Mahmud Muhtar Paşa asker bir aileden geliyordu. Sicili başarılarla ve zaferlerle doluydı. Bir ara politikaya girdi, birkaç ay Denizcilik Bakanlığı yaptı ve siyasi rakipleri Paşa'dan hınçlarını tam 17 yıl sonra aldılar. Meclis kararıyla Yücedivan'a yollandı, 20 bin altın ödemeye mahkum edildi ve bütün malına-mülküne el kondu... İşte, pek bilinmeyen bir Yücedivan öyküsü... Meclis Genel Kurulu önümüzdeki günlerde önemli bir karar verecek. Komisyonun 'Kurtköy havaalanının ihalesinde kusurlu bulunduğu' gerekçesiyle Başbakan Mesut Yılmaz'ı Yücedivan'a sevk kararını oylayacak ve Mesut Bey'in Yücedivan'da yargılanıp yargılanmayacağı belli olacak. Mesut Yılmaz'ın Yücedivan'a gitme ihtimali bana eski bir politikacının bundan 69 sene önce aynı yere yollanıp yargılanmasını hatırlattı: O zamanların gündemini hayli meşgul eden bir davayı, Bahriye Nazırı Mahmud Muhtar Paşa'nın Yücedivan'da yargılanıp mahkum edilmesini düşündüm... Mahmud Muhtar Paşa asker bir aileden geliyordu. 1866'da İstanbul'da doğdu. Galatasaray Lisesi'ni bitirdi, Harbokulu'na girdi, sonra Almanya'ya gidip oradan mezun oldu. 1897'deki Türk-Yunan Harbi'ne, sonra Balkan Savaşı'na katıldı. 31 Mart ayaklanmasını bastıran Hareket Ordusu'nun kumanda heyetinde o da vardı. Babası imparatorluğun son dönemlerinin meşhur kumandanı Ahmed Muhtar Paşa'ydı. Paşa kısa bir müddet için sadrazamlık da yapmış ve oğlu Mahmud Muhtar'ı Bahriye yani Denizcilik Bakanı olarak kendi kabinesine alınca hükümete ‘‘baba-oğul kabinesi’’ adı takılmıştı. Mısır hanedanından Prenses Nimetullah'la evliydi. Bir ara Aydın'a vali oldu, derken büyükelçi olarak Berlin'e gönderildi. Cumhuriyetin ilânından sonra devlet görevinden ayrıldı ve Fenerbahçe'deki köşküne çekildi. Mahmud Muhtar Paşa'nın başı seneler sonra işte sadece birkaç ay süren bu Denizcilik Bakanlığı sırasındaki bir icraatı yüzünden derde girecek ve Yücedivan'da mahkum edilecek olan Paşa küsecek, Türkiye'den ayrılıp Mısır'a yerleşecekti... Hadise 1912 senesinden kalmaydı. O zamanki adı ‘‘Seyrüsefain İdaresi’’ olan Denizyolları, ‘‘Times Iron Works’’ isimli bir İngiliz şirketine gemi sipariş etmiş ve ilk taksit olarak 20 bin altın ödemişti. Para gönderilmişti ama şirketten teminat alınması gerektiğini hatırlayan olmamıştı. Derken ‘‘Times Iron Works’’ bir güzel iflâs etti ve yollanan avans da uçtu gitti... Aradan tam 15 sene geçti ve 1927'ye gelindi. Türkiye'de artık Cumhuriyet ilân edilmiş, yeni bir devir başlamıştı ve Londra'ya yollanan 20 bin altın konusu, Osmanlı zamanının hesaplarını inceleyen komisyonlardan birinin dikkatini çekti. Komisyon Denizyolları'ndaki hesap açığını bir türlü kapatamınca ‘‘Zararın sorumlusu zamanın Bahriye Nazırı Mahmud Muhtar Paşa'dır’’ deyip topu mahkemeye attı. Önce İstanbul Asliye Mahkemesi'nin 3. Hukuk Dairesi ve hemen arkasından da Yargıtay ‘‘Zarardan Paşa'nın sorumlu olmadığı’’ kararına vardı ama Denizyolları kasasından çıkan 20 bin altını geri almaya azmetmişti ve konu bu defa Ankara'ya, Millet Meclisi'ne taşındı. Başkanlığını Muğla Milletvekili Yunus Nadi'nin yaptığı Anayasa ve Adalet Komisyonları da Paşa'yı suçlu bularak Yücedivan'a sevkediverdi... O zamanlarda Anayasa Mahkemesi henüz kurulmamıştı. Yücedivan Yargıtay'la Danıştay üyelerinden meydana gelir, ‘‘Divân-ı Álî’’ adını alır ve siyasilerin yargılanması bu mahkemede yapılırdı. Mahmud Muhtar Paşa'nın davasına da ‘‘Divân-ı Álî’’de bakıldı. Mahkeme 1929''un 29 Haziran'ında Eskişehir'de toplandı, yargılama dört ay devam etti ve karar 3 Kasım'da açıklandı: ‘‘Times Iron Works’’ şirketiyle beraber batan 20 bin altın teminat mektubu alınmada gönderildiği için suç işlenmişti. Sorumluluk zamanın Bahriye Nazırı olan Mahmud Muhtar Paşa'ya aitti ve Paşa sözkonusu 20 bin altının tamamını devlete ödemeye mahkum edildi... Karardan hemen sonra, Paşa'nın Türkiye'deki bütün mallarına haciz kondu. 20 bin altın, dört yıl boyunca bu mallardan getirdiği kiralardan tahsil edildi. Paşa ise küstü, karısı Prenses Nimetullah'la beraber Mısır'a gidip Kahire'ye yerleşti ve Türkiye'ye bir daha dönmedi. Hayata 1935'te İskenderiye'den Napoli'ye giden bir yolcu gemisinin birinci mevki kamarasında geçirdiği kalp krizi neticesinde veda edecekti... İstanbullu Rum müzisyenlerin tarihi yazıldı Hristos Tsiamulis'le Pavlos Erunidis'in Atina'da yeni yayınladıkları kitapta Türk Müziği'nde isim yapmış Rum bestecilerin hayatları ve eserleri anlatılıyor. Bu kitap, benim için iki bakımdan önemli: Birincisi, azınlık müzisyenlerin hayatlarını kendi kaynaklarından öğretmesi, diğeri de intihali müzik yayıncılığına kadar sokan üstadlarımıza ibret olması bakımından... Yorgo Bacanos, Türk udunun gelmiş geçmiş en büyük isimlerinden biriydi. Andon lâvtanın, Vasilâki kemençenin üstadıydı. Beşiktaşlı usta Vasil namlı bir tanbur ve kemençe yapımcısıydı, Udi Marko ise ‘‘Akşam dönüşü geçtim o esrarlı bağından’’ gibisinden elli küsur senedir dillerden düşmeyen şarkıların bestekârı... Hepsinin ortak noktası, Osmanlı teb'asından İstanbul Rum'u olmalarıydı. Hayatlarının bir kısmını Osmanlı, bir kısmını da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak geçirmiş, İstanbul'un müziğini yapmış yahut yapılmasını sağlamış ve üstad kabul edilmişlerdi. Hristos Tsiamulis'le Pavlos Erunidis'in Atina'da yeni yayınladıkları kitap işte bu isimleri ve Türk Müziği'nde eser vermiş öteki Rum bestecileri anlatıyor. Kitapta Türk çalgılarından, eski orkestra düzenlerinden ve müzik formlarından bahsediliyor, Rum bestecilerin hayatları anlatılıyor ve sonra eserlerinin notaları veriliyor. Tsiamulis'le Erunidis'in yazdıklarının benim ilk bakışta dikkatimi çeken tarafı Yunanistan'da bugüne kadar yayınlanan Türk Müziği kitaplarındaki iddiaları öne sürmemesi, yani alaturkanın ‘‘Yunan malı’’ olduğunu söylemeyip doğru sözler etmesi oldu. Ama müzik tarihimizin eksik taraflarından birini dolduran, azınlıktan gelen müzisyenler hakkında azınlık kaynaklarına dayanan tarihi bilgiler veren bu kitabın bence en önemli özelliği başka: İntihali müzik yayıncılığına kadar sokan üstadlarımız, meselâ aşağıda örneğini verdiğim intihalin kahramanı gibi sadece makas ve zamkla çalışan ‘‘bilim adamlarımız’’ için ibret alınabilecek bir eser olması... Azeri müziğinin en baba eserini bile yürüttüler Bu haftanın intihal gündeminde müzikli bir konu var ama melodileri ruha pek öyle sükun vermiyor, aksine dünleyenin tüylerini diken diken ediyor... İntihale uğrayıp eseri talan edilen zat Azerbaycan Müziği'nin ‘‘babası’’ sayılan Üzeyir Hacıbeyov yahut bizdeki söyleniş biçimiyle Üzeyir Hacıbeyli... 1895'te doğdu, Azeri müziğinin modern bir sisteme sahip olup çoksesli hale gelmesini sağladı, sayısız eser besteledi ve dünyadan 1948'de ayrıldı. Kurduğu sistemi ‘‘Azerbaycan Halg Musigisi'nin Esasları’’ isimli bir kitapta topladı. Eseri sonradan birçok dile çevrildi, Azeri müziğinin en önde gelen kaynağı kabul edildi ve nihayet Türkçesi de yayınlandı ama küçük bir farkla: Üzerinde Hacıbeyov yahut Hacıbeyli değil, ‘‘Doç. Dr. Şenel Önaldı’’ yazılıydı. Bu kadarla da kalınmamış, kitabın ismi bile değiştirilmiş, Azeri kimliği bir yana atılarak ‘‘Türk Musikisi'nde Kompozisyon-Tahlil ve Makam Nazariyatı’’ olmuştu. İntihalin kahramanı Önaldı halen İstanbul Teknik Üniversitesi'ne bağlı Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'nda hocalık yapıyor ve ‘‘eserini’’ ‘‘ders kitabı’’ niyetine okutuyor. Haftanın bilimsel talanı işte böyle vıcık vıcık melodilerle dolu bir hadise... Akademik namusu korumanın kime düşeceğini, işin üzerine YÖK'ün mü yoksa alaturka konservatuvarın bağlı bulunduğu İstanbul Teknik Üniversitesi'nin mi gideceğini hep beraber göreceğiz. Ama bendeniz bu intihali de dilime dolamaya ve intihalci hakkında işlem yapılana kadar konuyu her hafta yazıp taze tutmaya karar verdim... GAZİ’deki İNTİHAL SACAYAĞINA DUYURU Gazi Üniveristesi'nde faaliyet gösteren Uğur Kandilci, Burçak Kayhan ve Zeynep Akı adlarındaki birisi profesör ikisi asistan üç tıp doktorundan oluşan intihal sacayağından geçen hafta söz etmeyişim b