Murat Bardakçı: Gelen her mektup bizden birşeyler götürmüştü

Murat Bardakçı
Haberin Devamı

Ankara, günlerdir Verheugen'in mektubunu tartışıyor. Hemen her yetkilinin şaşkınlığa düşüp belgeyi başka türlü yorumladığını görünce, iki asırlık Avrupalılaşma maceramızda Avrupa'dan böyle çok sayıda mektup ve muhtıra aldığımızı hatırlatmak istedim. Mektupların hemen tamamında aynı talepler vardı, Türkiye hepsini kabul etmiş, hatta istenilenden fazlasını yerine getirmiş ama sonuçta mutlaka bir yerlerden toprak kaybetmişti. İşte, geçmişteki Verheugen mektuplarının bazıları...

Gunther Verheugen isminde Avrupalı diplomat Ankara'yı karıştırdı. Bay Verheugen Avrupa Birliği Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu temsilcisiydi, Ankara'ya geliş sebebi ‘‘Avrupalı olup olamayacağımızı’’ araştırmaktı, geldi, araştırdı, sonra hükümete ‘‘katılım ortaklığı belgesi’’ denilen bir mektup bırakıp memleketine döndü ve mektubun ana hatları Hürriyet'te yayınlanınca ortalık birbirine girdi.

Tartışmanın asıl sebebi, Verheugen'in Kürtler için kültürel haklardan sözetmesiydi. Bu kadarla da kalmıyor ‘‘Avrupalı olacaksanız Kıbrıs, idam, insan hakları ve yargı bağımsızlığı konularında şunları şunları yapmalısınız’’ diyor, sıra sıra imalarda bulunuyordu.

Ankara günlerdir Verheugen'in mektubunu tartışıyor ve herkes topu birbirine atmakla meşgul. Bir taraf ‘‘Avrupa'nın talepleri Lozan'ın ihlálidir’’ derken bir diğer taraf ‘‘Avrupalı olmak istiyorsak bu tavsiyeleri değerlendirmemiz lázım’’ diye düşünüyor, bazı hükümet üyeleri ise ‘‘mektubun kendilerine gösterilmediğini’’ söylüyor. Neticede Ankara'da şimdi herkes şaşkın.

Ama Verheugen'in mektubu beni hiç şaşırtmadı, zira iki asırlık batılılaşma maceramız boyunca böyle çoook mektup almış, hatta bırakın mektubu, Avrupalı olma aşkına bol bol muhtıra ve ültimatom yemiştik. Türkiye ‘‘Avrupalılaşmaya’’ karar verince buna láyık olup olmadığımızı anlamak için Avrupa'ın temsilcileri, delegeleri ve komisyonları birbirini takip etmiş, diplomatların yerine bazen askeri birliklerle savaş gemilerinin geldiği de olmuş ve batı yaptığı hemen her denetimden sonra Türk hükümetine bir mektup yahut muhtıra dayamıştı. İşin garip tarafı ise Türkiye'nin bütün bu talepleri fazlasıyla yerine getirmesi ama hemen arkasından mutlaka bir toprak kaybetmesiydi.

Yandaki kutuda, bize geçmişte gemderilen Verheugen mektuplarının bazıları yeralıyor. O zamanın talepleriyle bugün Gunther Verheugen'in yazdıkları arasında ben pek bir fark göremedim, bilmem siz bulabilecek misiniz?

Lübnan’la Hersek’i de böyle mektuplarla kaybettik

Türkiye'nin Avrupa ülkelerini de yanına alarak Rusya'ya karşı girdiği Kırım Savaşı sona ermiş, Rusya yenilmişti. Viyana'da 1856'nın 1 Şubat'ında ileride yapılacak barış anlaşmasına hazırlık mahiyetinde bir protokol imzalandı. Avrupa, padişahın ‘‘Müslümanlarla Hristiyanların hukuken eşit olduklarını’’ açıklamasını istiyordu.

MEZARDA BİLE REFORM VAR

Zamanın hükümdarı Abdülmecid, isteği 18 Şubat'ta fazlasıyla yerine getirdi: Sonraları tarihlere ‘‘Islahat Hatt-ı Humayunu’’ diye geçecek olan bir ferman yayınladı, teb’ası arasında artık ırk, dil ve din bakımından hiçbir fark bulunmadığını duyurdu. Hükümdar bu kadarla da kalmıyor, en kısa zamanda reform yapılacağını söylüyor, hattá ‘‘Hiç meraklamayın! Maaşlar zamanında ödenecek; hapishanelerle okulların modernleşmesi bir yana, mezarlıklar bile elden geçirilecektir’’ diyordu.

1860'lara gelindiğinde Lübnan bir hayli karışıktı. İngiltere Dürziler'i, Fransa ise başta Marunîler olmak üzere diğer Hristiyan grupları ‘‘himaye etme’’ bahanesiyle siláhlandırmış, sonra da Bábıáli'den ‘‘Lübnan'daki azınlıkların haklarını tanımasını’’ istemişlerdi. Türkiye isteklere boyun eğdi ve beş Avrupa ülkesiyli Paris'te 5 Eylül 1860'da bir anlaşma imzaladı. Bábıáli Lübnan'a bir ‘‘Avrupa askerî gücü’’ gönderilmesini kabul ediyordu ve Lübnan sahilleri birkaç ay sonra Avrupa’nın savaş gemileriyle doldu. Bu kadarla da yetinilmedi ve Lübnan'a bir ‘‘Avrupa komisyonu’’ gitti ve Bábıáli'ye raporla ültimatom arasında bir belge verdi: Lübnan'ın yönetim, hukuk ve ekonomik bakımlardan özerk olması isteniyordu...

İstanbul, Avrupa'nın isteğini gene fazlasıyla yerine getirdi. Bábıáli'nin yayınladığı 17 maddelik kararnameyle Lübnan özerk oldu ve özerklik 1861'in 9 Haziran'ında beş Avrupa ülkesiyle beraber imzalanan uluslararası bir protokol haline getirildi. Suriye ile Lübnan'ın sonraları Fransız hakimiyetine girmesinin temelinde işte bu protokol yatıyordu.

Önce kimlik, sonra toprak

Avusturya ile Rusya'nın Hersek'in Türk idaresinden ayrılması için senelerden beri gizliden gizliye yaptıkları faaliyet semeresini 1875'in 13 Nisan'ında verdi: Nevesinje kazasında yaşayan 300 kadar Hristiyan ayaklandı. İstanbul'un her nedense gene basireti bağlanmıştı ve isyanın ciddi olduğu farkedilmedi.

Derken isyan büyüdü, Hersek'te kan gövdeyi götürür oldu. Avrupalılar yeniden toplandılar, ‘‘Türkiye'nin aramıza girebilmesi için Hersek'teki olayların sona ermesi gerekir’’ dediler ve Bábıáli'ye 1876'nın 31 Ocak günü gene bir muhtıra dayandı: Andrassy Muhtırası.... Metni Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun Dışişleri Bakanı olan Kont Andrassy kaleme aldığı için belge onun adıyla anılıyordu ve Avrupa'nın gene ‘‘küçük’’ bazı istekleri vardı... Hersek'teki Hristiyanlara tam bir dinî serbestlik verilmesi, vergi reformuna gidilmesi, bütün bu yeniliklerin yerel bir meclis tarafından kontrol edilmesi ve Hersek'ten alınan verginin sarece Hersek'te harcanması gibisinden istekler...

Bábıáli geleneklerinden ayrılmadı ve Andrassy láyihasını da hemen kabul etti. Avrupa bu defa ‘‘Hersek'teki Osmanlı birlikleri derhal geri çekilsin’’ diye tutturdu, hemen arkasından isyan büyüdü, Batı ise Hersekli Hristiyanlar'a daha fazla siláh ve mühimmat akıtmaya başladı. Bir yıl sonra da tarihlere ‘‘93 Harbi’’ diye geçecek olan Osmanlı-Rus Savaşı çıktı, Rus ordusu Yeşilköy'e kadar geldi ve 1878'in 13 Temmuz'unda imzalanan Berlin Andlaşması ile Bosna-Hersek Avusturya'nın oldu.

Prensesin yunusları Bodrum’da çalındı

Bodrum'un merkezinde bulunan üç yunus heykelinden ikisi çalındı. Heykeller Avrupa'nın en eski ailesi olan Hessen hanedanının mensubu Prenses Marie-Louis Elvira Victoria Olga Saviç von Hessen'e aitti. Bir Türk doktorla, Dr. Mürsel Saviç'le evli olan prenses 46 yıl boyunca İstanbul'da yaşamıştı.

Prenses Marie-Louis Elvira Victoria Olga Saviç von Hessen'e dostları ‘‘Tita’’ derlerdi. Avrupa'nın en eski ailesi olan 1200 yıllık Hessen hanedanına mensuptu.

En başta İngiliz kraliyet ailesiyle, sonra Alman, Rus ve Danimarka hanedanlarıyla ve nihayet Avrupa'nın önde gelen diğer aristokratlarının hemen hepsiyle akraba olurdu. Taşıdığı isimler bile zaten Avrupalı kraliçelerin adlarıydı. ‘‘Olga’’ Rusya'nın, ‘‘Victoria’’ İngiltere'nin, ‘‘Marie-Louis’’ Avusturya'nın eski kraliçeleriydi ve Tita'nın ya büyükanneleri yahut büyük teyzeleriydiler.

Prenses von Hessen 1921'de Paris'te doğdu, bundan 48 sene önce bir Türk doktorla, Mürsel Saviç'le evlendi ve hayata veda ettiği 1998'e kadar İstanbul'da yaşadı. Usta bir biniciydi, Türk Milli Binicilik Takımı'na katılmış ve uluslararası müsabakalarda bayrağımızı defalarca göndere çektirmişti.

Ama asıl merakı heykelcilikti, İsviçre'nin büyük heykeltraşı Milo Marlin'in talebesi olmuş, Türkiye'de seneler boyu hem resim hem heykel sergileri açmıştı.

Bodrum'un meşhur beyaz yunus heykelleri, Prenses von Hessen'in eseriydi. Üç adettiler ve senelerden beri Neyzen Tevfik Caddesi'nin ucundaki meydanda dururlardı. Üzerlerinde çocuklar oynar, meydana güzellik katarlardı.

Üç heykelden ikisinin yerinde şimdi yeller esiyor. Ne olduklarını, nereye gittiklerini bilen yok. Prensesin birkaç gün önce Bodrum'a giden ve heykellere ne olduğunu soran eşi Dr. Saviç'e de ‘‘Sadece çalındıklarını biliyoruz’’ denmiş.

Dün konuştuğum Dr. Saviç üzgündü. ‘‘Tita'nın vasiyeti vardı. Bir vakıf kurmamı ve Güzel Sanatlar'da okuyan gençlerin en yeteneklilerine her sene burs vermemi istemişti’’ dedi. Bursun sembolik değil, işe yarayacak miktarda olmasına özen gösterdiğini anlattı ama heykellerin çalındığını öğrenince vakıftan da, burstan da vazgeçtiğini söyledi. Sonra haklı olarak ‘‘Tita da sağ olsaydı, aynen böyle yapardı’’ dedi.

Bodrum'un Neyzen Tevfik Caddesi'nin ucundaki yunus heykellerini yürütenler kaç yetenekli gencin sanat geleceğiyle oynadıklarını acaba idrak edebilirler mi dersiniz?

Yazarın Tüm Yazıları