Paylaş
Yarışmaya katılan 20 ülkenin 10’u Lyon’da yapılacak dünya finaline gitmeye hak kazandı.
Bocuse d’Or Avrupa Şampiyonası’nda ilk üç, son yıllarda olduğu gibi yine İskandinav ülkeleri arasında paylaşıldı. Birinciliği Norveç; ikinciliği İsveç ve üçüncülüğü Danimarka aldı.
Puan sırasına göre Finlandiya, Fransa, Belçika, İsviçre, Macaristan, İzlanda ve Birleşik Krallık ilk 10’a giren ülkeler oldu. İtalya da dünya finaline gösterdiği gelişmenin sonucu jürinin kararıyla 11’inci ülke olarak katılma hakkı kazandı.
30’uncu yılını kutlayan Bocuse d’Or yarışmasının Avrupa finalinde Türkiye’nin ilk 10’a girememesine asla başarısızlık olarak bakmamak gerekiyor.
İki yılda bir düzenlenen yarışmada çok yeniyiz.
İkinci kez yarışmaya katılan Şef Mutlu Şevket Yılmaz, komisi Kıvanç Karagöl ve koçu Gastronometro Eğitmen Şefi Vedat Demir gerçekten de çok iyi bir performans sergilediler, ellerinden gelenin en iyisini yaptılar.
Et tabağında kültürümüzü yansıtacak lezzet bütünlüğü yakalanmaya çalışılmıştı.
Ancak koç Vedat Demir’in yaptığı özeleştiriye katılıyorum; ana malzemelere daha çok odaklanmak, üzerinde çok daha uzun süre çalışmak gerekiyor.
NASIL BİR STRATEJİ İZLEMELİYİZ?
Ülkelerin temsil edildiği bu tarz yarışmalardan sadece şefler değil, hepimiz bir şeyler öğrenerek dönüyoruz.
Evet, uzun soluklu çalışma, disiplin, yaratıcılık, teknik beceri, tasarım ve estetik şart kazanmak için.
Ancak bu uzun ve zorlu süreç işbirliği istiyor. Başta Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere ilgili devlet kurumları, sivil toplum kuruluşları, özel sektörün verdiği maddi ve manevi destek oranında hedefe ulaşılıyor.
Zaten bu sistemi uygulayan, sorumluluğu üstlenen ülkelerin ekipleri dereceye giriyor.
Şefler ünleniyor,
restoran açıyor ama sonuçta asıl kazanan ülkenin gastronomi kültürü oluyor.
Bocuse d’Or Akademi Başkanı, efsanevi şef Paul Bocuse’un oğlu Jerome Bocuse “Türkiye bu yıl üçüncü kez katılıyor. Türk ekip hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna şöyle yanıt verdi:
“Türkiye doğru yolda. İyi gidiyor ama bu uzun bir yol ve zorlu bir süreç. Pes etmeden yola devam etmek gerekiyor. Bu yıl gördüğüm kadarıyla ülkeler çok daha hazırlıklı gelmeye başladılar yarışmaya. Bu da haliyle çekişmenin dozunu artırıyor.”
Kısacası işimiz hiç kolay değil ama Türkiye’yi gastronomisiyle cazibe merkezi bir ülke yapmak, mutfağımızın bilinirliğini artırmak için genç ve yetenekli şefleri yarışmaya katılmaya teşvik etmek ve ardından da ülke olarak elimizden gelen desteği vermek zorundayız...
Neden Kuzeyliler?
İskandinav ülkelerinin hepsi, özellikle de uzun bir süre yaşadığım için daha yakından tanıdığım Norveç, zengin mutfak geleneği olmayan, malzeme ve yemek çeşitliliği kısıtlı bir ülkeydi.
“Norveç mutfağı smör bröd/açık sandviçten oluşur” diye dalga geçilirdi.
Bugün gastronomi dünyası, şeflerinin ve restoranlarının önünde şapka çıkarıyor.
Çünkü kısıtlı da olsa o yerel malzemelerle, tekniklerini geliştirerek yaratıcılıklarını sonuna dek kullandılar. En az 15 yıldır da bu yarışmaya hazırlanıyorlar.
Hem de ne hazırlanma!
Ekibe ülkenin 20’ye yakın önde gelen şefi yardım etmiş, her malzemeyi ayrı bir şef çalışmış. 1 yıl boyunca kuşkonmazla farklı ne yapabiliriz diye düşünmüşler.
Son 1 ay da Torino dışında villa kiralayıp kurdukları mutfakta çalışmalarını sürdürmüşler.
Norveç, İsveç, Danimarka koçları daha önceki yıllarda derece almış yarışmacı şefler. TIR’larla tüm ekipmanlarını götürüyor, filizler, çiçekler, et suları gibi birçok ayrıntıyı önceden hazırlıyorlar.
Katılımcı ülkelerin büyük bir bölümü yarışmanın hazırlık sürecine çok büyük kaynak ayırıyor.
Bu yıl yarışma için Fransa’nın 1.5 milyon, Norveç’in 1 milyon 200 bin, Belçika’nın ise 500 bin euro bütçe ayırdığı söyleniyor.
Sadece yemeklerin yerleştirildiği tepsi için 70 bin euro para harcayan, tasarımcılarla çalışan ülkeler varmış.
Türkiye’nin hazırladığı tabaklar
Ekibimiz patates frittata, mantar ve patatesli pazı dolması, kayısılı kabak tartar ile doldurulmuş soğan, kuşkonmaz terin, rezene ve yumurta dolgulu elma ravioli, yoğurt Hollandez soslu yumurtadan oluşan ‘sebze tabağı’nı 30’a yakın sebze arasından seçerek hazırlamıştı.
Et tabağında ise fırınlanmış pırasa ve uykuluğa sarılmış bonfile, mantar karışımlı bonfile dilim, domates dolması yer alıyordu.
Tarihi sarayda gala yemeği
Yarışmanın gala yemeği, İtalya’nın mimariden sanata, müzikten gastronomiye tüm kültürüne ilişkin değerlerini gösterecek mükemmellikte olan, bugün bir sanat müzesi işlevi gören ve UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan Reggia di Venaria’da yapıldı.
1675 yılında av köşkü olarak inşa edilen kraliyet sarayı 10 yıllık bir restorasyon süreci geçirerek yıkılmaktan kurtulmuş. Dünyanın en büyük kraliyet yapılarından biri olduğu söylenen sarayın devasa salonlarından birinde hazırlanan davet sofrası, İtalyan gustosunu yansıtıyordu...
Boğaz’da yeni bir mekan: Köprüaltı
Yeme-içme serüvenine 1990’larda Bodrum’da açtıkları balık lokantasıyla başlayan Gül Etker, İstanbul’da da birbirinden ilginç mekanların işletmeciliğini yapmıştı.
3 yıl önce Rumelihisarı’nda hizmete soktuğu deniz ürünleri restoranı Kiss The Frog’un ardından, geçtiğimiz günlerde deniz ürünlerinin yanı sıra meze ağırlıklı Köprüaltı Lokantası adlı yeni bir yer daha açtı.
Gül Etker bu kez yanına iş dünyasından dostları Şehnaz Vardar ve Saadet Erdoğan’ı almış. Neşeli, eğlenceli, insanın içini açan bir menü hazırlamışlar.
Hem soğuk hem de sıcak mezeler ortaya paylaşmak üzere geliyor.
Süzme yanık yoğurtlu domatesli mücver, sürpriz ot tabağı, humus ve tahin helvalı sufle çok lezzetliydi.
Tercihim her zaman gerçek bir lahmacundan yanadır ama ahtapotlusu da başarılıydı. Müzikleri de çok güzel.
Hiç kuşkum yok, manzarası ve yemeklerinin yanı sıra eğlencesiyle de arkadaş gruplarının keyifle gideceği bir buluşma noktası olacaktır kısa sürede. Ankaralı işletmeciler ne yapsa iyi yapıyor...
Anmadan olmaz
Bocuse d’Or Türkiye Akademi Başkanı Rudolf Van Nunen, Gastronometro Araştırma Mutfağı Direktörü Şef Max Thomae, Metro Türkiye’nin Pazarlama ve Marka İletişimi Grup Müdürü Aylin Mutlu, Sirha Türkiye Etkinlik Koordinatörü Abel Villemin ve ekibin olmazsa olmazı Tülay Bayraktar’ın yarışma süresince verdikleri destek ve dayanışma ruhu çok önemliydi.
Paylaş