Tezkere sadece savaş için değil hamamda ve haremde de yazılırdı
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Bugün Bakanlar Kurulu'ndan Meclis'e gönderilen yazılar için kullandığımız ‘‘tezkere’’ sözüyle eski devirlerde sadece resmi belgeler kastedilmez, ‘‘tezkere’’ birçok anlama gelir, hatta ‘‘not’’a ve ‘‘pusula’’ya da ‘‘tezkere’’ denirdi.
Tezkerenin, o devirlerde heryerde, meselá haremde yahut hamamda yazıldığı da olurdu. İşte, kimini áşık düştüğü kadınla ilgili olarak zamanın hükümdarının karaladığı, kimini hükümdarın annesinin oğluna cariye takdim ederken kaleme aldığı, kiminde de edebiyat tarihimize geçmiş garip aşkların anlatıldığı birkaç renkli tezkere örneği...
TÜRKİYE, haftalar boyu 'tezkere' ile yatıp tezkere ile kalktı, derken memleketin sınırları tezkereye dar geldi ve bu birkaç sayfalık metin gidip Amerikan yönetiminin gündemine girmeyi başardı. Washington'da Başkan Bush'tan Dışişleri Bakanı Powell'a ve Amerikan ordusunun çok yıldızlı generallerine kadar Irak meselesiyle ilgilenen kim varsa, planlarını şimdi bizim meşhur tezkeremiz doğrultusunda yapıyorlar.
Şimdilerde Bakanlar Kurulu'ndan Meclis'e giden yazılar için kullandığımız 'tezkere' terimi, Arapça 'zikr' sözünden gelir. Kelimenin doğrusu 'tezkire'dir ama günlük konuşmada 'tezkere' halini almıştır.
Biz, eski devirde kısa mektuptan kimlik belgesine, biyografik eserden bazı ruhsatlara kadar birçok kitaba ve vesikaya 'tezkere' derdik. Eski sözlüklerde 'Hatırlamaya yarayan káğıt, pusula ve varaka. Bir şehirdeki resmi daireler veya idareciler arasında teati olunan yazışma. Nüfusa ve esnafa verilen resmi káğıt' diye tarif edilen tezkerelerin çeşitleri de vardı. 'Tezkire-i samiye', sadrazamlık makamından yazılan tezkereye denirdi. Cevabi yazı 'tezkire-i cevabiye', nüfus káğıdı 'tezkere-i Osmaniye', pasaport da 'mürur tezkeresi' idi. Meşhurların kısa hayat hikáyelerinin anlatıldığı kitaplara 'tezkere' denir, bugünün 'not' ve 'pusula'sının karşılığı olarak da 'tezkere' sözü kullanılırdı.
Dolayısıyla, 'tezkere' sadece savaş halinde yahut diğer önemli durumlarda hazırlanan resmi yazıların değil, kısa mektupların bile genel adıydı ve haremden hamama kadar birçok değişik yerden gönderilmiş tezkere örnekleri tarihimizde bol miktardaydı.
İşte, geçmiş asırlardan kalma birkaç ilginç tezkere örneği... Kimini zamanın hükümdarı yazmış, kimini hükümdarın annesi göndermiş, kimi de edebiyat tarihimize malolmuş renkli örnekler...
Sadrazamın bir delikanlıya áşık olma tezkeresi
'TEZKERE', eski dilde belli bir meslek grubuna mensup olanların hayatlarının anlatıldığı eserlerin genel adıdır.
'Tezkire-i evliya'larda, din büyüklerinin hayatı anlatılır. 'Hamamcılar tezkeresi' hamamlardan, hamamların sahiplerinden ve isim yapmış delláklardan bahseder; delláğın maharetlerini ve diğer özelliklerini gelecek kuşaklara nakleder. 'Şuará' yani 'şairler tezkeresi' ise, önemli şairlerden sözeden ve eserlerinden kısa örnekler veren eserlerin genel ismidir.
Şairleri anlatan bu 'tezkere'lerin en önemlilerinden biri, 16. asırda Áşık Çelebi tarafından kaleme alınmıştır ve 'Meşáirü'ş-Şuara' adını taşır. Áşık Çelebi, 1568'de tamamladığı tezkeresinde şairler hakkında çok önemli bilgiler vermesinin yanısıra, o devrin sosyal hayatını da gayet açık bir şekilde yansıtır.
Divan Edebiyatı'nın kurucularından kabul edilen 15. asır şairi Ahmed Veliyüddin Paşa ile ilgili olarak 'Meşáirü'ş-Şuara'da geçen bir bölüm, Türk Edebiyat tarihinin en eski dedikodularından biridir. Hadise, Fatih Sultan Mehmed'in en yakınındaki devlet adamlarından olan şair Ahmed Veliyüddin Paşa'nın birdenbire hükümdarın gözünden düşüp idama mahkûm edilmesi ama cezasının infaz edilmeyerek Paşa'nın sürgüne gönderilmesiyle ilgilidir.
Áşık Çelebi, 'tezkere'sinde İstanbul'a Fatih Sultan Mehmed ile beraber girenlerden biri olan Ahmed Paşa'nın başına gelenleri bakın nasıl hikáye ediyor:
'...Ahmed Paşa'yı çekemeyenler, hükümdara gidip 'Paşa, sizin içoğlanlarınızdan birine áşıktır. Onunla gizlice buluşuyor' deyip iftira attılar.
Sultan Mehmed, imtihan için o oğlanı soyup Ahmed Paşa ile beraber bir hamama koydu. Sonra oğlanın saçlarını tıraş ettirdi ve Ahmed Paşa'ya delikanlının eliyle şerbet gönderdi. Oğlanın hálini gören Ahmed Paşa, hemen o anda 'Zülfün gidermiş ol sanem káfirliğin komaz henüz / Zünnárını kesmiş veli dahı Müselman olmamış' (Sevgilinin uzun saçları gitmiş ama káfirlikten henüz vazgeçmemiş. PapazlarIn bellerine doladıkları kemeri de kesip atmış fakat Müslüman olmamış) diye bir beyit söyleyip derdini ortaya döktü.
Padişah, hamamda olup biteni öğrenince önce Paşa'nın öldürülmesini buyurdu ve kapıcılar odasında hapsettirdi. Paşa, orada hapis iken padişaha her mısraı 'kerem' sözüyle biten bir kaside gönderdi. Kasideyi okuyan Sultan Mehmed, Paşa'ya acıdı, otuz akçe ile Bursa'ya, Sultan Orhan Vakfı'na mütevelli olarak gönderdi...'
Padişahtan sadrazama ‘O avradı iyi saklayın haaa!’ tezkeresi
BAZI padişahlar haremlerindeki kadınlarla yetinmez, saray dışında da gönül eğlendirir, ilişki kurdukları kadın hoşlarına gittiği takdirde onu saraya alabilmenin bir yolunu ararlardı.
Bu işi açıkça yapmaları zordu, zira padişah için bile haremdeki diğer kadınların tepkisini çekme ve şerlerine uğrama tehlikesi vardı. Dolayısıyla saray dışında birisinden yardım almaları gerekirdi ve bu işi genellikle zamanın sadrazamıyla karısı yapardı.
Üçüncü Mustafa da gönlünü harem dışından 'Rif'at' isimli bir kadına kaptırmıştı ama haremdeki kendi hanımlarının şerrinden çekindiği için kadını sadrazamın konağında saklıyordu. Ancak harem halkı, hükümdarın dışarıda birşeyler çevirdiğini hissetmiş ve sadrazamın ailesini sıkıştırmaya başlamıştı. Padişah bir yandan sadrazama 'Karın ve kızın çenelerini iyi tutsunlar' diye tezkereler gönderiyor, bir yandan da Rif'at'ı saraya gizlice getirtebilmenin yollarını arıyordu.
İşte, Üçüncü Mustafa'nın şimdi Topkapı Sarayı Arşivi'nde saklanan Rif'at Kadın ile ilgili bazı tezkereleri.
'Benim vezirim! Kızınıza ve hanımınıza, bizim avratın kimin olduğunu söylememelerini tenbih ediniz. Vaziyet bilinmesin. Cariyelerine de kimseye birşey anlatmamalarını tenbih etsinler. Sonra, size emanet ettiğim o kızın gönderdiğim cariye vasıtasıyla saraya getirilmesini sağlasınlar. Acaba bugün mü, yarın mı gelirler? Saraya Şimşirlik tarafından gelmeleri iyi olur, zira orada hiç kimse yoktur, kapı her zaman kapalıdır ve sadece misafir geldiği zaman açılır'.
Sadrazamın, Rif'at Kadın'ı almaya gelecek olan cariyenin boşboğazlığını ve bu işi beceremeyeceğini hatırlatması üzerine, Üçüncü Mustafa bir başka tezkere gönderir:
'Arzumuz, Rif'at Kadın'ın kimden alındığının ve kimin olduğunun söylenmemesidir. Soran olursa, ‘Bilmiyoruz, elhamdülilláh! Sadece Paşa bilir. Sorduk ama, söylemedi’ desinler. Bu işle uğraşan kadın da Rif'at Kadın'a bir çeki-düzen versin ve bazı şeyleri öğretsin. Benim hakkımda ‘Sakın yanından ayrılma, başkalarına bakma, o senin kocandır, yanına sokul ve gereğini avratçasına yap’ diye nasihat etsin'.
Saraya böyle gizli-kapaklı yollardan getirilen Rif'at Kadın, Üçüncü Mustafa'nın dördüncü hanımı oldu. Kocasının 1774'teki ölümünden sonra 29 sene tek başına yaşadı, hayata 1803'te veda etti ve Haydarpaşa tarafına defnedildi (Çağatay Uluçay'ın 'Harem Hayatının İçyüzü' adlı eserinden).
Valide Sultan’dan padişaha ‘Şu cariyeyi bir tadıver’ tezkeresi
BEZMİÁLEM Valide Sultan, İkinci Mahmud'un karısı, Sultan Abdülmecid'in de annesiydi.
Oğlunun 1839'da tahta geçmesi üzerine 'Valide Sultan', yani 'imparatoriçe' oldu. 1853'ün 2 Mayıs'ında öldüğünde 40'lı yaşlardaydı ve arkasında çok sayıda hayır eserinin yanısıra, Osmanlı tarihinin en zengin vakıflarından birini bıraktı. Bezmiálem Vakıf Gureba Hastahanesi, Terkos Gölü'ndeki ilk içme suyu şebekesi, Dolmabahçe Camii, Cağaloğlu'nda şimdi 'Anadolu Lisesi' olan eski İstanbul Kız Lisesi, Akaretler'deki Valide Çeşmesi ve ilk Galata Köprüsü, Bezmiálem Valide Sultan'ın yaptırdığı hayır eserlerinden sadece birkaçıydı.
Bezmiálem Valide'nin oğluna olan sevgisi, ona kendi elleriyle cariye hazırlayıp gönderecek derecedeydi.
Yan tarafta, Valide Sultan'ın oğlu Sultan Abdülmecid'e yazdığı ve rahmetli Haluk Şehsuvaroğlu'nun bundan 50 küsur sene önce yayınladığı bir belgeyi görüyorsunuz. Bezmiálem Valide, samimi bir üslupla ama bozuk bir imlá ile kaleme aldığı bu tezkeresinde, hükümdar oğluna bakın neler diyor:
'Benim arslanım, bir cariye hazırlamış(tım). Çabuk kalkmadığınızdan meksolundu (beklendi). Makbul sureti göster efendim. 'Acaba hazzeder mi?' (Beğenir mi, zevk alır mı) diye pek üzülüyor. Benim güzelim, şimdi görseniz güzel olur. Benim yanımdadır. Gündüz gözü ile gör. Hazinedarlar ile gönderirim'.