Osmanlı demokrasisi kitap yırttı diye padişahı bile tahtından indirmişti
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 82 yaşındaki orman mühendisi Mehmet Fethi Dördüncü’nün Atatürk’ün Selánik’te doğduğu evdeki ziyaretçi defterine yazdığı eleştirileri yırtmasını günlerdir tartışan Türkiye, 20. yüzyılın ilk yıllarında da Sultan Abdülhamid’in bir kitabın sayfalarını yırttırıp yaktırması söylentileriyle meşguldü.
Şimdilerde pek hatırlanmaz ama, Abdülhamid’in 1909’un 27 Nisan’ında tahtından indirilmesinin ilk resmi gerekçesi ne meşhur 31 Mart ayaklanması, ne seneler boyu devam etmiş olan istibdadı, ne de bir başka siyasi meseleydi. Abdülhamid’in 33 senelik iktidarına "bazı kitapları yakıp yırttığı" yolundaki bu suçlama yüzünden son verilecekti ve kitap yırtma konusu, zamanın şeyhülislámından alınan "hal fetvası"nın yani hükümdarın tahtından indirilmesinin dini bakımdan bir mahzur taşımadığını yolundaki fetvanın da hemen girişinde yeralacaktı.
SELÁNİK’te hafta içerisinde yaşanan "defter yırtma" tartışmasını ayrıntılarıyla yazmama gerek yok, zira hadise günlerdir gündemimizin ilk sırasında... Sadece, Türkiye’de bundan 97 sene önce bir başka "kitap yırtma" hadisesinin yaşandığını ama o zamanki tartışmanın hükümdarın tahtına málolduğunu anlatmakla yetineceğim...
Bugün, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 82 yaşındaki orman mühendisi Mehmet Fethi Dördüncü’nün Atatürk’ün Selánik’te doğduğu evde bulunan ziyaretçi defterine yazdığı eleştirileri yırtmasını tartışan Türkiye, 20. yüzyılın ilk yıllarında da Sultan Abdülhamid’in bir kitabın sayfalarını yırttırıp yaktırması söylentileriyle meşguldü: Abdülhamid, iddiaya göre, Hazreti Muhammed’in hadislerinin yeraldığı "Sahih-i Buhari" isimli eserin bazı sayfalarını o sayfalardaki hadisler "iktidarını zayıflatabileceği" endişesiyle yırttırmış ve kitabın bazı nüshalarını da yaktırmıştı.
FETVA ARADILAR
Abdülhamid’e yönelik bu suçlama, daha sonraları dallanıp budaklanacak ve siyasi bir mahiyet alacaktı. Artık pek hatırlanmaz ama, Abdülhamid’in 1909’un 27 Nisan’ında tahtından indirilmesinin ilk resmi gerekçesi ne meşhur 31 Mart ayaklanması, ne seneler boyu devam etmiş olan istibdadı, ne de bir başka siyasi meseleydi. Abdülhamid’in 33 senelik iktidarına "bazı kitapları yakıp yırttığı" yolundaki bu suçlamayla son verilecekti ve kitap yırtma konusu, zamanın şeyhülislámından alınan "hal fetvası"nın yani hükümdarın tahtından indirilmesinin dini bakımdan bir mahzur taşımadığını yolundaki fetvanın da hemen girişinde yeralacaktı.
İşte, Abdülhamid’in tahtına málolan bu kitap yırtma ve yakma suçlamasının kısa öyküsü...
İstanbul’da 1909’un Rumi takvimle 31 Mart, Miládi takvimle de 13 Nisan günü, tarihlere "31 Mart ayaklanması" diye geçen kanlı hadiseler yaşandı. İsyancı askerler imparatorluğun başkentine günler boyu hákim oldular ve ayaklanma, Selánik’teki bazı birliklerin "Hareket Ordusu" adı altında İstanbul’a girip ásileri temizlenmesiyle son buldu.
Hükümdara muhalif politikacılar ve askerler, ayaklanmayı Abdülhamid’in desteklediği konusunda ellerinde kesin bir delil bulunmamasına rağmen, isyanın hükümdarın tahttan indirilmesi için uygun bir bahane olduğunu gördüler. Parlamento da, Abdülhamid’in "hal"lini, yani tahtından indirilmesini istiyordu ama bunun için fetva lázımdı.
Fetvanın müsveddesini, o dönemde milletvekili olan sonraki senelerin meşhur din álimi Elmalılı Hamdi Efendi kaleme aldı. Sonra, metnin resmiyet kazanması için fetvayı bizzat yazıp şeyhülisláma imzalatmakla görevli olan "fetva emini" Hacı Nuri Efendi parlamentoya getirildi.
UĞURSUZLUK KORKUSU
Ama, Nuri Efendi "Halde şeámet vardır" yani "Tahttan indirme uğursuzluk getirir" dedi ve hazırlanan müsveddeyi imzalamak istemedi. Sultan Abdüláziz’inhalledilmesinden sonra yaşanan feláketleri hatırlattı, "muhacirlerin çocuklarını omuzlarında taşımaktan omuzlarının çürüdüğünü" nakletti ve Meclis’in ısrarı hálinde istifa edeceğini söyledi.
Meseleyi tartışan komisyon bunun üzerine fetvanın iki seçenekle yazılmasını benimsedi. Metinde hükümdara tahttan feragat teklif edilirken, azilden de bahsedilecekti. Değişikliğe razı olan Nuri Efendi fetvayı kabul etti ve metni Şeyhülislám Mehmed Ziyaeddin Efendi de imzaladı. Ama, fetvanın alınmasından sonra toplanan milletvekilleriyle senatörler, hükümdarın tahttan feragatini istemeyip indirilmesinde ısrar ettiler ve bir Türk, bir Ermeni, bir Yahudi ve bir de Arnavut’tan oluşan parlamento heyeti Yıldız Sarayı’na gitti ve Abdülhamid’e tahttan indirildiğini tebliğ etti.
İşte, hükümdarın 33 senelik iktidarına son veren bu fetvada yazılı olan gerekçelerin başında, Abdülhamid’in "bazı dini kitapları yırttırıp yaktırdığı" iddiası vardı ve iddia uzun seneler boyu devam etmiş bir söylentiye dayanıyordu.
Abdülhamid, hadiseden birkaç sene önce, Sünni İslam dünyasının en muteber hadis kitabı olan "Sahih-i Buhari" isimli eseri gayet şık bir baskıyla yayınlatmıştı. Ama hükümdar, bir iddiaya göre, eserde "Halka zulmeden idarecilere karşı ayaklanmak haktır" şeklindeki bazı hadislerin bulunduğunu yayından sonra farketmiş ve bu hadislerin geçtiği sayfaları yırttırmış, eserin bazı cildlerini de yaktırmıştı.
’FESÜPHÁN ALLAH’ DEDİ
Padişahı tahttan indiren fetva bu suçlama ile başlıyor, "Müslümanlar’ın imamı olan kişi muteber dini kitapları yırtıp yakarsa" dendikten sonra başka iddialar da sıralanıyor ve metnin sonunda "Bütün bu işleri yapan kişiye tahttan feragat teklif edilmesi yahut o kişinin tahtından indirilmesi vácip olur mu?" diye soruluyordu. "Olur" cevabıyla biten fetvanın altında Şeyhülislam Mehmed Ziyaeddin Efendi’nin imzası vardı.
Abdülhamid, kendisine tebliğ edilen hal kararını sakin bir şekilde dinledikten sonra "Ne yapalım, Allah’ın takdiri böyleymiş" meálinde birkaç söz edecek ama "kitapları yakıp yırttığı" suçlamasına karşı çıkarak "Fesüphánallah! Ben hangi kitabı yakmışım yáhu!" diyecekti.
Daha önce yaşadığımız "kitap yırtma" tartışmasının öyküsü, kısaca işte böyle... Başbakan’ın Selánik’teki defterin sayfasını yırtmaya yahut 82 yaşındaki orman mühendisi Mehmet Fethi Dördüncü’nün böyle bir deftere yer yer ağır hakaretlerle dolu bir metin yerleştirmeye hakkı olup olmadığının kararını da siz verin.
Abdülhamid hakkında láfa değil belgeye dayanan bir eseri nihayet yayınlayabildik
BENİM çocukluğum, Sultan Abdülhamid zamanını herşeyiyle yaşamış, 31 Mart hadisesini görmüş, hattá hükümdarın yakın çevresiyle temasta bulunmuş olan İstanbullular’ın arasında geçti. Abdülhamid’in bahsinin edilmediği bir gün, neredeyse yok gibiydi.
Yaşlı hanımlar, o devirden "boluk ve bereket yılları", erkekler ise "nefes almaya bile korkulan zamanlar" diye bahsederlerdi. Bolluk inancının gerisinde devletin temel gıda maddelerinin seneler boyu sübvanse edilmesi politikasının bulunduğunu çok sonraları farkettim. Abdülhamid’in cenazesinin kaldırılması sırasında İstanbul hanımlarının evlerinin pencerelerine çıkıp "Bize ekmeği on paraya yediren hükümdarımız, nereye gidiyorsun?" diye ağlayıp feryad etmelerinin sebebi, işte sadece görünürde várolan ama devlet bütçesine büyük zararlar veren bu ucuzluktu.
FİZAN’A SÜRGÜN KORKUSU
Gençlik yılları Abdülhamid’in iktidar devrine rastlayan İstanbul beyleri ise, her an Sultan Hamid’in jurnalcilerinden bahseder ve "Üç kişi birarada görülecek olsak, her an Fizan’a sürülme ihtimalimiz vardı" derlerdi. Abdülhamid zamanı, erkekler için genellikle korku ve terör devri olmuştu.
Sultan Abdülhamid, bugün bir kesime göre "Ulu Hakan", bir başka kesime göre ise "Kızıl Sultan" kabul ediliyor ve ifratla tefrit arasındaki bu bocalamamız bir türlü bitmek bilmiyor. Türk tarihinin en tartışmalı şahsiyetlerinden olan İkinci Abdülhamid hakkında, işte bu yüzden ortaya hálá dörtbaşı mamur bir eser koyamamış haldeyiz.
Son dönem Türk tarihçiliğinin genç ve önemli isimlerinden olan Prof. Dr. Vahdettin Engin, Osmanlı Arşivi’nde yaptığı uzun çalışmalardan sonra yayınladığı "İkinci Abdülhamid ve Dış Politika" isimli son eserinde, hükümdara "Kızıl Sultan" yahut "Ulu Hakan" çerçevesinden değil, belgelerden yola çıkarak yaklaşıyor. Prof. Engin, bu tartışmalı padişah konusundaki ilk ciddi ve belgeli eserlerden olan kitabında Abdülhamid’i zaaflarının yanısıra zamanının milletlerarası siyasi zorlamaları açısından değerlendiriyor.
Abdülhamid’in kitapta yeralan yazışmaları arasında bulunan Türk-Amerikan ilişkileri ve Ermeni meselesi hakkındaki belgelerinin dışişleri mensuplarımız tarafından bugün bile dikkatle okunması gerektiğini hatırlatırken, genç bilim adamı Vahdettin Engin’i böyle bir eser verdiği için tebrik ediyorum.