HSBC'deki feláketin İstanbul'da yabancı bir bankaya yönelik ve bu derece büyük ilk bombalama olduğunu zannediyoruz ama yanılıyoruz, zira daha önce yaşadığımız bir başka hadiseyi, bundan 107 sene önce meydana gelen, Osmanlı Bankası baskınını ve bankanın bombalanmasını unutuyoruz. Ermeni teröristler Karaköy'deki Osmanlı Bankası'nı 1896'nın 26 Ağustos'unda basmış, her yeri bombalamış, eylemde tam 753 adet bomba kullanılmış ve çok sayıda masum insan hayatını kaybetmişti.
İSTANBUL'daki sinagog saldırılarının üzerinden beş gün geçti ve bu defa da İngiliz Konsolosluğu ile İngiliz HSBC Bankası terörün hedefi oldu.
Şimdi hepimiz şaşkınız ve bu musibetin devam etmesi ihtimaline karşı ne gibi tedbirler alınması gerektiğini tartışıyoruz. Ama HSBC'deki feláketi İstanbul'un bu şekilde şahit olduğu ilk terör eylemi zannetmekle yanılıyoruz, daha önce yaşadığımız bir başka hadiseyi, bundan 107 sene önce meydana gelen, Osmanlı Bankası baskınını ve bankanın bombalanmasını unutuyoruz.
Bankanın bugün müze olarak kullanılan Karaköy'deki binası
'Taşnaksutyun', 'Hınçak', 'Şant' ve
'Kurban' isimli Ermeni komiteleri tarafından 1896'nın 26 Ağustos'unda basılmış ve bombalanmıştı. Saatlerce devam eden hadise sırasında bankanın etrafındaki sokaklar savaş alanına dönmüş, ardarda bombalar patlarken binlerce mermi sıkılmış, çok sayıda masum hayatını kaybetmiş ama o zamanlarda artık hiçbir gücü bulunmayan Türk Hükümeti baskının sona ermesi karşılığında teröristlerin tamamını affetmiş ve memleketten ellerini kollarını sallayarak çıkıp gitmelerine izin vermişti.
İşte, şimdilerde pek hatırlamadığımız bu ilk
'banka baskını'nın kısa öyküsü:
Avrupa devletlerinin, en başta da Rusya'nın kışkırttığı Ermeniler, Anadolu'da ardarda çıkarttıkları isyanlar devam ederken imparatorluğun başkenti olan İstanbul'da de ses getirecek bir hadise yaratmaya çalışıyorlardı. İlk deneme 1895'in 30 Eylül'ünde yapıldı ve Kadırga ile Kumkapı semtlerinde toplanan ve çoğu dışarıdan gelmiş olan binlerce Ermeni, o zamanın hükümet merkezi olan Babıali'ye doğru yürüyüşe geçti. Maksatları Babıali'yi basmak, işi daha da büyütüp Avrupa'nın müdahalesini sağlamaktı.
Netice, bekledikleri gibi olmadı. Sultanahmet'e vardıkları sırada askeri birliklerle sivil halk yürüyüşçülerin yollarını kesti, Babıali'ye uzanmalarına izin verilmedi ve çıkan siláhlı çatışma bir anda bütün şehre yayıldı. Çatışmalar üç gün boyunca devam etti ve çok sayıda masumun hayatını kaybetmesinden sonra güçlükle durdurulabildi.
İlk denemeleri başarısız olan terör örgütleri, on ay sonra yeniden harekete geçtiler. Bu defa daha kanlı ve daha geniş bir plan yapmışlardı: Şehrin değişik yerlerine gizlenmiş teöristler halkın üzerine bomba yağdırırken zamanın İçişleri Bakanı Nazım Paşa öldürülecek, Beyoğlu'nda hemen her caddeye barikatlar kurulup çatışma çıkartılacak ve uluslararası bir şirket olan Osmanlı Bankası da bombalarla havaya uçurulacaktı.
Bombalar, Üsküdar'daki gizli bir atölyede imal edildi ve çatanalarla Kabataş'a, oradan da öküz arabalarıyla Beyoğlu'ndaki hücre evlerine nakledildi. Teröristlerin elinde bir kısmı yirmi beşer kiloluk tam 753 adet bomba vardı, içlerinden rastgele seçilenlerin denemeleri Káğıthane'deki büyük çayırda yapıldı ve bütün bunlardan devletin hiçir şekilde haberi olmadı!
Teröristler, 1896'nın 26 Ağustos sabahı saat altı buçukta harekete geçtiler. Zamanın istihbaratı, Osmanlı Bankası ile ilgili hazırlıklar dışındaki bütün planları son anda öğrenmişti ve Beyoğlu'ndaki teröristlerin hemen hepsi teker teker yakalandılar. Ancak, Osmanlı Bankası'nda tam bir feláket yaşandı.
Bombaları omuzlarındaki torbalara dolduran teröristler, ellerindeki siláhlarla bir anda Osmanlı Bankası'nı basıp içerideki herkesi rehin aldılar. Binanın tamamına hákim olunması dört saat sürmüş ama asker ve polis bankayı kuşatmıştı. Teröristler pencerelerden dışarıya bomba yağdırıyorlar, bu arada rehinelerin bir hareket yapmalarını önlemek için, ufak bombaları içeride de patlatıyorlardı. Baskına bizzat katılmış olan
Hayik Tiryakyan adındaki terörist, çok sonraları yayınladığı hatıralarında 26 Ağustos sabahından bahsederken
'Bombalar şaşırtıcı bir netice veriyor, vurulanların etlerini parçalıyor ama derhal öldürmüyor, acı içerisinde kıvrandırıyordu' diye yazacaktı.
Baskın devam ederken, İstanbul'daki Avrupalı büyükelçiler devreye girerek sarayla teröristler arasında arabulucuk yapmaya çalıştılar. Sultan
Abdülhamid, Rus elçiliği baş tercümanı
Maksimof'un teröristlerle görüşmesini kabul etti. Harabe haline getirdikleri bankayı hálá ellerinde tutan militanlar Türkiye'den serbestçe ayrılmalarına izin verilmesi şartıyla binadan çıkacaklarını söylediler ve
Abdülhamid teröristlerin bütün taleplerini kabul etmek zorunda kaldı. Binayı boşaltan teröristler iki sıra halinde dizilmiş askerlerin arasından ellerini-kollarını sallayarak rıhtıma doğru ilerlediler ve Osmanlı Bankası'nın genel müdürü olan
Sir Edgard Vincent'in yatıyla Marmara'da Marsilya'ya doğru seyreden bir başka gemiye nakledildiler.
Geride bombaların harabe haline getirdiği bir bina, canından olmuş çok sayıda masum ve teröristleri serbest bırakmak zorunda kalmış bir devlet vardı.
İstanbul'u bomba ile tanıştıran teröristlerin faaliyeti bu kadarla kalmayacak, asıl çılgınlığı Osmanlı Bankası baskınından sekiz sene sonra yapacak ve bu defa
Sultan Abdülhamid'in hayatına kastederek padişaha bomba yüklü bir araba ile saldıracaklardı. 21 Temmuz 1905 günü, Yıldız Camii'nin avlusunda patlayan bomba 26 kişinin canını almış, 56 kişi yaralanmış,
Sultan Abdülhamid suikast teşebbüsünden son anda kurtulmuş ama güçsüz imparatorluk bu saldırının elebaşısını da serbest bırakmak zorunda kalmıştı.
İstanbul, bütün bu hadiselerin üzerinden bir asır geçmesinden sonra, aynı senaryoyu maalesef tekrar yaşıyor.
Asur uygarlığının sırları, bu konsoloslukta çözülmüştü
GALATASARAY'daki İngiliz Konsolosluğu'nun her bahsinin geçişinde, ben hem diplomat, hem de álim olan bir İngiliz'i,
Sir Austen Henry Layard'ı hatırlardım.
İmparatorluğun başkenti İstanbul'da bugün varolan eski konsolosluk binalarının tamamı o devirde büyükelçilikti ve şimdi üzerinde İngiliz Konsolosluğu'nun bulunduğu arazi, 19. yüzyıl öncesinde Fransızlar tarafından kullanılıyordu. 1800'lerin başında çıkan bir yangın Beyoğlu'nu harabeye çevirdi, Fransızlar Tünel tarafındaki
'Fransız Sarayı'na çekildiler ve zamanın hükümdarı
Üçüncü Selim, sahipsiz kalan Galatasaray'daki araziyi 1801'de İngilizler'e verdi.
Ahşap olarak inşa edilen ilk İngiliz elçilik binası 1831'de çıkan bir yangında kül olunca, İngiliz hükümeti o devre göre modern bir bina yaptırmaya karar verdi ve bombalara hedef olan bugünkü bina, zamanın önde gelen mimarlarından
Sir Charles Barry tarafından inşa edildi.
'Pera House' diye anılan bina, 1850'lerde tamamlandı ve o tarihten sonra
Stratford Canning, Richard Elliot ve
Henry Layard gibi çok sayıda büyükelçinin çalışma mekánı oldu. Ama bu büyükelçiler arasında sadece biri,
Henry Layard, adını diplomasinin yanısıra ilim tarihine de yazdırdı.
1817'de Paris'te doğan
Henry Layard, eski medeniyetlere ve arkeolojiye meraklıydı. 20'li yaşlarında Ortadoğu'yu gezmeye başladı, 1845'te Babıali'den Mezopotamya'da kazı yapma izni aldı, Musul taraflarına gitti ve Fırat Nehri'nin Musul'un karşısındaki sahilini kazdı.
Layard, bu kazılarda arkeoloji tarihinin en büyük keşiflerinden birini yapacak ve Asur Krallığı'nın başkenti Ninova'yı ortaya çıkartarak o zamana kadar sadece efsane zannedilen Asur medeniyetinin gerçek olduğunu ispat edecekti.
Bir ara British Museum'un başına getirilen
Henry Layard daha sonra yeniden Mezopotamya'ya gitti ve arkeolojinin yanısıra Yezidiler üzerinde de çalıştı. 1877 ile 1880 arasında İngiltere'nin İstanbul Büyükelçisi oldu,
'Türk yanlısı' olarak bilindi ve zamanın hükümdarı
Abdülhamid için, Mezopotamya'nın kalkınması konusunda çok sayıda rapor yazdı.
Henry Layard'ın başta Asur uygarlığı olmak üzere arkeoloji konusunda yazdığı kitaplar bugün hálá ana kaynak kabul ediliyorlar. Benim
'İngiliz Konsolosluğu' denince
Layard'ı ve Asur medeniyetini hatırlamamın sebebi de, işte bu... Şimdi binanın çoğu enkaz haline gelmiş bölümlerinde bu bilgin diplomat kaç Asur tabletini çözmeye çalışmış, kaç iláhiyi tercüme etmekle uğraşmıştı, kimbilir...