Paylaş
Bunların sanat nefreti hep kalıplar içinde düşünmekten, ezbere hapsolmaktan, sınırları zorlamamaktan, keşfetme isteği duymamaktan kaynaklanır.
Kimisi eserdeki çıplaklığı rahatsız edici bulur, kimisi sembolleri.
Bazı insan meraklıdır...
Hayatın sürekli bir keşif olduğu bilinciyle her türlü deneyime tüm iştahıyla dalar.
Kimisi de korkaktır. Anlamaya açık değildir, anlamadığından da korkar.
En kolayı anlamadığını taşlamak, karalamaktır.
Jeanette Winterson, bu durumu şöyle anlatır:
“Resimlere uzun uzun bakmak, yabancı bir şehre bırakılmaya denktir.
Bütün sanatlar yabancı bir şehirdir ve tanıdık olduğunu düşündüğümüzde kendimizi kandırırız.
Kimse yabancı bir şehrin kendi adetlerini sürdürmesine, kendi dilini konuşmasına şaşırmaz.
Sadece bir hödük, ikisini de görmezden gelir ve kendi eksikliğinin suçunu mekanın üstüne atar.
Bu durum her gün sanatçının ve sanatın başına geliyor.”
Winterson’a göre “Bu şiiri anlamıyorum”, “Asla klasik müzik dinlemem”, “Bu resmi beğenmiyorum” gibi önermeler bize bu sanat dallarıyla ilgili hiçbir şey demiyor:
“Bunlar bize sanat eleştirisi, karşı kanıtlar olarak sunuluyor; çünkü cahil, tembel ya da düpedüz kafası karışıklar kendi hallerini itiraf etmeye pek de istekli olmuyorlar.”
ŞÖMİNEYİ MİHRAP SANACAK KADAR DİNE UZAK İSTİSMARCILAR
“Anlamıyorum”cular kadar sanata zarar veren bir grup daha varsa, onlar da “Değerlerime hakaret ediyor”cular.
Nefret söylemi içermeyen sanat eseri, dini veya milli değerlerle yargılanamaz.
Ne kadar çabalarsanız çabalayın, sanatı baskıcı düzene de uyduramazsınız.
Sanatsal üretim ancak ifadenin özgür olduğu yerde gerçekleşir çünkü.
Tam da bu yüzden sanatın herkese hitap etmek ya da ortak doğruyu yansıtmak gibi bir derdi de işlevi de yoktur:
“İfade özgürlüğü yalnızca lehte olduğu kabul edilen veya zararsız bilgi ve düşünceler için değil, devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şoke edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz.” (AİHM)
Bu kadar basit.
Birilerini şoke de etse, rahatsız da etse sanat sanattır.
Daha kıblenin yönünü bilmeyen dört-beş ikiyüzlü, “Laiklik bu mu?” diye çığırarak Abdülmecid Efendi Köşkü’ndeki “Kapı Çalana Açılır” sergisine saldırdı. “Mihraba çıplak heykel konmuş” dedikleri yer mihrap değil şömine. Şöminenin yönü güneybatı.
Oysa kıble güneydoğu yönündedir.
Yani bu ezbere bir saldırıdır. Bu kişiler de tanımadıkları dinin istismarcılarıdır.
Bu olay münferit değil, bunlar bir grup meczup değil.
Son yıllarda sergi açılışlarında, sanat fuarlarında sıkça bu tarzda saldırılara tanık olunca, balık değiliz tabii, insanız, kafamız çalışıyor, ister istemez “Kimler kışkırtıyor?” diye sorguluyoruz.
GÖRMEK İÇİN BAKMAK GEREK TABİİ
Koç Holding saldırıya verilecek en güzel cevabı verdi aslında.
Dedi ki: “Toplumsal kalkınmanın en önemli unsurlarından biri düşünce özgürlüğü ve bunun en etkili mecralarından kültür ve sanattır.
Kendisine hitap edeni sanat olarak görüp, etmeyeni hayal gücü ve aşırılıklar üzerinden tehdit ve baskı unsuru olarak kullanmaya çalışmak, sığ bir yaklaşımdan öteye gidemez ve kabul edilemez.”
Bu eserleri “İğrenç” diye kestirip atanlar önyargılarının esiri insanlar olmasalardı, o çok eleştirdikleri “Hırka Altında Adam” heykeline bakınca çıplaklığı değil, gizi, hassasiyeti, dış dünyadan kaçışı görebilirlerdi.
Ama görmek için yüzeyi kaldırıp uzun uzun altına bakmak gerekli. Ve de görmeyi istemek tabii.
Paylaş