Paylaş
Pazartesi akşamı Doğuş Grubu Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Ferit F. Şahenk’in ev sahipliğinde, Yönetim Kurulu Başkanı Vekili Hüsnü Akhan ve Bilgili Holding Yönetim Kurulu Başkanı Serdar Bilgili’nin katılımıyla gerçekleşen davette ilk kez projenin detayları paylaşıldı.
Eski Paket Postanesi olarak bildiğimiz, şimdilik bir bölümü tanıtım ofisi olarak kullanılan Tarihi Liman alanının en eski binasında kurulan devasa maket üzerinde nerede ne olacağı anlatıldı.
Karaköy, Fındıklı Kabataş hattında uzanan, bir yüzü Topkapı Sarayı diğer yüzü Galata Kulesi’ne bakan bölge kentin gerçekten de en büyüleyici noktalarından biri. Bu yüzden kıyı şeridinin nasıl değerlendirileceği, tarihi dokuyla yeni yapıların nasıl harmanlanacağı çok önemliydi.
USTALIK DÖNEMİ ESERİ
Ferit Şahenk, Galataport için “Türkiye ve İstanbul için bir pırlanta, Doğuş Grubu için ise bir ustalık dönemi eseri” diyor. Gerçekten doğru bir saptama. O akşam anlatılanları dinlerken hepimiz çok etkilendik. İstanbul için her anlamda yeni bir eşik olacak gibi görünüyor.
Bir zamanların Salıpazarı Kruvaziyer Liman’ı, proje tamamlandığında dünyada ilk defa yolcuların yerin altında karşılanacağı, gümrüklü ve gümrüksüz alanların değişken şekilde ayrılabildiği, mürettebat dahil yılda 1.5 milyon ziyaretçiyi ağırlayacak bir ‘ana liman’ Galataport İstanbul’a dönüşüyor.
2020 yılında 64, 2021 için de yaklaşık 140 sefer Galataport İstanbul’a rezervasyon yaptırmış. Yılda 7 milyonu yabancı turist olmak üzere 25 milyon kişinin geleceği tahmin ediliyor. Kruvaziyer turizmine, hatta tüm İstanbul turizmine canlılık getireceğine hiç kuşku yok.
Öte yandan gemilerin limana olmadığı zamanlarda dolaşmanın mümkün olduğu 200 yıldır kapalı olan 1.2 km’lik sahiliyle, İstanbul Modern ve Mimar Sinan Üniversitesi Resim ve Heykel Müzesi’yle bir kültür sanat platformu, parklarıyla kentlilerin buluşma, nefes alma alanı olacak gibi görünüyor. Projede yeme-içme alanlarına da oldukça geniş bir alan ayrılmış. 2020 Nisan’ını merakla bekliyoruz...
Sumac: Farklı bir yemek dergisi
Uzun yıllar aynı gazetede birlikte çalıştığımız Ali Tufan Koç bir süre önce Amerika’ya taşınmış ve New York’ta yaşamaya başlamıştı.
Koç, “Aşk için yemek, barış için yemek, eşitlik için yemek, fikirler için yemek, çeşitlilik için yemek, sürdürülebilirlik için yemek” manifestosuyla düşünsel yönü ağır basan, öncü bir yemek dergisine imza attı. Dili İngilizce olan New York merkezli Sumac, ilk sayısını bu yaz başında çıkardı. İlk sayının kapağında kendini “non binary gender” (cinsiyetsiz) olarak tanımlayan genç oyuncu Asia Kate Dillon var.
Ali Tufan, Sumac’ın felsefesini “Klasik bir gastronomi/yemek yayını değil. Tarif, şef, restoran, malzeme gibi konular derginin sınırlı bir bölümünü oluşturuyor.
Asıl mesele, yemeğin birleştirici, uzlaştırıcı, ortamı yumuşatıcı gücünü kullanarak, önyargıyla bakılan topluluklara ya da konuşulması güç meselelere, hatıralara yer vermek” diyerek özetliyor.
Sumac, yemek konusunu bir araç olarak kullanıyor. Sosyal, kültürel, hatta politik meseleleri yemek üzerinden ya da sofra etrafında işliyor. İlk sayıda yer alan konular arasında Mülteci mutfağı da birbirini tanımayan ve farklı cinsel kimliklere sahip 6 New Yorklunun cinsellik üzerine tartışması da var.
Monocle dergisi, “yeme&içme” özel sayısında Ali Tufan Koç’u “üstün fikirleriyle şu an yemek endüstrisini değiştiren ve değişime zorlayan yenilikçi düşünür ve girişimcilerden biri” olarak göstermiş. Yazıda, Sumac’tan “yayıncılık dünyasının en lezzetli yenisi” olarak bahsediliyor.
Sumac’ın birkaç aylık bir dergi ama yapıyı bir yıl kadar önce kurmuşlar. Düzenli gerçekleşen yemekler, sohbetler düzenliyorlarmış. Uzun vadede sadece okuru değil, üyesi olunacak, farklı şehirleri de kapsayan New York merkezli bir kulübe dönüşeceklermiş.
Koç bir yandan da New York Üniversitesi’nde ‘dijital medya yüksek lisansı’ yapıyor. Küresel sorunlara değinen bu çok kültürlü derginin yolu açık olsun. Sumac Tasarım Mağazası ve Restoran Sanayi 313’te satılıyor...
TAM BİR ŞEF RESTORANI: LA RICA
Birkaç istisnayı saymazsak uzun süredir Bodrum’da beni heyecanlandıran bir restoran yoktu. Yüzlerce kişinin dip dibe oturduğu masalar, ruhsuz bir servis, birbirinin kopyası mezeler...
Geçen hafta sonu Bodrum’da bu tablonun dışına çıkan harika bir restorana gittim bir arkadaşımın tavsiyesiyle. Bu yaz başı Türkbükü’nde açılan La Rica denizin hemen yanı başında bir sahil kasabasına yakışır güzellikte küçük bir şef restoranı.
Yaratıcısı da aslında adını çok duyduğum ama bugüne dek ne yazık ki tanışma fırsatı bulamadığım şef Özlem Mekik. Gündüzleri benzeri yerler gibi biraz plaj ve beş altı masayla servis veriyor, akşamları ise şık bir restorana dönüşüyormuş. Ben öğlen yemeğine gittim. Tattığım her şeye hayran oldum.
Özlem Hanım her şeyi kendi tasarlamış. Tabii menü de ona ait. Malzemelerin tazeliği, İspanyol mutfağı ve Türk mutfağını harmanladığı mezelerin yaratıcılığına bayıldım. Tattığım tüm yemekler çok lezzetliydi. Çocuk yaşta mutfağa giren Özlem Mekik belli ki işini ilk günkü heyecanıyla yapıyor. Ve yaptıklarını da aynı heyecanla anlatıyor. 2014 yılında “Özlem Mekik ile Günümüz Lezzetleri” kitabı yayınlanmış. Antik çağ dönemine ait bir tatlının reçetesini ortaya çıkarıp günümüze uyarlamış. Troya adını verdiği tatlısıyla Çanakkale Valiliği ve Opet Tarihe Saygı Projesi kapsamında bu yılın başında Unesco oturumuna katılmış. La Rica eylül sonunda kapanıyor. Ben de ilk fırsatta İstanbul’da Anadolu yakasındaki restoranı Ziyade Fasıl’a da gideceğim...
Paylaş