Şark meselesi

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Belki bugünün Türkçesi'yle ‘‘Doğu Sorunu’’ demek gerekirse de, deyim yakın geçmişin en ilginç sayfalarından miras kaldığı için öylece saklanmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla sona erdiği sanılan, ama ne yazık ki hâlâ kapanmadığı anlaşılan sayfalardır bunlar.

Nedir Şark Meselesi?

Genellikle 19. yüzyılın ve 20. yüzyıl başlarının sorunuymuş gibi gözükür; oysa başlangıcı daha eskilere, Osmanlı'nın hayli güçlü olduğu 17. yüzyıl başlarına gider. Zaferle sonuçlanmış bir Avusturya Savaşı'nın ardından imzalanan Zitvatorok Barış Antlaşması'na konan bir hükümle, devletin topraklarında yaşayan Katolikler'in de öbür gayrimüslim ‘‘millet’’ler gibi korunmasını öngörmekteydi.

O gün bu gündür, Batılı büyük devletler gayrimüslimleri ve hatta yakın zamanlarda farklı etnik kökenden Müslümanları bahane ederek Türkler'in başına dert açmakta birbirleriyle yarışırlar.

Başlangıçta, asıl amaç, Balkanlar'da nüfuz mücadelesiydi. Avusturya mı, Rusya mı, İngiltere mi derken, Osmanlı toprakları önce başkalarının etkisine girmekte, sonra özerkleşip Batılı bir büyük devletin gölgesinde yaşayarak Osmanlı'yla sürekli uğraşan devletler olarak dünya sahnesine çıkmaktaydılar.

Cumhuriyetle birlikte bu hikâyenin sona ermesi bekleniyordu.

Hayır, Şark Meselesi bitmemiştir.

Galiba, Türkler'i Avrupa'dan ve Önasya'dan silme niyeti hâlâ canlı.

Çünkü, ‘‘Türkler Anadolu'nun yerlisi değil; Asya'dan gelip Bizanslı Rumlar'ın, Doğu Anadolu'da yerleşen Ermeniler'in ve yüzyıllardır Güneydoğu dağlarında yaşayan Kürtler'in yurtlarını ele geçinmişler, şimdi de yeniden Kıbrıs'ın bütününe ve Ege adalarına göz dikmişlerdir!’’

Peki ne yapmalıdır bu Türkler? Gidecek başka yerleri mi var?

‘‘Ne yaparlarsa yapsınlar! Olmazsa, Anadolu'nun bir köşesine sıkışsınlar.’’

Yani, yeniden Sevr.

Şark Meselesi'nin bitmediğini görmek ve böylece bilmek gerekir.

Yine bilmek gerekir ki, Zitvatorok öncesinde de Haçlı hıncıyla beslenen ve Batılı iliklere işlemiş olan bu yaklaşım, Yunanistan'a Ege ve Kıbrıs'ta müthiş cesaret vermekte, onu 1919'dakine benzer tutumlara itmektedir.

Ermeni iddialarından, Suriye'nin isteklerinden, Güneydoğu'da Ankara'nın başına açılan terörden ve Avrupa Birliği'nin önyargılı sorumsuzluğundan güç alan öylesine fütursuz bir cesaret ki, Atina'yı çılgınlıklara sürükleyebilir.

Ege karasularını genişletmek ve Kuzey Kıbrıs'tan toprak koparmaya kalkışmak gibi. Türkiye bu çeşit adımlar karşısında tepkisiz kalamayacağına göre, bir Türk-Yunan savaşı büsbütün olasılık dışı değildir.

Böyle bir olasılığın bu bölgeyi birbirine katacak bir hengame yaratacağını ve hengame sonucunda yeni bir Sevr yoluyla Şark Meselesi'nin noktalanacağını hesaplayanlar olabilir. Ama, unutmamak gerekir ki, Sevr sonrasından gürbüz bir cumhuriyetin doğması gibi, böyle bir hengamenin iç gelişmelerinden de şimdikinden çok daha diri bir Türkiye doğabilir.













Yazarın Tüm Yazıları