abuk-subukluğu dikkatimi çekti, izini takip edince de bir başka belgeye ulaştım: Adli Tıp Kurumu tarafından verilmiş bir rapora... Dini bütün TV'nin ‘‘belge’’ diye ortaya attığı varakpareyi bundan 5 sene önce gene dini bütün bir başka TV kanalı ileri sürmüş, Kültür Bakanlığı müfettişleri işi adli tıbba havale etmişler ve Adli Tıp Kurumu Başkanlığı'nın 21 Haziran 1996 tarihli raporunda ‘‘belge’’nin altındaki imzanın ‘‘sahte’’ olduğu açıklanmıştı. İş bu kadarla da bitmiyordu, dini bütün TV'nin ‘‘Süleymanname isimli elyazması eserin sayfaları kayboldu’’ yolundaki iddiaları da yalandı, yine 1996'nın 6 Haziran'ındaki bir başka bilirkişi raporu ‘‘Süleymanname’’nin tam olduğunu isbat ediyordu.
İşte, kör gözüm misali böylesine hayali senaryolar üreten, emekli bir marangozun iddialarına mal bulmuş magribi gibi sarılan bu ‘‘dini bütün’’ TV kanalı, ‘‘sarayı İslamileştirme’’ operasyonuna devam etme cesaretini gösteremedi. Ama geçen haftaki yazım zülf-i yáre dokunmuş olacak ki, beni ‘‘canlı yayında açıklama yapmaya’’ çağırdılar. Programın yapımcısını aradım, ‘‘Gününü bildirin, geliyorum’’ dedim ve hálá beklemedeyim.
Şimdi, ‘‘haktan yana olduğunu’’ iddia eden bu programın sorumlularına bir çift sözüm var: Bendeniz buradayım ve davetinizi bekliyorum! Çağırın ve dürüst, işinin ehli ve canla-başla çalışan insanlara çamur atmanın hiç sıkılmadan dilinize doladığınız ‘‘kul hakkı’’ kavramıyla ne derece bağdaştığını benden öğrenin!..
Paylaş