Eskiden, cinlere karıştıklarına inanılan Habeş kadınlarına 'Mayangalar' denirdi. Bunlar Üsküdar'da, İnadiye tarafında hep beraber yaşarlar, İstanbul halkının tütsü, fal, kısmet açma gibi isteklerini yerine getirirlerdi. 'Eyüplü Yamalı Nuri Efendi' adında bir başka bakıcı ise, 20. asrın başlarında İstanbul'un en namlı cincisiydi.
Eski zamanların İstanbul'unda, cinlere karıştıklarına inanılan Habeş kadınlarından meydana gelen bir 'meslek grubu' vardı. Bunlara 'Mayangalar' denirdi ve 'bakıcılık' yaptıklarına, yani cinlerle irtibat kurduklarına inanılırdı.
O devirlerde bakıcılara gitmek, onlardan meded ummak bir gelenek gibiydi. Şehir halkı yüzyıllar boyu bu gelenekle yetişti ve başlarına gelen her türlü felákette bakıcılardan medet umdu. Mahalle aralarında 'falanca hanımın gelinin ağızından köpükler fışkırması', 'filánca efendinin gözlerinin yerinden uğraması' gibi söylentiler işitildiğinde aile meclisleri toplanır, hangi bakıcıya gidileceğine bu meclislerde karar verilirdi. Şehirde isimleri dilden dile dolaşan bakıcılar vardı ve tarih kitaplarına, romanlara kadar girmişlerdi.
Mayangalar, bakıcılık yapan ve sadece bu işten kazandıkları parayla geçinen 20-25 kişilik bir gruptu. Üsküdar'da, İnadiye civarında metruk bir binada hep beraber yaşarlardı. Bu Habeşi kadınlar hakkında en ayrıntılı bilgiyi Reşat Nuri Güntekin, 'Gökyüzü' adlı romanında verir:
'İstanbul'da eski bir ocaktı. Pekçok eski aile bunlara bağlıdır. Aileden yeni bir çocuk dünyaya geldi mi İnadiye'deki bu Araplar'a haber yollanır, onlardan biri eve gelerek çocuğu tütsüden geçirirdi. Böylece çocuk ömrünün sonuna kadar iyi saatte olsunlara, Mayangalara bağlanırdı. Bizim zamanımızda bu tütsücüye kırmızı krep bezine sarılı bir sarı çeyrek altınla beneksiz bir kara horoz verilirdi. Bu tütsüyü birkaç senede bir tazelemek adetti. Hele çocuk büyücek bir hastalığa tutulduğu, evlendiği, çocuğu olduğu vakit tütsüyü eksik etmeye gelmezdi. Bunlara bağlı bir kadın şayet dışarıda doğuracak olursa tütsüsü iki ay evvelden gönderilirdi. Mayangalarda bazı hastalara büyük gece davetleri yapılırdı. Zavallı Arapçıklar yeni elbiselerini giyerler, küpelerini, yüzüklerini takarlardı. Geceyarısına kadar zilsiz defler çalınır, tütsüler yakılır, iyi saatte olsunlar davet edilirdi. Kazanlarda pişirilen yemekler bütün mahalleye dağıtıldığı için bu toplantılara 'düğün' denirdi'.
Geçen asrın ilk senelerinde çok meşhur olan bir başka bakıcı ise, Eyüplü Yamalı Nuri Efendi idi. Eyüp'te bugün ismi Abdurrahman Şeref Bey Caddesi olan yolun üzerinde, Ferruh Baba Türbesi'nin bitişiğindeki 98 numaralı evde otururdu. 'İlm-i cifir' denilen ve bazı hesaplamaları temel alarak gelecekten haber veren bilginin sahibiydi. Şifa niyetine okur, gaipten bilgi aktarırdı. Yılan ve akrep gibi zehirli hayvanlara karşı şerbetliydi ve isteyene şerbetleme izni verirdi. Hastaları evinde kabul eder, önde gelen aileler çağırdığında onların evine giderdi. Yüzü parça parçaydı, bu yüzden 'Yamalı' diye ad takılmıştı ve yüzünün bu hale gelmesini şöyle anlatırdı:
'Eskiden çok güzel bir adamdım. Hanımlar bana hayran bakarlardı. Ama güzelliğime sadece hanımlar değil cinler de hayranmış ki, günün birgün beni kaçırdılar. Bunlardan birinin kızını nikahlámam için ısrar ettiler, kabul etmedim. Bunun üzerine 'Biz de seni kimsenin beğenmeyeceği bir hale sokalım da gör!' diyerek yüzümü parçaladılar, bu hale getirdiler. Ama yaşadığım feláketin bana faydası oldu, bu ilmi kazandırdı. Şimdi onlarla konuşuyor, görüşüyor, yardım alıyorum'.
Nuri Efendi 1913'te öldü ve Eyüpsultan Kabristanı'na defnedildi. Tek çocuğu olan kızı uzun yıllar babasının evinde oturdu, ev onun da ölümünden sonra satıldı ve 1994'te yıkıldı.
Abdülbaki Hoca'nın Kur'an yorumu
Oruca bedel olarak fakir doyurulmaz
'Oruç, sayılı günlerdedir. İçinizden biri hastalanır, yahut yolda bulunursa orucunu yer, sonra başka günlerde, o yediği gün sayısınca oruç tutar. Ki, oruç zor gelirse her gün için bir yoksulu doyurur. Hayır için verdiği şeyi çoğaltırsa bu da kendi hayrına. Fakat bilseniz oruç tutmanız, sizin için daha hayırlıdır (Bakara Suresi, 184. áyet). Ramazan ayı, bir aydır ki insanlara doğruyu bildiren, doğruluğa ait apaçık delillerden ibaret olan, halka bátılı ayırdeden Kur'an, bu ayda indirildi. Sizden kim bu aya erişirse orucunu tutsun. Hasta olan ve yolcu bulunan, hastalığında, yolculuğunda orucunu yer, sonra yediği günler kadar tutar. Allah sizin için kolaylık diler, güçlük değil. Bu da sayıyı tamamlamanız, Allah'ın size doğru yolu göstermesine karşılık onu ululamanız içindir, böylece de ona şükretmiş olabilirsiniz' (Bakara Suresi, 185. áyet).
Oruç tutmaya kudreti varken tutmayan kişinin, her gün bir yoksulu doyurması emri, bir rivayete göre kaldırılmıştır.
Bunu kabul edenlere göre, bu áyetin hükmünü kaldıran áyet, bu surenin 185. áyetidir ve áyette sadece hasta olanın yahut seferde bulunanın orucunu yiyebileceği bildirilmiştir. Bu, İbn-i Abbas'ın sözüdür. Hasen ve Atá'ya göre bu hüküm kaldırılmamıştır. Hamile kadına, çocuk emzirene, çok yaşlı kişiye racidir, ancak ilk ikisine şümulü sonradan kaldırılmıştır.
Bazılarına göre ise 'Yutıykuunnehu' sözünde, bir 'lá' takdir edilmiştir ve 'oruç tutmaya gücü yetmeyenler' anlamına gelir. Fakat bu söz áyetteki 'Bilseniz oruç tutmanız, sizin için daha hayırdır' sözüne aykırı olduğu için kuvvetli sayılamaz. İmam Caferu's-Sadık'a göre çok yaşlı, susuzluk illetine tutulmuş yahut bunlara benzer kişilere aittir. Gene aynı zattan: Ramazan ayında hastalanıp orucunu yiyen kişi iyileşir fakat öbür ramazan ayına kadar yediği günleri kaza etmezse, bu kişi, ramazan geçince yediği oruçları kaza etmekle beraber her gün de bir yoksulu doyurmalıdır.