Sauna yokken kurulan hamam çetesini iki ayda tepelemiştik

Ankara’da ortaya çıkartılan "sauna çetesi", bana bundan 276 sene önce Bayezid’deki bir hamamda örgütlenen ve işi ihtilále kadar götüren ilk devlet çetemizi, Patrona Halil’in kurduğu çeteyi hatırlattı.

Devrin şartları yüzünden örgütlenmenin önüne ilk zamanlarda geçemeyen, hatta çetenin Lále Devri’nin hükümdarı Üçüncü Ahmed’i 1730’da devirerek iktidarı elde etmesine bile gözyummak zorunda kalan devlet, gücünü topladığı anda çetecileri birkaç saat içerisinde tepelemiş, Patrona Halil ile arkadaşlarını saray muhafızlarına parçalatmıştı.

GÜNLERDİR, Ankara’daki "sauna çetesi"ni konuşuyoruz. "Sauna", málumunuz, hamamın modernleşip Avrupai hale gelmiş şeklidir. Buhar odası göbek taşımız, havuz da camekánlı oda ve soğukluk niyetine kullanılır.

Hamamın devlet içerisindeki rolü, bizde oldukça eskilere gider. Meselá, Yıldırım Bayezid’in 1402’deki Ankara Savaşı’nda Timur’a mağlup olması üzerine hükümdarın oğulları arasındaki iktidar mücadelesinin yarattığı ve 11 sene boyunca yaşadığımız karmaşa yılları, yani tarihlere "Fetret Devri" diye geçen dönem, hamamlarda noktalanmıştır. Yıldırım Bayezid’den sonra iktidarı bir müddet ellerinde tutan oğulları Emir Süleyman ile İsa Çelebi, diğer kardeşleri tarafından bir türlü vazgeçemedikleri hamam meraklarından istifade edilerek ortadan kaldırılmış, her ikisi de hamam sefası sırasında yapılan baskınlarla canlarından olmuşlardır.

Ankara’daki sauna çetesi, bana hamamlarımızın tarihteki yerini ve bundan 276 sene önce ortaya çıkan, devleti ele geçirecek derecede büyüyen ve güç belá tepelenen ilk hamam çetemizi hatırlattı: Lale Devri’ne ve İstanbul’un eski zarafetine nihayet veren 1730’daki meşhur ayaklanmanın lideri Patrona Halil’in çetesini...

HAMAMCILAR SARAYA

Tahtta Üçüncü Ahmed, sadaret yani başbakanlık makamında da hükümdarın damadı Nevşehirli İbrahim Paşa vardı. Devlet, uzun süren savaşlardan artık bıkmış, huzur arıyordu. Üçüncü Ahmed ile İbrahim Paşa, huzuru zevke ve safaya dalmakta buldular.

İstanbul’da geniş bir imar ve inşaat faaliyetine girişildi. Şehrin dört bir yanında yeni saraylar yükseliyor, ismi o zamanlar Sádábád olan bugünün Káğıthane’sinde sıra sıra köşkler inşa ettiriliyor, planları Fransa’da çizdirilen bahçelerde hemen her gece birbirinden şık eğlenceler tertip ediliyor, binbirgece masalları yaşanıyordu. Zamanın sosyetesini bir lále merakıdır sarmıştı. Hollanda’dan getirtilen lále soğanlarına keselerle altın ödeniyor ve bahçeler bu lálelerle bezeniyordu. Tarihçi Ahmed Refik, 20. asrın başlarında o yıllardan "Lále Devri" diye bahsedecek ve bu söz artık tarihlere geçecekti.

Devletin tepesinde 1718’de başlayan tatlı hayat, tam 12 sene devam etti. İş sadece eğlencede kalmadı, kültür hayatında ve sanayide de hamleler yapıldı. 1727 Temmuz’unda saraydan izin alan İbrahim Müteferrika, Türkiye’de Türkçe kitap basan ilk matbaayı kurdu, ardarda dokuma ve çini fabrikaları açıldı ama ekonomi bozuldukça bozuluyordu. Vergiler arttırılmıştı fakat halkta vergiyi ödeyecek güç kalmamış, işsizlik başta İstanbul ve Anadolu olmak üzere imparatorluğun dört bir yanını sarmıştı. Eğlenceler devam ederken sıkıntılar ve homurdanmalar da giderek arttı ve 1730 sonbaharında patlama noktasına geldi.

Derken, ortaya vaktiyle "patrona" denen bir amiral gemisinde askerlik ettiği için bu isimle bilinen Halil adında bir hamam tellákı çıktı. O günlerde Bayezid’den Aksaray’a inen ana caddenin sağında kalan büyük hamamda telláklık yapan Halil, etrafına topladığı çok sayıda işsizle beraber isyan etti. İsyancılara yeniçeriler de katıldılar, zindanlardaki mahkûmlar salıverildi ve şehirde bir anda bir yağma histerisi başladı.

BİRKAÇ SAAT SÜRDÜ

Patrona Halil ile yandaşlarının sarayın kapılarına dayanması üzerine Üçüncü Ahmed ortalığı sakinleştirebilmek için başta damadı İbrahim Paşa olmak üzere önde gelen bazı devlet adamlarını idam ettirdi ve cenazelerini, öküz arabalarına koydurup ásilere verdi. Paşa’nın cesedi sokaklarda sürüklendi, hattá "Yahu, adam meğerse sünnetsizmiş" diye söylentiler bile çıktı ve isyanın daha da büyümesi, padişahın tahtından indirilmesiyle sağlanabildi.

Topkapı Sarayı’nda bir odaya hapsedilen Üçüncü Ahmed’in yerini Birinci Mahmud aldı. Yeni padişah, isyancıların Káğıthane’de inşa edilen ve "Sádábád Köşkleri" diye bilinen 120 kadar binayı yakmaya kalkışmalarına güçlükle engel olabildi ve "Yakmamalarını, sadece yıkmalarını" rica etti. Yağma tam üç gün sürdü, eski debdebeden tek bir eser bile kalmadı, hızlarını alamayan ásiler küçük fabrikalarla imaláthaneleri bile yağmaladılar ve matbaanın bir kısmını da tahrip ettiler.

Şehirdeki terör iki ay boyunca devam etti, bu müddet zarfında devlete ásiler hákim oldu, hattá Patrona Halil, vaktiyle kendisine veresiye et veren Yanaki adındaki bir kasap çırağını vali tayin ettirecek derecede güç kazandı. Yeni hükümdar Birinci Mahmud, devleti bu hale getiren isyancıları ancak iki ay sonra ve kanlı bir şekilde ortadan kaldırabildi. Bir merasim bahanesiyle saraya davet edilen Patrona Halil ile adamları, saray muhafızları tarafından parça parça edildiler.

Devrin şartları yüzünden örgütlenmenin önüne ilk zamanlarda geçemeyen, hatta çetenin iktidarı elde etmesine bile gözyummak zorunda kalan devlet, gücünü topladığı anda çeteyi birkaç saat içerisinde tepelemişti.

Enver Paşa’nın Rusya’da bulup hanımına hediye ettiği zümrüt, mezata çıkıyor

İSTANBUL’
da, önümüzdeki pazar günü yapılacak olan müzayedede büyük bir aşkın son hatırası el değiştirecek ve son dönem Türk tarihinin çok önemli isimlerinden olan Enver Paşa’nın büyük aşkla bağlandığı eşi Naciye Sultan’a hediye ettiği zümrüt, yeni sahibini bulacak.

"Alifart" müzayede kuruluşu tarafından 5 Mart günü yapılacak müzayedede mezata konacak olan zümrütün maceralı ve hüzünlü bir öyküsü var.

Birinci Dünya Savaşı, bizim ve müttefiklerimizin yenilgisiyle sona ermiş, savaşa Almanya safında katılmamızın mimarlarından olan Enver Paşa, iktidardaki İttihad ve Terakki Partisi’nin ileri gelenleriyle beraber 1918’in 1 Kasım gecesi Türkiye’den ayrılmıştı.

DAHA 41 YAŞINDAYDI

Paşa’nın o zamana kadar gayet maceralı geçen hayatı, artık daha da maceralı olacaktı. Kafkasya’ya, oradan da Berlin’e gitti; "Turan İmparatorluğu" kurma hayaliyle Rusya’ya geçmeye çalıştı, sahte kimliklerle yaptığı bu yolculukların ilk ikisinde tutuklandı ama üçüncüsünde Moskova’ya ulaşmayı başardı. Sovyetler’den beklediği desteği göremeyince Buhara’ya geçti ve Ruslar’a karşı savaşan Özbekler’i teşkilátlandırmaya çalıştı. 1922’nin 4 Ağustos sabahı Ruslar’ın saldırısına uğradı. Çegan Tepesi’nde ön safta çarpışırken Rus kurşunlarıyla can verdiğinde henüz 41 yaşındaydı.

Bugün Tacikistan’ın sınırları içerisinde kalan Abıderya Köyü’ne defnedilen Paşa’nın mezarı, zamanla evliya türbesi haline geldi. Kemikleri ise, şehid düşmesinin 74. yıldönümünde Türkiye’ye getirildi, 5 Ağustos 1996’da yapılan devlet töreniyle İstanbul’daki Hüriyyet-i Ebediyye Tepesi’ndeki anıtmezara, diğer İttihadçı kader arkadaşlarının yanına defnedildi.

Paşa’nın Sultan Abdülmecid’in torunu olan hanımı Naciye Sultan, kocasının Türkiye’den ayrılmasından hemen sonra Almanya’ya gidecek, Enver Paşa büyük bir aşkla bağlı olduğu hanımına Rusya’dan ve Orta Asya’dan, tamamı yaklaşık 2 bin sayfa tutan hasret mektupları yazacaktı. Paşa, bu mektuplarda samimi ve coşkulu aşkını aksettirirken, sürgündeki siyasi ve askeri faaliyetlerini de gün gün ve ayrıntılarıyla anlatıyordu.

MOSKOVA MEKTUBU

Enver Paşa
işte bu mektuplarından birinde, 1921’in 22 Temmuz’unda Moskova’dan gönderdiği mektupta, bir taştan bahsediyordu. Moskova’da gördüğü bir taşın "arslanım" diye hitap ettiği hanımı Naciye Sultan’a láyık olduğuna inanmış, bütün parasızlığına rağmen taşı ne yapıp edip satın almış ve Berlin’de bulunan hanımına Alman istihbaratı vasıtasıyla göndermenin yolunu bulmuştu. Mektupta "Ruhum, bugün bir büyük taş gördüm, bunu Cici’me almak istedim fakat param yok. Yalnız, başka bir şekil buldum. Bu taşı alıp gönderiyorum. Cicim’in ufak, 11 kadar taşı vardı. Bunları sattırırsınız, sonra da bunun gibi ehemmiyetsizler var ise satılsın. ...Cidden, arslanıma láyık bir taş. Ara sıra böyle deliliklerime bakmazsın değil mi ruhum? ...Allah’a emanet ederim. Yavrularımı da öp. Enver’in" diyordu.

Bu ufak zümrüt, Enver Paşa’nın Naciye Sultan’a gönderdiği son hediyelerden biri olacaktı. Naciye Sultan, gurbette can veren kocasından kalan bu hüzünlü hatırayı bir montüre koydurarak yüzük olarak kullanacak, montür daha sonra zamanın modasına göre defalarca değiştirilecek ama taş hep aynı kalacak, Sultan’ın 1957’deki vefatından sonra várislerine intikal edecek, daha sonra yine el değiştirecek ve macerası Naciye Sultan’ın diğer birkaç parça mücevheriyle beraber önümüzdeki hafta yapılacak olan mezata kadar uzanacaktı.

İşte, Enver Paşa’nın son hatıralarından biri olan ve şimdi yeni sahibini bekleyen zümrütün hüzünlü öyküsü...
Yazarın Tüm Yazıları