Özal’ı tam zamanında mumyaladık Fatih’i ise unutup kokutmuştuk

GATA’nın eski komutanı Prof. Tümgeneral Ömer Şarlak’ın, kokmaması için Turgut Özal’ın naaşını mumyaladıklarını açıklaması, bana iktidar mücadelesi yüzünden Türk tarihinin en önemli hükümdarlarından birinin cenazesini bir köşede unutup kokmaya terketmemizi hatırlattı.

Hayata 1481’in 3 Mayıs’ında Maltepe taraflarında veda eden Fatih Sultan Mehmed’in naaşı Topkapı Sarayı’na getirilip bir odaya konmuş ama paşalarla vezirler iktidar kavgasına tutuşunca cenazenin mumyalanması unutulmuş ve sarayı dayanılmaz bir koku sarınca ‘Hay Allah, hünkárı tahnit ettirmek hatırımıza gelmedi’ denip kokmuş cesed alelácele mumyalatılmıştı.

GATA’nın eski komutanı Prof. Tümgeneral Ömer Şarlak, vefatından beş gün sonra defnedilen Turgut Özal’ın naaşını, kokmaması için daha önceden mumyaladıklarını söyledi. Şarlak Paşa’nın anlattığına göre, 17 Nisan 1993’te vefat eden Özal’ın vücut boşluklarına hemen o akşam formol enjekte edilmiş, derisine formalin sürülmüş ve cenaze beş gün sonraki defne kadar bu işlem sayesinde kokmadan ve bozulmadan kalmıştı!

Paşa’nın söyledikleri beni hiç şaşırtmadı, zira devlet adamlarını mumyalamak bizde Şamanizm zamanından kalma bir gelenekti ama Türk usulü mumyalama eski Mısır’daki gibi cesedin içini boşaltarak ve sarıp sarmalayarak değil ‘kurutarak’ yapılmakta, cenaze birtakım kimyasal işlemlerden geçirildikten sonra ‘pastırma’ halini almakta ve zaman geçtikçe sertleşmekteydi.

Gerçi rahmetli Özal’ın naaşına yapılan operasyon mumyalamadan ziyade kısa süreli bir tahnit ameliyesi idi ama bana eskiden várolan hükümdarlarımızı mumyalama geleneğimizi hatırlattı ve mumyalama konusunda asırlar önce yaşadığımız bir ayıbımızı, Fatih Sultan Mehmed’in naaşını nasıl kokuttuğumuzu anlatayım dedim.

İKİ AYRI LÁHİT VAR

Eski Türklerde devlet büyüklerinin mezarları genellikle ‘zir-i zemin’ şeklinde yapılırdı. ‘Zir-i zemin’, ‘zeminin altı’ demekti ve cenaze yer seviyesinin aşağısında bulunan bir odaya defnedilir; cesed mumyalanır ve mumya bu odadaki bir láhdin içine konurdu. Merdivenin alttaki ilk basamağından yukarıya duvar örülür, son basamağın üzerine bir kapak konur, odanın yukarıyla alákası kesilir, üst tarafta mezarın bulunduğu yere isabet eden noktaya bir başka láhid yapılır ve türbe niyetine bu láhid ziyaret edilirdi.

Uzaklardaki savaşlarda can veren hükümdarın cenazesinin başkente getirilmesi bazan haftalar süreceği için mumyalanması zaten şarttı. Naaşın iç organları çıkartılıp hükümdarın şehid olduğu yere gömülür ve cenaze tahnidden sonra başkente doğru yola çıkarılırdı. Murad-ı Hüdavendigár’a yani Birinci Murad’a ve Kanuni Süleyman’a da böyle yapılmıştı ve Sultan Murad’ın Bosna’daki, Kanuni’nin de Macaristan’daki ikinci mezarlarında, iç organları gömülüydü.

FATİH, ODADA KALDI

Fatih Sultan Mehmed
de başkentinden uzakta vefat eden hükümdarlarımızdandı. Ama padişahın ölümünden sonra devletin üst kademesi tahta kimin geçeceğinin kavgasına tutuşunca cenazenin tahnidini unutmuş ve koskoca Fatih’in naaşını kokutmuşlardı.

Yeni bir sefere çıkmak için 1481’in 27 Nisan’ında 300 bin kişilik ordusuyla İstanbul’dan ayrılan Fatih, 3 Mayıs günü Maltepe civarındaki Hünkár Çayırı’nda hayata veda etti. Vezirleri, hükümdarın Anadolu’da valilik yapan iki oğluna, Şehzade Bayezid ile Cem’e babalarının vefatını haber verdiler ve hemen İstanbul’a gelmelerini istediler. Cenaze, bu arada gizlice Topkapı Sarayı’na nakledildi.

Ama, hükümdarın vefatının duyulması bütün çabalara rağmen önlenemedi ve İstanbul’da tam bir anarşi yaşandı. Askerler şehri yağma ediyor, sevmedikleri devlet adamlarını sokak ortasında parçalıyor, devletin büyükleri ise tahta kimin geçeceği konusunda birbirleriyle mücadele ediyorlardı.

Şehirde bütün bunlar olup biterken ve paşalar iktidar için birbirlerinin gözünü oyarlarken Fatih’in cenazesinin tahnid edilmesi unutuldu, hatta naaşın başında mum yakılması ádeti bile kimsenin hatırına gelmedi ve cesed koktu. Devletin büyükleri, cesedle alákadar olunması gerektiğini saray görevlilerinin etrafı saran ağır kokuya dayanamaz hále gelip şikáyete başlamaları üzerine hatırlayabildiler. Tahnid işi bir uzman ve hükümdarın baltacılarının kethüdası, yani o zamanın bir çeşit saray muhafızı olan Kasım adındaki bir zat tarafından yapıldı.

Kargaşa, Fatih’in Amasya’da valilik eden büyük oğlu Bayezid’in 21 Mayıs günü İstanbul’a gelip vaziyete hakim olmasına kadar devam etti. Bayezid, babasının cenazesini hemen ertesi günü, çok büyük bir merasimle Fatih’teki camiye defnedecekti.

KOKUDAN KAÇTILAR

Fatih
’in naaşıyla yakından alákadar olan ve dayanılmaz kokuya rağmen tahnidi yapan Baltacılar Kethüdası Kasım ise, terfi ettirilerek ‘kapıcı’ kadrosuna alındı. Kasım, sarayda bir köşede unutulan cenazenin kokması hadisesini daha sonraları İkinci Bayezid’e raporu andıran bir yazıyla duyuracak ve ‘Devletlu sultanım, babanın ruhu için bu yazdıklarımı sonuna kadar oku. Bu fakir kul, devletlu hünkárın (Fatih’in) baltacılarının kethüdası idim. Hünkárın vefatından sonra, üzerinde üç gün üç gece mum yanmadı. Vardım, Kapıcılar Kethüdası’na söyledim, o da İshak Paşa’ya söyledi, paşa emredince mum yaktım. Ama koku yüzünden cenazenin yanına kimseler yaklaşamadı. Ben, usta ile gidip cenazenin içini boşalttım. Bu anlattıklarımı kethüdamız da bilir’ diyecekti.

Şarlak Paşa’nın Özal’ın naaşının vefat ettiği günün akşamı tahnid edildiğini açıklaması, bana işte bu hadiseyi hatırlattı. Yani, Fatih Sultan Mehmed gibi tarihimizin en büyük hükümdarlarından birinin cenazesini bile iktidar kavgası yüzünden çürütüp kokutmamızı...

Fatih Sultan Mehmed’in Fatih’teki türbesi boştur!

KONU
padişah mumyalarından ve Fatih’in naaşından açılmışken, Fatih ile ilgili olan ve çok az kişi tarafından bilinen bir söylentiyi yazmadan edemedim: Fatih Sultan Mehmed’in kendi inşa ettirdiği camiin hemen yanıbaşındaki türbede değil, başka bir yerde defnedilmiş olduğu söylentisini...

1800’lerin sonu, İkinci Abdülhamid’in iktidar yıllarıdır. İstanbul’da Nisan yağmurları her zamankinden fazla yağmış, şehri seller götürmüş, Fatih ve Karagümrük tarafları göle dönmüştür.

Büyük selin hemen ertesi günü, semt sakinleri arasında bir dedikodu çıkar: Fatih Sultan Mehmed gece rüyalarına girmiş, ‘Boğuluyorum, beni kurtarın’ demiş ve Abdülhamid, söylentilerden ánında haberdar olmuştur.

Padişah, itfaiye kumandanı Mehmed Paşa ile amcası Sultan Abdüláziz’in damadı Şerif Paşa’yı hemen türbeye gönderir. Mezarı açıp cenazeyi kontrol edecek, rüyanın doğru olup olmadığını araştırıp rapor vereceklerdir. Ama göndermeden önce her ikisine de türbede göreceklerini hiçbir yerde söylemeyeceklerine dair sıkı sıkı yemin ettirir.

Paşalar, türbeye gider ve sandukayı kaldırıp mezarı kazdırırlar. Bir hayli derine inmişlerdir ama ortada Fatih’in cesedinden eser yoktur. Derken, önlerine demir bir kapak çıkar, açarlar ve taş bir merdiven görürler. Ellerine birer lamba alıp merdivenden iner, bu defa daha derinlere uzanan bir dehlizle karşılaşırlar. Metrelerce yürür ve ufak bir salonu andıran bir başka mekána gelirler.

Ortada musalla taşını andıran bir mermer, mermerin üzerinde de bir tabut durmaktadır. Bir hayli zorlanarak tabutu açar ve içinde bozulmamış bir mumya bulurlar: Fatih’in mumyasını. Hükümdarın yüzü, hálá zamanında çizilmiş resimlerdeki gibidir.

Paşalar mumyanın başında dua eder, sonra tabutun kapağını kapayıp hayatta bulunan bir hükümdarın huzurundan ayrılma protokolüne riayet ederler; sırtlarını mumyaya dönmeden, adımlarını geriye doğru atarak uzaklaşırlar. Yukarıya çıkar, kapağı kapatır, sandukayı da yerleştirir ve gördüklerini Sultan Abdülhamid’e anlatırlar. Padişah, Fatih’in mezarını su basmamış olmasından dolayı gayet memnun olur ve Paşalar’a ettikleri yemini hatırlatıp ‘Yemininize sadık kalınız, gördüklerinizi unutunuz!’ diye ihtar eder.

Ama aradan çok seneler geçince, Damad Şerif Paşa yeminini bir tarafa koyup hadiseyi yakınlarına anlatır.

Damad Şerif Paşa, yahut Cumhuriyet dönemindeki adıyla Şerif Çavdaroğlu, hadiseyi 1940’lı senelerde o zamanın en meşhur kalem erbábından olan İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Mercan’daki konağında yapılan musikili bir sohbet meclisinde de söyler ve anlattıkları o günlerde çıkan bir tarih dergisinde sansürlü bir biçimde yayınlanır. Şerif Paşa’nın bu mumya macerasını, İbnülemin’in konağına devam eden ve Paşa’nın söylediklerine bizzat şahit olan birkaç kişiden, bundan senelerce önce ben de dinlemiştim.

Fatih Sultan Mehmed’in mumyalanmış cesedinin kendi adıyla anılan camiin hemen yanıbaşındaki türbesinde mi, yoksa bir başka mekánda mı olduğu muammasının çözümü, bugün aslında son derece kolay bir iş. Arkeologların ve hazine avcılarının kullandıkları yerin altını gösteren dedektörler vasıtasıyla birkaç saatte halledilebilecek bir mesele!
Yazarın Tüm Yazıları