Paylaş
Bugün, eskilerin 'máh-ı mübarek' yani 'mübarek ay' dedikleri Ramazan ayının ilk günü. Önceki senelerde olduğu gibi, bu sene de bu sayfada bir ay boyunca her gün kültür ağırlıklı ve hoş vakit geçirtici konularla beraber olacağız. Tarihimizle ilgili bir olayı resimli olarak ele alacak, şarkiyat biliminin önde gelen ismi rahmetli Abdülbaki Gölpınarlı'nın çeşitli eserlerinden derlenmiş bir tasavvuf sohbetini, hat sanatının yaşayan büyük üstadı Prof. Dr. Ali Alparslan'ın seçtiği hat örneklerini ve sanat tarihçiliğimizin çok önemli isimlerinden olan Prof. Dr. Nurhan Atasoy'un tarihi derviş eşyaları ile ilgili araştırmalarını kullanacağız.
Eskiler, Ramazan hakkında birbirlerine temennide bulunurlarken 'Kolay Ramazanlar' derlermiş ve aslında temenninin en doğrusu da buymuş.
Biz de öyle yapıyor, 'Kolay Ramazanlar' diyoruz.
Ramazan ayı, yeniçeri için haraç ayıydı
Saygı duyulması ve mutlaka barış içerisinde geçirilmesi gereken mübarek Ramazan ayı, láyık olduğu bu hürmeti maalesef her zaman göremedi ve 1632 senesinin Ramazan'ı, İstanbul halkı için azap dolu geçti. Ayaklanan yeniçeriler bayramda da etrafı talan edip haraç topladılar, hatta işi kan dökmeye kadar götürdüler. Dördüncü Murad'ın filimlere kadar konu olan sert idaresi, işte bu Ramazan terörü sonrasında başladı.
On bir ayın sultanı olan Ramazan her ne kadar saygı duyulan ve barış içerisinde geçirilmesi gereken bir ay ise de, láyık olduğu bu saygıyı her zaman görmedi. Tarihin bazı dönemlerinde Ramazan boyunca isyanlar, ayaklanmalar ve savaşlar yaşandı, hatta halktan haraç toplandığı ve maddi kaygıları yüzünden mübarek Ramazan ayının kana bulandığı da oldu.
Türkiye, böyle kanlı ayaklanmalardan birine bundan 370 sene önceki Ramazan ayında şahit oldu. Tahtta Dördüncü Murad vardı ve tarihler, 1632 Ramazan'ının İstanbul'da bir kıyamet habercisi gibi karşılandığını, şehirdeki terörün bir ay boyunca bitmediğini yazdılar.
O devrin tarihçisi Naimá, 1962 senesinin Ramazan'ında İstanbul'da olup bitenleri şöyle yazacaktı:
'Ramazan-ı şerif geldi. Sipahi kılığına girmiş halk eşkiyası kötülük ve uğursuzluk saçmaya devam ettiler. Kimi güzel yüzlü, kimi de acayip heyulá gibi koca koca heykeller yaptılar, sokaklara kandillerle yer mahyaları kurdular, davul zurna ile 'Allah Allah' çığlıkları attılar. Geceleri ellerinde meş'alelerle sokakları dolaşıyorlardı. İstanbul halkından zorla kukla ve mahya seyri ile eğlence parası topladılar. Vezirlerin, ulemanın, kibarların ve zenginlerin kapılarına bu şehir çetelerinden biri gelip dayanır, bahşişini alıp giderken köşe başından yeni bir güruh sökün eder; çuha, kumaş, nakit kuruş ve akçe olarak ihsanlarını her kapının şánına láyık şekilde alırdı. İstedikleri bahşiş vermeyenin konağını yakma tehdidiyle saçağını tutuşturur, çaresiz kalan mal sahibi haytaların ayaklarına düşer, tutuşturulan saçağı söndürtür ve istediklerini verirdi.'
Bu haraç toplama işini yeniçerilerle sipahiler başlatmışlardı ama birkaç gün sonra ordunun başka sınıflarına mensup başıbozuklar da yağmaya katıldılar. Cebeci bölüklerinden birinin kumandanının evini basıp adamcağızı parça parça ettiler, sonra da çırılçıplak soyup ayaklarından bağlayarak Atmeydanı'ndaki çınara asmaya kalktılar.
Ramazanın ilk günlerinde başlayan bu talan ve yağma, bir hafta kadar sonra tam bir ayaklanma halini aldı. Derken öyle bir zaman geldi ki, sipahi ocağının ve yeniçerilerin büyükleri yaptıklarını padişahın hiçbir zaman bağışlamayacağını düşünüp canlarından olma endişesiyle Dördüncü Murad'ı tahttan indirmeye kalktılar. Padişahın yerine kardeşlerinden birini hükümdar yapacaklardı. Ama yeniçeri ocağının önde gelen bazı isimlerinin işin tahta müdahaleye kadar uzamasına karşı çıkması üzerine isyancılar arasındaki gergin hava yumuşadı ve tam o sırada saraydan 'padişahın cümle suçları bağışladığı' haberi geldi.
Ayaklanma ve yağma gene de yatışmadı, Ramazan boyunca ve bayram günlerinde de devam etti. Bu defa meydanlara kurdukları salıncaklara zenginleri ve şehrin önde gelenlerini davet ederek hediyeler istediler ve işi padişah ile annesi Kösem Sultan'ı da salıncaklara davet etmeye kadar götürdüler. Sultan Murad ve Kösem Sultan davete katılmadılar ama gayet kıymetli hediyeler göndermek zorunda kaldılar.
Karışıklık, ancak bayramdan sonra nihayet bulabildi. İsyancılar topladıkları ganimetlerle kenara çekilince ortada işin elebaşları kaldı. Sadrazam Recep Paşa'nın ayaklanmayı teşvik ettiği zaten biliniyordu ve ipleri ele almaya başlayan genç hükümdar Dördüncü Murad, Paşa'yı huzurunda boğdurdu. Recep Paşa'nın yerine Tabanıyassı Mehmet Paşa getirildi ve İstanbul, huzura tarihlere 'Dördüncü Murad terörü' diye geçen korku günlerinden sonra kavuşabildi.
Abdulbaki Gölpınarlı
Abdulbaki Hoca'dan Tasavvuf Terimleri
Destur çekmenin esasları
'Destur', Farsça bir sözdür; vezir, resmi yazıları yazan, izin, ruhsat ve ahde vefa anlamlarına gelir. Düstursa her türlü hükmü ihtiva eden, bütün nizam ve kanunları toplayan kitap demektir. Ama tasavvuf ehlinde 'Destur', izin ve ruhsat anlamında kullanılır ve herhangi bir işe başlanırken söylenir.
Tasavvuf ehlinde 'Destur', izin ve ruhsat anlamında kullanılır ve herhangi bir işe başlanırken söylenir. 'Destur almak', bir işe başlarken izin almak, 'Destur vermek', bir iş için birisine izin vermek demektir. 'Destursuz bağa girilmez' atasözü, hem bağa izinsiz girip üzüm yenmeyeceğini, hem de herhangi birisinin harimine izinsiz varılamayacağını, herhangi bir gerçeğe olgun mürşidin ruhsatı olmadan enlemeyeceğini bildirir; aynı zamanda bu, umumi bir atasözüdür de.
Halkın, bilhassa ihtiyar kadınların inançlarına göre gün battıktan sonra, iyi saatte olsunlar, bizden iyiler, yani cinler ortalığa çıkarlar; toplandıkları yerler de çeşme başları, su kıyıları ve süprüntülük olan yerlerdir. Böyle yerlerden geçerken, atlarken, böyle yerlere su dökerken, çarpılmamak için 'Destur' denmesi gerektir. Gene eski kadınlar, ayıp sayılabilecek birşey söylerken 'bağışlayın' yerine de 'Desturun' derlerdi.
Mevlevilerde kapısı örtük, hattá açık bir eve, bir odaya girilirken de kapı açıksa içeriye bakmamak üzere kapı dibinde, ikinci heceyi kalınca çekip uzatarak 'Destur' denmesi, içeriden 'Hu' denirse eşiğe niyaz edip sağ ayakla girilmesi lázımdır. 'Destur' diyen kişiye 'Hu' sesi gelmezse bunu iki kere daha tekrarlar ve dinler; üçüncüsünde de ses gelmezse, bir mazereti olduğuna hükmederek dönüp gider. İçeriye ancak, bir hastalık, ölüm gibi şüpheye düşülürse girilebilir.
Ramazan yemekleri
Çulluk Kebabı
Çulluğu karnını boşaltarak içini iyice temizleyin ve gözlerini çıkartıp kanatlarını kesin. Yağlayıp karnı üzerine kuyruk yağı sürdükten sonra şişe geçirin. İnce ince kesilen ekmekleri şişin altındaki kabın boyuna göre kesin, pişerken akan suyu ve yağı da bunların üzerine dökün ve yarım saat daha pişirin. Çulluğu, piştikten sonra parça parça kesin. En sonunda ekmek dilimlerini de tabağa dizerek kuşu üzerine koyun ve sofraya götürün.
Prof. Dr. Ali Alparslan
Hat Üstad'ının Seçtikleri
Şeyh Hamdullah
Türk hat sanatında klasik ekolün başlatıcısı olan ve hattın en büyük ismi sayılan Şeyh Hamdullah, 1430'lu yıllarda Amasya'da dünyaya geldi. Genç yaşındayken, devrinin tanınmış hattatı olan Hayreddin-i Maraşi'den ders aldı ve kendinden önceki büyük hattatların yazılarını toplayıp onlara bakarak meşketmek suretiyle ilerlemeye başladı.
Hamdullah henüz Amasya'da iken orada valilik etmekte olan Şehzade Bayezid'in dikkatini çekti ve geleceğin padişahına yazı öğretmeye başladı. Sonra İstanbul'a yerleşti. Artık hayatının ikinci dönemi başlamıştı. Sarayda büyük bir sevgi ve aláka gördü ama devrin padişahı tarafından el üstünde tutulmasına rağmen asla gurura kapılmadı.
İkinci Bayezid'den sonra Yavuz Selim'in hükümdarlık yıllarını da gören Hamdullah, yazmayı çok ileri yaşlarına kadar sürdürdü ve 1520 senesinin sonlarına doğru hayata veda ederek Karacaahmed Mezarlığı'na defnedildi. Kabrinin bulunduğu ve 'Şeyh sofası' denilen yere gömülmek, sonraki hattatlar için bir şeref sayıldı.
Hamdullah'ın sanatı, koyduğu estetik kaidelerin kesinliği ile özetlenebilir. Şeyh Hamdullah, yazıya yepyeni matematik ve geometrik ölçüler getirerek eski sertliği tatlı bir görünüme dönüştürdü.
İstanbul’da teravih yarım saat geç kılınacak
İSTANBUL'da teravih namazı Ramazan boyunca yarım saat geç kılınacağı açıklandı. İstanbul Müftüsü Necati Tayyar Taş, teravih namazının bugün 18.26 yerine 18.56'da kılınacağını söyledi. Taş, akşam ile yatsı arasındaki sürenin kısa olması ve trafik nedeniyle bu düzenlemeyi yaptıklarını belirtti.
Paylaş