Başkan Bush’u kafasına tokmak yemekten Abdullah Gül kurtardı
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Beyaz Saray’da Başkan Bush ile görüşmesi sırasında ortaya çıkan ama Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün kahredici darbesinden kurtulamayan meşhur atsineği, bana eski asırlardan kalan bir hikáyeyi hatırlattı.
Tanrılık iddiasında bulunan ve Hazreti İbrahim’i ateşe attıran Nemrud adlı hükümdara günün birinde bir sivrisinek musallat olur ve Nemrud’un burnundan girip beynine yerleşir. Çıldıracak hále gelen Nemrud, ıstıraptan kurtulmak için kafasını iri tokmaklarla dövdürmeye başlar ama darbelere dayanamayıp ölür gider. Bana sorarsanız, Abdullah Gül, Oval Ofis’teki sineği öldürmekle aslında Başkan Bush’un hayatını kurtardı; zira Beyaz Saray’a her nasılsa girebilmiş olan o atsineği Nemrud’a musallat olan sivrisineğe özenip Bush’un burnuna doğru hamleye kalkışsaydı, dünyanın hali nice olurdu, hayal edebiliyor musunuz?
BASINIMIZ, ABD Başkanı George Bush ile Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Beyaz Saray’daki görüşmeleri sırasında ortaya çıkan ‘atsineği’ konusuyla Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğinden çok daha fazla ilgilendi. Atsineği ile ilgili olarak günlerden buyana hálá yazılıp çiziliyor ve yorumlar yapılıyor.
Bu atsineği meselesi, mutlaka málumunuz olmuştur ama işitmeyenler için kısaca hatırlatayım: Oval Ofis’te heyetler arasındaki görüşmeler devam ederken salona bir atsineği dalar ve vızır vızır uçup oraya buraya konmaya başlar. Sineği öldürmek için ilk hamleyi Amerikan Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice yapar ama Bayan Rice’ın vuruşu neticesiz kalır, derken itláf işini Dışişleri Bakanımız Abdullah Gül devralır ve sineği bir darbeyle ezip helák eder.
Beyaz Saray’da yaşanan bu hadise, bana çok eski asırlardan kalan ve ‘Nemrud’un öyküsü’ diye bilinen bir sinek hikáyesini hatırlattı. Sonra, ‘Abdullah Gül, sineği öldürmekle bir yerde o sineğin Başkan Bush’un hayatına kasdetmesi ihtimalinin de önüne geçmiş oldu’ diye düşündüm.
PEYGAMBERİ ATEŞE ATTI
İşte hem efsanelerimizde, hem de eski edebiyatımızda oldukça geniş bir yer tutan Nemrud ve sinek hikáyesinin özeti:
İbrahim peygamber zamanının hükümdarı olan Nemrud, dünyanın hákimi olmaya soyunmuş, derken tanrılık davasına kalkışmıştır. Kendisini doğru yola davet eden Hazreti İbrahim’i mancınığa koydurup ateşe attırmış ama İbrahim’in düştüğü ateşin bir gül bahçesi háline geldiğini görmesine rağmen tanrılık iddiasından bir türlü vazgeçmemiştir.
Günün birinde, Nemrud’a bir sivrisinek musallat olur. Kibirli hükümdar nereye gitse, sinek de oradadır. Mutlaka bir tarafına konup Nemrud’u çileden çıkartmakta ve saraydakiler bütün uğraşmalarına rağmen sineği yakalayamamaktadırlar.
Sinekle hükümdar ve saray mensupları arasındaki kovalamaca böyle sürüp giderken, günün birinde sinek Nemrud’un burnundan içeri girer ve yolunu bulup hükümdarın beynine yerleşiverir. Nemrud için asıl azap artık şimdi başlamıştır: Sinek beyninde dönüp durdukça Nemrud dayanılmaz başağrıları çekmekte, ıstırabını hafifletebilmek için kafasını duvarlara vurmakta ama sinek vızıldayıp durmaktadır.
YA TEKRAR YAŞANSAYDI?
Allahlık iddiasında bulunan hükümdar, son çare olarak iri tokmaklar yaptırır ve kafasını bu tokmaklarla dövdürmeye başlar. Beynine yerleşen sinek, tokmaklar indikçe daha da coşmakta ve Nemrud’un çektiği acı çok daha dayanılmaz hál almaktadır. Acıyı hissetmemek maksadıyla adamlarına tokmakları daha sert vurmalarını emreder, bir yandan da kafasını kendisi duvarlara vurmaya başlar, tokmak darbeleri gittikçe şiddetlenir ve Nemrud hem sineğin verdiği ıstıraptan, hem de yediği tokmakların şiddetinden can verir, gider... Ufacık bir sivrisinek, giriştiği tanrılık iddiasını bir anda bitirmiştir.
Dünyanın hákimi olmaya kalkışmasının yanısıra tanrılığa da soyunan Nemrud’un hikáyesi, kısaca böyle... Beyaz Saray’da geçen hafta yaşanan málum atsineği macerası bana binlerce seneden beri devam eden işte bu ‘Nemrud ile sinek’ efsanesini hatırlattı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün sineği öldürmekle bir ihtimal, Başkan Bush’un hayatını kurtarmış olduğunu hissettim.
İhtimalleri ardarda getirip düşünelim: Oval Ofis’e her nasılsa girebilmiş olan o atsineği Nemrud’a musallat olan sivrisineğe özenip Bush’un burnuna doğru hamleye kalkışsaydı, dünyanın hali nice olurdu, hayal edebiliyor musunuz?
Napolyon, İlber Hoca’nın gezdirdiği prensesin ninesini çok fena aldatmıştı
TÜRKİYE’de, hafta içerisinde bir ‘İsveçli veliahd prenses’ rüzgárı esti.
İsveç Kralı 16. Karl’ın kızı olan 28 yaşındaki veliahd prenses Victoria Ingrid Alice Desiree, Ankara’dan sonra İstanbul’a geldi ve Topkapı Sarayı’na da uğradı. Prenses’e Topkapı’yı yeni ‘saray nazırı’ Prof. İlber Ortaylı gezdirdi.
Prenses ile İlber Hoca’nın yanyana çekilmiş fotoğraflarını gazetelerde görünce, prensesin altıncı göbekten büyükannesi olan meşhur Desiree’yi ve Annemarie Selinko’nun Desiree’yi konu alan nefis biyografisiyle Marlon Brondo ve Jean Simmons’un çevirdikleri aynı isimdeki filmi hatırladım. Sonra, Desiree Clary’nin son derece renkli geçen hayatını kısa da olsa nakletmek istedim.
Marsilyalı zengin bir ipekçinin kızı olan Desiree Clary, 1777’de doğdu. 1995’te Napolyon adında genç bir subayla tanıştı ve hemen nişanlandılar. Desiree’nin kızkardeşi Julie de, Napolyon’un kardeşi Joseph ile evlendi.
Desiree nişanlısına körkütük áşıktı ama bu aşk tek taraflı kaldı, zira bir sene sonra Paris’e giden genç subay, orada Josephine adında asil bir kadınla tanışınca nişanı bozup Josephine ile evleniverdi. Açıkta kalan Desiree de, Napolyon’un arkadaşlarından olan Jean Baptiste Bernadotte adında bir askerle nikáhlandı ama Napolyon’u kalbinden hiç çıkartmadı.
KRAL EVLAT EDİNDİ
Derken aradan seneler geçti ve kader Napolyon ile Bernadotte’a eşine az rastlanan cilveler yaptı. Napolyon, yani Napolyon Bonapart, Fransa’nın imparatoru oldu; İsveç’in çocuksuz kralı 14. Karl da Jean Baptiste Bernadotte’u evlát edinip İsveç veliahdı yaptı.
Bernadotte çifti İsveçli oldukları sırada Napolyon’un imparatorluğu da çatırdamaya başlamıştı ve işin daha da garip tarafı, Napolyon’u Waterloo’da perişan eden müttefik Avrupa ordusunun kumandanlarından birinin, imparatorun eski generali ve İsveç’in yeni prensi Bernadotte olmasıydı. Derken çok daha başka bir gariplik yaşandı ve müttefiklere teslim olmaya karar veren Napolyon hayatta olmayan eski karısı Josephine’in şatosuna kapandı, sabık nişanlısı Desiree’yi şatoya çağırdı ve kılıcını müttefik kumandanlara verilmek üzere Desiree’ye teslim edip ancak ölümüyle bitecek olan bir sürgüne doğru yola çıktı.
İki eski áşık, bu son buluşmalarında kimbilir neler yaşamışlardı...
Aradan gene seneler geçti ve General Bernadotte 1818’de ‘14. Karl Johan’ olarak İsveç tahtına çıktı, Desiree de ‘Kraliçe Desideria’ oldu. İsveç’te bugüne kadar gelen ‘Bernadotte’ hanedanı böylelikle kurulmuş oluyor ama tarihin garip cilveleri devam ediyordu.
Bernadotte çiftinin tek bir çocuğu oldu: Oscar adını verdikleri bir oğulları... Oscar daha sonra İsveç tahtına çıkacak, kendisine eş ve kraliçe olarak annesine hiç de yabancı olmayan bir ailenin kızını seçecekti: Napolyon’un karısı İmparatoriçe Josephine’in ilk kocasının soyundan gelen torununu... Yani, Desiree’nin ilk nişanlısı Napolyon’u elinden alan Josephine, rakibesine seneler sonra gelin olarak torununu gönderiyordu.
Jean Baptiste Bernadotte 1844’te, Desiree Clary de 1860’ta hayata kral ve kraliçe olarak veda ettiler. Torunları İsveç’te hálá hüküm sürüyorlar ve hafta içinde basınımızda geniş yer edinen Prenses Victoria, işte Napolyon’un hem sevgilisi hem de nişanlısı olan Desiree ile Napolyon’un generali Bernadotte’un soyundan geliyor.
Aynı hatayı tekrarlamayın beyler! Sevr’in altından Damad Ferid’in imzası yoktur
DENİZ Baykal’ın Damad Ferid Paşa konusunu durup dururken gündeme getirmesi üzerine bir Paşa tartışmasıdır başladı, derken basınımızda Damad Ferid’in kim olduğunu hatırlatan yazılar çıktı ve hemen her yazıda hep aynı hata yapıldı: Sevr Andlaşması’nın Ferid Paşa tarafından imzalandığı hatası...
Belki hatırlarsınız: Ferid Paşa konusunu bundan birkaç sene önce Tansu Çiller de gündeme getirmiş, Kemal Derviş’i Damad Ferid’e benzetmiş ve Sevr hakkında o günlerde de aynı hata yapılmıştı.
Paşa konusunda senelerden beri ısrarla yanlış yazıp konuşan zevátá tekrar hatırlatayım: Sevr’in altında Damad Ferid Paşa’nın imzası yoktur beyler! Yoktur, zira Ferid Paşa andlaşmanın imzalanması sırasında başbakandır ama delege değildir; dolayısıyla da andlaşmaya imza koymamıştır. Sevr’i Türkiye adına imzalayanlar üç kişidir: O zamanın senatörlerinden Hádi Paşa ile şair Rıza Tevfik ve Türkiye’nin İsviçre’deki ortaelçisi Reşad Halis Beyler...
Damad Ferid’in politikası hakkında aklınıza geleni söyleyin, Paşa’ya canınızın istediği gibi verip veriştirin ama lutfedin, Sevr’i ona imzalatmayın! Zira, Sevr gibi bugün bile hálá tartışılan bir konuda böylesine cehalet biraz fazla kaçıyor da...