Ertuğrul Özkök böyle bir iş yapsaydı 40 sopa yerdi
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Ertuğrul Özkök geçen gün hayatının en önemli itirafını yaptı ve ilk gençlik senelerinde belediye otobüsünde masum olduğu ve hiçbir şey yapmadığı halde tacizcilikle, daha doğrusu 'fortçulukla' suçlanmasını yazdı.
Bu suçlama eski devirde olsaydı Ertuğrul Özkök masum olup olmadığına bakılmaksızın falakaya yıkılır ve en azından 40 sopa yerdi! İşte, vakti zamanında kadınları tacize yeltenmiş olan delikanlıların başlarına gelenlerden birkaç kısa örnek... Ertuğrul Özkök'ün bu yazdıklarımı okuduğu takdirde, çok daha sonraki bir dönemde dünyaya gelmiş olmakla nasıl bir dertten kurtulmuş olduğuna şükredeceğine eminim!
ERTUĞRUL Özkök, geçen perşembe günü köşesinde hayatının belki de en büyük, en önemli itirafını yaptı ve ilk gençlik yıllarından itibaren belediye otobüsüne binememesinin sebebinin, vaktiyle maruz kaldığı ‘‘fortçuluk’’ yani gayet ağır bir cinsel taciz suçlaması olduğunu açıkladı!
Bu çok önemli itirafı kaçırmış olanlara hadiseyi kısaca anlatayım: Ertuğrul Özkök, İzmir'de lise ikinci sınıfta okuduğu sırada bir gün evine gitmek için belediye otobüsüne binmiş, otobüs dolu olduğu için ayakta kalmış, bir elini askıya atmış ve öbür elinde tuttuğu kitaba dalmış vaziyetteyken genç bir kız ‘‘Terbiyesiz adam, bana sarkıntılık ediyorsun!’’ diye ciyak ciyak bağırmıştı. O zamanların 17-18 yaşındaki Ertuğrul'a, hemen ilk durakta otobüsten kaçarcasına inmekten başka çare kalmamıştı.
Ertuğrul Özkök ‘‘Allah şahidim, orada o kızın varlığından bile habersizdim ama o günün İzmir'inde namusu için bağırıp çağıran genç bir kızın karşısında beraat edebilmem mümkün değildi’’ diyor ve o günden sonra bir daha belediye otobüsüne binmediğini, daha doğrusu binemediğini yazıyordu.
Türkiye'nin en kıdemli psikiyatrlarından olan ‘‘damad-ı şehriyari’’ Dr. Mürsel Saviç'ten, geçen gün, İzmir'deki bu otobüs macerasını mesleki bakımdan yorumlamasını rica ettim ve kısa bir cevap aldım: ‘‘Kadın histerik, adam masum!’’ dedi.
Dolayısıyla pek muhterem genel yayın müdürümün masumiyeti hususunda ikna edilmiş oldum ama ‘‘Ertuğrul Özkök daha eski zamanlarda yaşamış ve böyle bir suçlamayla karşılaşmış olsaydı başına neler gelirdi?’’ diye düşünmeden de edemedim.
Eski devirlerde tacizin hemen her çeşidinin tek bir cezası vardı: Dayak! Üstelik bu iş öyle mahkemeye falan gitmeden halledilir, şehrin güvenliğini sağlamakla görevli olanlar tarafından hemen oracıkta, tacizin yapıldığı yerde yerine getirilirdi. Suçlamaya maruz kalanın masum olup olmadığı da pek soruşturulmazdı, zira şehrin namusunu koruyabilmek için ibret olacak cezalar verilmesi lázımdı ve çapkın suçlu olsun veya olmasın falakaya yatırılır, bir taraftan can acısıyla avaz avaz bağırırken, diğer taraftan arkadaşlarının, dostlarının, akrabalarının ve mahalle halkının yanında rezil olurdu.
İşte, böyle bir durumda Ertuğrul Özkök'ün bile gözünün yaşına bakılmaz, falakaya yıkılır ve en azından 40 sopa yerdi!
Hele iş tacizden daha ileriye gidecek, yani kadın erkeğin o zamandaki tabiriyle ‘‘işmarına’’ cevap verecek olursa! Yakalandıkları takdirde daha fazla sopa yerler ama erkek dayaktan önce bir eşeğe ters olarak bindirilir, eşeğin kuyruğu zavallı çapkının eline verilir, kafasına temizlenmemiş bir inek işkembesi geçirilir ve bu halde mahalle mahalle dolaştırılırdı.
Yandaki kutularda, vakti zamanında kadınları tacize yeltenmiş olan bir delikanlının başına gelenler yeralıyor. Ertuğrul Özkök'ün bu yazdıklarımı okuduğu takdirde, çok daha sonraki bir dönemde dünyaya gelmiş olmakla yapmadığı bir işle suçlanarak nasıl bir dertten kurtulmuş olduğuna şükredeceğine eminim!
Tacizciler beygirin dizginine bile sarılırdı
ESKİ devirlerde tacizin genel adı ‘‘harfendazlık’’ idi ve çeşitli şekilleri vardı.
Şiddet sıralamasında en hafifi baygın şekilde aşk sözleri sarfetmek yahut kaş ve göz işareti yapmaktı. Bunu kola, göğse veya başka bir yere abanmak yani ‘‘fortçuluk’’, ayağa basmak, elden şemsiyesini veya mendilini kapmak, arabalara lávantaya bulanmış mektuplar atmak, kadının bindiği arabayı çeken beygirlerin dizginlerine sarılmak ve kıyafet değiştirerek takip etmek gelir; feraceye yahut çarşafa makas vurmak, galiz sözler sarfetmek, çimdiklemek, sıkıştırmak, papuç ve iğne muhabbetleri yapmak ve yol kesmek gibisinden işler de ‘‘harfendazlığın’’ en şiddetli şekli sayılırdı.
İstanbul tarihçilerinden Üsküdarlı Vasıf Hoca, 19. asrın son çeyreğinde, İkinci Abdülhamid zamanında yaşanmış bir taciz hadisesini bakın nasıl anlatıyor:
‘‘...1878-1880 arasında 15-17 yaşlarında idim; benden üç yaş kadar büyük Yusuf Şah adında güzelliği dillere destan olmuş bir delikanlı vardı. Üsküdar'ın Doğancılar yangın tulumbası sadığının uşaklarındandı.
Yosma hanımlardan biri güzel oğlana göz koymuş fakat oğlanın yoluna saldığı kılavuzlar ve çöpçatanlarla Yusuf Şah'ı kandırarak evine getirememiş, muradına erememiş, muhabbeti kine çevrilmiş.
Bir gün çarşı boyundan araba ile geçerken gençlik, zıpırlık, bıçkınlık şánından tulumbacı genç, bir gaflet ile kadına láf atmış, ‘Hanımım, yüzüme pek bakma, haberini aldım ama ergenlik hediyesi olarak bir altın saat ile bir elmas yüzük almadan gelemem!' demiş.
Yosma da fırsatı kaçırmamış, hemen karakola şikáyet etmiş. Koca çarşıda yüzlerce şáhid var. Irz ehli hátuna pervasızca láf atma, o zamanın tabiri ile ‘harfendazlık' suçundan Yusuf'u Çarşı Karakolu'na almışlar.
Karakolun asabi bir kumandanı vardı. Bu gibi hadiselerin üzerinde gayet titizlikle dururdu. Dayağı ile meşhur amansızın, gaddarın biri idi ve halk tarafından takılmış lákabı ile ‘Cellád Süleyman' diye anılırdı.
Cellád Süleyman, Yusuf Şah'ı hemen falakaya yatırmış. Hiç unutmam, bir Cuma günü idi, vak'ayı gözümle gördüm. Dayak sahnesini görmedim, görmedim ama delikanlının feryadını karakol önünde biriken halk arasında dinledim.
Sesi hálá kulaklarımdadır. Önce avazı çıkdığı kadar bağırdı. Sonra sesi perde perde alçaldı ve bir inilti halinde kesildi. Tam o sırada karakola bir asker paşa girdi. Paşa'nın ‘Karakol kumandanı mısın, cellád mısın alçak herif!' diye gürlediğini işittik. Sonra, Allah'a sığınarak atılmış birkaç şamar sesi duyduk. Bu paşa kimdi, bilemiyorum. Sonra öğrendik ki, Yusuf Şah'a 40 değnek vurmuşlar.
Yusuf Şah, bu dayaktan sonra uzunca bir zaman yürüyemedi, koltuk değneği ile dolaştı ve en uçarı çağında tulumbacılığı bıraktı’’ (Reşad Ekrem'den).