Saraybosna; 24 yıl önce bugün

- Bosna-Hersek'te 1992-1995 yılları arasında Saraybosna bütün dünyanın gözü önünde tam 44 ay boyunca ağır silahlı Sırp çeteciler tarafından abluka altına alınarak büyük bir katliama sahne oldu. 11 binden fazla sivil öldürüldü.

Haberin Devamı

Bosna genelinde öldürülen yaklaşık 100 bin kişinin yüzde 83’ü, yarısı sivil olmak üzere Müslüman Boşnak'tı. Halk arasında 'Çetnik' adı verilen Sırp Komitacı ve Milislerin saldırılarıyla Bosna’da kan gövdeyi götürürken Sırbistan ordusu bu gözü dönmüş katillere silah desteği, milis ve mühimmat veriyordu.

O günlerde Hürriyet Paris Bürosunda Fransa'nın Birleşmiş Milletler çerçevesinde Saraybosna'ya asker göndermesi haberini yazarken, Genel Yayın Yönetmenimiz Ertuğrul Özkök arayarak 'Muammer, Saraybosna'ya gidermisin? Faruk Zabçı bir süredir orada, şartlar çok zor biraz yorulmuş Londra'ya dönmek istiyor, yani nöbeti sen devralacaksın' dedi. Daha önce Azerbaycan’da Dağlık Karabağ savaşı, Sovyetler Birliğinde Gorbaçov’a karşı yapılan darbedeki olayları, Romanya ve Bulgaristan'daki çatışmaları gazete adına ben izlemiştim, tereddüt etmeden 'Tamamdır' diyerek hazırlıklara başladım. Önce Birleşmiş Milletlerin Zagreb'teki karargâhını aradım çünkü Saraybosna Sırpların kuşatması altında olduğu ve Havalimanı sivil uçuşlara kapalı olduğu için oraya sadece askeri malzeme götüren BM askeri nakliye uçakları uçabiliyordu.

Haberin Devamı

Paris’ten ilk uçakla Zagreb’teki BM Operasyon Merkezine gidip akredite olduktan sonra bölgede çalışabilmek için BM basın kartı aldım. Bana Saraybosna’ya gidebilmem için İtalya'nın sahil kenti Ancona yakınlarındaki askeri üs'ten gidecek askeri bir nakliye uçağı beklemem gerektiğini söylediler. Zagreb’ten Ancona’ya kara yoluyla ulaştıktan sonra askeri Üs’te beklemeye başladım.

Haberin Devamı

Saraybosna’da yoğun çatışmalar ve Sırp çetecilerin kanlı saldırıları sürerken bölgeye girmenin tek yolu BM’ye askeri uçaklarını tahsis eden ülkelerin erzak ve mühimmat taşıyan bu uçaklarıydı. Bu uçaklara alınabilecek en az eşya, çelik yelek ve miğfer bulundurma şartıyla binilebiliyordu. Bir iki uçak kalktı ama tıklım tıklım silah ve askeri mühimmat dolu olduğu için beni almadılar.

Öğleden sonra gelen bir Kanada C-47 Nakliye uçağının Albay pilotuyla Fransızca sohbet edince ikna olup beni götürebileceğini ancak uçakta koltuk olmadığı için askeri araçlarla silahların arasında bezden şezlong şeklinde bir yere oturabileceğimi söyledi. Uçağın içi hangar gibiydi, 2 askeri jeep ve bir kamyonun etrafında mühimmat sandıklarının arasında bir boşluk bulup oturdum. Saraybosna'ya indiğimizde hava kararmak üzereydi.

Haberin Devamı

Şehir merkezine gitmek çok tehlikeliydi, çünkü Sırp bölgesinden geçmek gerekiyordu. Orada bekleyen iki gazeteciyle beni BM Zırhlı aracıyla Saraybosna merkezinde tüm dünya basının kaldığı tek yer olan ve Sırpların mevzilendiği tepelerin tam karşısında bulunan Holiday İnn oteline bıraktılar. Otelin dış cephesi karşı tepeden yapılan atışlardan delik deşik olmuştu. Saraybosna'yı adeta cehenneme çeviren çatışmalar sırasında Sırp ordusundan destek alan Çeteciler kent merkezini farklı saatlerde ateşe tutarken yüzlerce sivil hayatını kaybediyordu.

Faruk Zabçı beni otelin kapısında bekliyordu, sarılıp kucaklaştıktan sonra kalacağım odayı gösterdi. Saraybosnalı Müslüman Müdür Türk olduğumuz için torpil yaparak ikinci katta bir oda vermişti çünkü tepelerden açılan ateş sonucu dördüncü kattan sonraki odaların bir kısmı isabet alıyordu. Buna rağmen odamın penceresi 3.cü gece açılan ateş sonucu yerle bir olmuştu.

Haberin Devamı

Bende diğer gazeteciler gibi yatağı banyonun küvetine yerleştirerek yattığım için o gece yara almadan kurtulmuştum. Sabah Birleşmiş Milletlerden gelen askerler odamın kırılan camlarını, üzerinde BM'nin Fransızca kısaltılmışı ONU yazılı naylonlarla kapattı. Zaten Saraybosna'da Sırp çetecilerin sürekli ateş açtığı ve hedef seçtiği binalardan biri uluslararası Medya'nın kaldığı Holiday İnn oteliydi.

Faruk büyük bir heyecanla bana oteli gezdirirken hangi kat ve odaların Sırp çetecilerin hedefine açık olduğunu anlatıyor bir yandan da karşıdaki tepelerden belirsiz saatlerde ateş açıldığını söylüyordu. Otelin 5.ci katında isabet almış bir odayı göstermek istediğini belirterek beni Asansöre götürdü. Kata vardığımızda Asansörün kapısı açılır açılmaz kulakları sağır eden bir patlama sesi ile vücutlarımızın yarısı asansörün içinde yarısı kapının dışında ani bir refleksle yere kapaklandık. Kafamızı kaldırdığımızda karşıdaki merdivenlerden yüzü ve elleri kanlar içinde olan bir genç kızın inmeye çalıştığını görünce yerden kalkıp onu hemen asansöre aldık. O arada yukardan iki genç kız daha asansöre yetişti. Meğer biz tam asansörden çıkarken karşıdan bir roketatar atılmış ve Otelin 6.cı katına isabet etmişti. Yaralanan kız otelin Telefon görevlisiydi oda misafir gelen ve sonradan asansöre binen iki kız arkadaşına oteli gezdiriyormuş. Bu şok edici olay bana ‘Saraybosna’ya Hoş Geldin’ olmuştu. Faruk akşam gelen Zırhlı Araç’la Havalimanın yolunu tutarken ben lobi ’de oturup yapacağım çalışmaları planlamaya koyuldum.

Haberin Devamı

Korumasız Müslüman Boşnak halkın içinden gizlice örgütlenen gençler ve Sırp ordusuna katılmayan askerlerin "Yeşil Bereliler" birliklerini kurarak bütün imkânsızlıklara rağmen Müslüman yerleşim yerlerini korumaya çalıştıklarını duymuştum. Faaliyetleri ve yerleri son derece gizli olan bu birliklerin karargâhına, Saraybosna'nın tarihi çarşısı 'Başçarşiya'da yemek yerken Türk olduğumu öğrenip yanıma oturan ve adının 'Mustafa' olduğunu söyleyen birinin yardımıyla girebildim. Bana verdiği saatte Osmanlı döneminden kalma tarihi Kütüphanenin önüne gelerek beni alacak kişinin kod adının "Küçük" olduğunu ve otelde ondan gelecek telefonu beklememi söyledi.

İnsanların gece çok önemli, hatta hayati bir olay olmadan evlerinden çıkmadığı ve Müslüman, Sırp, Hırvat çatışmalarının sürdüğü bir bölgede, hem de iki kere görüştüğüm biri telefon ediyor ve gece yarısı beni çağırıyordu. Saraybosna en fazla gazetecinin öldürüldüğü bir bölgeydi, kent abluka altında olduğu için Sırp militanların bazen para için bazen de bir blucin için bile ıssız sokaklarda yol kesip adam öldürdükleri konuşuluyordu. Kredi kartı geçmediği içinde gazeteden gönderilen parayı diğer gazetecilerin yaptığı gibi üzerimde taşımam gerekiyordu. Bu konuda tecrübeli olduğum için pantolonlarımın kemerlerinin içine sağda ve solda iki cep diktiriyor ve Basın kartı, Kimlik, Pasaport ile paraları bu ceplere koyuyor BM’nin Basın kartını da boynumda taşıyordum.

Saraybosna Holiday İnn... Saat 22.30, Kaldığım kattaki odamın telefonu çaldı. Telefondaki Mustafa'nın bana söylediği "Küçük" kod adlı kişi olduğunu belirterek "Hemen otelin arkasındaki Kilise'nin önüne gel... Yanında kimse olmasın, hava çok soğuk uzağa gidilecek, sıkı giyin" deyip kapattı. Güveneyim mi, güvenmeyeyim mi, tehlikelimi, değil mi diye düşünürken her şeye rağmen gitmeye ve telefonla gelen bu davete uymaya karar verdim. Gerçekten o gece insanın iliklerine kadar işleyen bir soğuk vardı.

Sözleştiğimiz Kilise'nin önüne gittim. Orada elleri cebinde Kabanının kürk yakasını kaldırmış volta atan kişi beni görünce eliyle ‘gel’ işareti yaptı. Yanına gittim, tokalaştık ben ‘Küçük’ dedi ve yan sokaktan hızla çıkıp önümüzde duran külüstür bir minibüse bindik. Minibüste 3 kişi vardı ve hepsinin elinde Makineli tüfek bellerinde tabancaları vardı. "Selamünaleyküm" ve " Merhaba ile ilk kontak faslından sonra hızla Saraybosna'nın çıkışına doğru yol almaya başladık. 40-50 dakika kadar yol aldıktan sonra ormanlık bölgede ağaçların arasından toprak bir yoldan girerek 20 dakika kadar gittikten sonra Minibüs durdu, indik. İşaretle sessiz olmamız istendi. Saraybosna'nın kilometrelerce dışındaydık. Ormanın içlerinde derme çatma bir binaya yaklaştık. Binanın önünde duran kamuflaj giysili kişi elinde otomatik silahla bize yaklaşınca ‘Küçük’, ‘Muammer kardeşimiz savaşı Hürriyet gazetesine yazmak için Türkiye’den gelmiş, misafirimizdir’ diyerek tanıştırdı. Binaya girdik, içerisi gırtlağına kadar silahlı, Yeşil Bereli çoğu çelik yelekli komandolarla doluydu. Ellerindeki Makinalı tüfekler Yugoslav, Rus, Alman ve İsrail malı ve hepsi gıcır gıcırdı.

Salonun bir bölümünde ağır makinalı Tüfekler, el bombaları, cephane sandıkları... elbiselerin yepyeni ve kamuflaj tipi oluşu dikkatimi çekti... Buda 'İslam Ramboları-Yeşil Bereliler ‘in gerektiğinde göğüs göğse çarpışmalara hazır oldukları anlamını taşıyordu. Her Komando'nun üstünde makinalı tüfek, tabanca, avcı bıçağı, el bombası ve dürbün vardı. Küçük tanıştırmaya başladı. İsimler "Doktor", "Dayı", "Amca", Dedo" ve "Mareşal" türünden kod adlarıydı. Böylece isimleri sadece şehir efsanesi olarak dolaşan ancak hiç kimsenin görmediği "Yeşil Bereliler" karargâhına girip röportaj yapmak dünya basınında ilk kez bana nasip oluyordu.

Ertesi gün… Yine İslam Rambo’larının eğitim kampındayız. Peş peşe fotoğraflarını çekiyorum. Akşam oluyor “Amca” kod adlı Komutanın birliğinde çalışmaları izlerken sohbet ediyoruz. Amca olanları şu cümlelerle özetledi “Bizim durumumuz halen illegal olduğu için çalışma ve eğitimlerimizi gizli yapıyoruz. Yeşil Bereliler’in kurulma amacı savunmasız Müslüman halkı korumaktır zira Bosna Hersek’te gece insanlar değil silahlar konuşuyor. Son zamanlarda Müslüman Halk Sırp militanların hatta Sırp askerlerin saldırıları sonucu yaşamını yitiriyor. Gece Müslüman Mahallelerine ateş açıyorlar. Son örneği Referandum sonrası yaşandı. Eğer o gece biz Saraybosna’ya inmeseydik çok Müslüman kanı dökülürdü. Korkak Sırpların gücü savunmasız insanlara yetiyor. Bizim şehre indiğimizi duyduklarında kaçacak delik aradılar”.

Karanlık çöküyordu… Amca’nın önerisiyle daha önce Sırpların saldırısına uğrayan bir Müslüman köyüne doğru yolak koyulduk. Kapıları, camları kurşunlanmış evler, delik deşik edilmiş araçlar gördük. Bir evin önünden geçerken yaşlı bir kadın bizi içeri çağırdı. Elimde fotoğraf makinasını görmüş ve evinin nasıl kurşunlandığını fotoğraflayıp yazmamı istemişti. Yatak odasının camlarından giren kurşunlar duvarlara saplanmıştı. Kadın “Ateş başlayınca uyandık ve hepimiz yataklarımızdan çıkıp yere yattık. Aralıklarla bir saat kadar ateş ettiler. Sonra Müslüman Yeşil Bereliler gelip karşılık verince kaçtılar” dedi. Oradan çıktık köyüm dağ eteklerindeki evlerden birinin önünde yine bizi durdurup saldırıya uğradıklarını ve Yeşil Bereliler’in özellikle gece kendilerini yalnız bırakmamalarını istediler. Gece yarısına kadar birkaç Yeşil Bereli birliğini gezdik.

Ertesi gün akşamüzeri yine gelip beni aldılar. Bu kez ‘Cepheye gidiyoruz’ deyip yola koyulduk. Onların ‘Cephe’ dedikleri Bosna Hersek’te Müslümanların yaşadığı bölgelerdi. Yani Kuzeyden Güneye, Doğudan Batıya her şehre, her köye dağılmış ve ülke halkının yüzde 55 ini oluşturan Müslümanların yaşadıkları yerlerdi. Mostar’da, Çaplina’da, Novi Travnik’te Bosanki Brod’ta çok kilometre yaptık çok konuştuk, çok fotoğraf çektim ve “Doktor” kod adlı komutanın birliğine uğradığımızda yaptığımız sohbette şunları anlattı. “Yeşil Bereliler’e İslam Ramboları’da diyebilirsiniz, bunların hepsinin gönüllüdür. Bu fikir gençlerimizin artık Yugoslav Ordusunda hizmet yapmak istememelerinden ortaya çıktı zira Yugoslav Federal Ordusuna askere giden gençlerimizin hiçbir zaman ne Müslüman bölgelere ne de Türk bölgelerine faydası dokunmuyordu. Hele Hele Hırvatistan ve Slovenya’nın Yugoslavya Federasyonundan kopması nedeniyle çıkan çatışmalara katılıp Sırp Ordusu için kimse ölmek istemiyordu. Burada ölürsek vatanımız için can vereceğiz ve şehit olacağız diyorlar. Aslında haksızda sayılmazlar. Müslüman gençler kendi kendilerine organize oldu. Yugoslav Ordusunda onlarla aynı fikirde olan üst düzey Müslüman Subaylar, Polisler ve diğer güvenlik görevlileri de onları eğitme görevini üstlendiler. Böylece çeşitli gruplar vatanın bütün sathında görevlerini yapmaya başladılar.

Bir başka bölgede bir başka birlikte “Dayça” yani Boşnakça ’da ‘Dayı’ kod adlı komutanı ziyaret ettik. Beni görür görmez sarılıp öptü. Yeşil Bereliler’i görüp röportaj yapmak istediğimi söylediğim gece sivildi. Şimdi otomatik silahlarla kuşanmış komando elbisesi ile karşımda duruyordu. Gülerek anlatmaya baladı “Şu anda ülke genelinde gruplar oluşturduk. Her gün yediden yetmişe gönüllü katılıyor, sayımız on binleri aşmak üzere şimdi yepyeni bağımsız bir devlet olduk. Bu yeni doğan çocuğu yaşatmak için gerekirse kanımızın son damlasına kadar çarpışırız. Bu bizim görevimiz ve vatan borcumuzdur. Size bir dost tavsiyem olacak. Bosna Hersek’te herhangi bir nedenle Müslümanların bulunduğu olaylı bir bölgede çalışmak durumunda kalırsanız ve Yeşil Bereliler sizi durdurmaya kalkarsa parola “ Selamünaleyküm-Allaha Emanet’tir. Kendilerini siper eder sizi kurtarırlar. Onlarla kaldığım süre içinde yaptığım " Yeşil Bereliler" röportaj savaş bittiğinde Sırp katliamlarından sonra Lahey Adalet Divanı belgelerine girmişti.

...

melveren@hurriyet.com.tr

Yazarın Tüm Yazıları