Osmanlı İmparatorluğu’nun kaderini on yıl boyunca elinde tutan Enver Paşa’nın erkek tarafından tek torunu olan ve Sultan Abdülmecid’in soyundan gelen Arzu Enver Sadıkoğlu, Nişantaşı’nda ‘Le Chick’ adında bir tavuk restoranı açtı.
Hayatı büyükbabası Enver Paşa gibi hüzünlerle dolu olan Arzu Enver, ‘Ayakta kalmaya çalışan bir vatandaşım. Personel olmadığı zamanlarda önlüğü bağlayıp servis de yapıyorum, evlere sipariş de götürüyorum’ diyor. İşte, bir zamanlar devletin en güçlü adamı olan, her sözü kanun sayılan ve tek bir işaretiyle milyonları ateş altına sürebilen Enver Paşa’nın torununun, havaalanının VIP salonundan yılda 60 bin kişinin geçmesinin tartışıldığı günümüzde herkes tarafından ders alınması gereken hayat mücadelesi.
Nişantaşı’ndan Osmanbey’e uzanan ana caddeye paralel sokaklardan birinde yeni açılan, alt katı mutfak, üst katı yemek salonu olan ve evlere de servis yapan bir tavuk restoranı var.
Restoranın başında, bir hanım duruyor: Kızlık adı Arzu Enver, şimdiki adı Arzu Sadıkoğlu olan bir hanım... Dedelerinden biri padişah, diğeri zamanının en meşhur gazetecilerinden biri ama bir başka dedesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun kaderini on yıl boyunca tek başına elinde tutmuş bir isim: Enver Paşa... Paşa’nın erkek tarafından gelen tek torunu olan Arzu Sadıkoğlu,‘Bu işi yapıyorum, zira ayakta kalmaya çalışan bir vatandaşım’ diyor.
İşte, Arzu Sadıkoğlu’nun büyükbabası Enver Paşa gibi hüzünlerle dolu olan hayatından kesitler:
SÜRGÜNDEN DÖNDÜLER
1922’nin 4 Ağustos’unda Tacikistan’ın bir köyünde Rus kurşunlarıyla can veren Enver Paşa, Sultan Abdülmecid’in torunlarından Naciye Sultan ile evliydi, ikisi kız, biri erkek üç çocuğu olmuştu. 1921’de Türkistan’a bir ‘Turan İmparatorluğu’ kurma hayaliyle gittiği sırada, Almanya’da dünyaya gelen oğlu Ali’yi hiç göremeyecek, sadece doğduğunu öğrenecekti.
Enver Paşa’nın çocukları annelerinin ‘sultan’ olmasından dolayı hanedan mensubuydular ve Osmanoğlu ailesinin bütün üyeleri gibi onların da Türkiye’ye girişleri yasaktı. Meclis, 1939’un 5 Temmuz’unda anneleri sultan, babaları asker olan hanedana mensup beş çocuğa Türkiye’ye gelme izni verdi. Paşa’nın çocukları İstanbul’a döndüler, kızlarından Mahpeyker doktor, Türkán kimya mühendisi; oğlu Ali de asker oldu.
Paşa’nın oğlu Ali Enver, bir zamanların en meşhur gazetecilerinden olan Abidin Daver’in kızı Perizat Hanım ile evlendi, 1955’te bir kızları doğdu ve adını Arzu koydular. Çift 1964’te ayrıldı, o sırada ordudan istifa edip özel sektörde çalışmaya başlayan Ali Enver Türkiye’yi terk etti, Avustralya’ya yerleşti ve hayatını burada bir başka hanımla birleştirdi.
Arzu Enver,‘Babamla, iki sene sonra, ben 11 yaşımdayken İtalya’da buluştuk. Üç ay beraber kaldık ve beş sene sonrasına randevulaştık. Liseyi bitirdiğim zaman onun yanına gidecektim’ diyor.
ARDARDA MUTSUZLUKLAR
Ama 1971 Aralık’ının ilk haftasında Avustralya’dan kötü bir haber geldi: Eşiyle beraber tatile çıkan Ali Enver, bir ırmakta yürüdüğü sırada düşmüş, başını bir taşa vurmuş ve hayata veda etmişti.
Bu, Arzu Enver’in hayatının da allak bullak olması, geleceğiyle ilgili bütün hazırlıklarının değişmesi demekti. İngiltere’de ve Avusturya’da okudu, bir işadamıyla, Aslan Sadıkoğlu ile evlendi, bir oğlu oldu ve kocasının bir kalp kriziyle hayata veda edişine kadar 18 sene evli kaldı.
Eşinin bir hayli borcu olduğunu ancak onun vefatından sonra öğrenecek ve çok sıkıntılı günler geçirecekti. Oğluyla beraber ayakta kalmak zorundaydı, yine Enver Paşa’nın kızının oğlu olan kuzeni Osman Mayatepek ile beraber Çin’den antika eşya ithali işine girdi. Bu arada oğluna Nişantaşı’nda bir tavuk restoranı açtı ama oğlunun yeniden okumak istemesi üzerine gitti, dükkánın başına kendisi geçti.
YILLAR GEÇTİ. SERVET BİTTİ
Arzu Enver Sadıkoğlu,‘Ben, para kazanmak için yetiştirilmemiştim’ diyor. ‘Bir zamanlar servetimiz vardı ama hepsi gitti. Burada üç arkadaşımla ortağız. Ayşe Topaloğlu, Hasan Feridunoğlu ve Karen Oskay ile... Yeni bir konsept yaratmaya, restoranı ileride zincir haline getirmeye çalışıyoruz. Personel olmayınca önlüğü bağlayıp servis de yapıyorum, evlere sipariş de götürüyorum. Padişah torunu falan değilim, sadece hayatta kalmaya çalışan bir vatandaşım.’
Enver Paşa, bir zamanlar devletin en güçlü adamıydı. Her sözü kanun sayılır, tek bir işaretiyle milyonları ateş altına sürebilir ve Türkiye’den ‘Enverland’ yani ‘Enveristan’ diye bahsedildiği bile olurdu.
İşte, bir zamanlar devletin en güçlü adamı olan, her sözü kanun sayılan ve tek bir işaretiyle milyonları ateş altına sürebilen Enver Paşa’nın torununun, havaalanının VIP salonundan yılda 60 bin kişinin geçmesinin tartışıldığı günümüzde herkes tarafından ders alınması gereken hayat mücadelesi.
Enver Paşa, esaret günlerinde hayatını ressamlıkla kazanmıştı
Enver Paşa’yı hepimiz asker olarak tanırız ama ressam tarafını pek bilmeyiz.
Paşa’nın bizzat hazırladığı ve bugün elimizde bulunan bir albümdeki 61 adet karakalem çizim, onun özellikle portre konusunda hayli uğraştığını gösteriyor.
Resimler, Enver Paşa’nın sahte bir kimlikle Rusya’ya gitmeye çalışırken tutuklandığı Latvia’daki hapishane günlerinde yapılmış ve Paşa, bu resimlerden para bile kazanmış. Daha sonra albümü ‘Cici’ diye hitap ettiği eşi Naciye Sultan’a hediye etmiş ve ilk sayfasına ‘10 Nisan 1920’den 6 Temmuz 1920 tarihine kadar Letland’da (Latvia’da) olan esaretim ve ba’dehu (sonra) Riga’dan Almanya’ya seyahatim esnasında yaptığım resimler olup sevgili Cici’me hatıra olarak takdim ettim. Berlin, 28 Temmuz 1920. Enver’in’ diye yazmış.
Filimlere bile taş çıkartan maceralı bir hayat yaşadı
Türk tarihinin en maceraperest isimlerinden olan Enver Paşa, 1881’de İstanbul’da, Divanyolu’nda doğdu. Harbokulu’nu bitirdikten sonra Manastır’a tayin edildi ve Rum ve Arnavut çetelerle çarpıştı. Bu dönemde İttiad ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı ve devrin hükümdarı İkinci Abdülhamid’i Meşrutiyet’in yeniden ilanına zorlamak için 1908’in 24 Haziran gecesi arkadaşlarıyla beraber dağa çıktı.
1908’in 24 Temmuz’unda Meşrutiyet’in ilánından sonra ‘Hürriyet Kahramanı’ diye tanınan Enver Bey 1909’da Berlin’e askeri ataşe olarak gitti. Libya’yı işgal eden İtalyanlar’la çarpıştı, Balkan Savaşı’nın patlaması üzerine İstanbul’a döndü, 23 Ocak 1913’te Babıali’yi basarak hükümeti devirdi ve sadrazamlığı Mahmud Şevket Paşa’ya verdirdi.
Mahmud Şevket Paşa’nın 12 Haziran 1913’te öldürülmesi üzerine yönetime el koyan İttihad ve Terakki’nin askeri kanadının lideri oldu. 3 Ocak 1914’te ‘Paşa’ ve ‘Harbiye Nazırı’, daha sonra da ‘Başkumandan Vekili’ yapılınca gücünün zirvesine ulaştı. Aynı senenin 5 Mart’ında Sultan Abdülmecid’in torunlarından Naciye Sultan ile evlenerek saraya damad girdi. Artık devletin en güçlü adamıydı, hattá padişahtan bile güçlüydü ve Türkiye’den Avrupa’da ‘Enverland’, yani ‘Enveristan’ diye bahsediliyordu.
Osmanlı Devleti’nin Almanya ile müttefik olarak Birinci Dünya Savaşı’na girmesinin baş mimarı olan Enver Paşa, savaşı kaybetmemizden sonra, 1918’in 1 Kasım gecesi önde gelen İttihadçılar ile beraber Türkiye’den ayrıldı.
Hayatı artık daha da maceralı geçecekti. Kafkasya’ya, oradan da Berlin’e gitti, ‘Turan İmparatorluğu’ kurma hayaliyle Rusya’ya geçmeye çalıştı, sahte kimliklerle yaptığı bu yolculukların ilk ikisinde tutuklandı ama üçüncüsünde Moskova’ya ulaşmayı başardı. Sovyet tarafından beklediği desteği göremeyince Buhara’ya gitti ve Ruslar’a karşı savaşan Özbekler’i teşkilátlandırmaya çalıştı. 4 Ağustos 1922 sabahı Ruslar’ın saldırısına uğradı ve Çegan Tepesi’nde ön safta çarpışırken Rus kurşunlarıyla can verdi. Bugün Tacikistan sınırları içerisinde kalan Abıderya Köyü’ne defnedilen Paşa’nın mezarı, zamanla evliya türbesi haline geldi.
Kemikleri, şehid düşmesinin 74. yıldönümünde Türkiye’ye getirildi, 5 Ağustos 1996’da yapılan devlet töreniyle İstanbul’daki Hüriyyet-i Ebediyye Tepesi’ndeki anıtmezara, diğer İttihadçı kader arkadaşlarının yanına defnedildi.
Ve, bu maceralı hayatın çok önemli bir başka tarafı: Paşa, macera filmlerine bile rahmet okutan bu hayatı noktaladığında, henüz 41 yaşındaydı.