Paylaş
Hani şu bir nevi gut hastalığına yakalanmış gezegeni iyileştirmek için çarelerin arandığı müzakereler zinciri.
Ülke delegasyonları iki hafta boyunca ortak bir eylem planı oluşturmaya çalıştı.
Amaç, doğal felaketlere, ölümlere, göçlere, açlığa yol açacak iklim değişikliğinin önüne geçebilmek için atmosferdeki ısınmayı 1.5 derecede tutmak için bir anlaşmaya imza atmaktı.
Ama havada kesif bir samimiyetsizlik kokusu vardı.
Malum iklim değişikliğinden en çok yoksul ülkeler ve halklar etkileniyor. Tarihsel sorumluluğun ucu ise en çok ABD ile Avrupa’ya dokunuyor. Sanayi Devrimi’nden beri atmosfere en çok gazı bu ülkeler saldı. O yüzden yoksul ülkeler iki haftadır diyor ki “Anlaşmaya tazminat maddesi eklensin”.
ABD buna kapalı durdu. Avrupa da ABD’nin arkasına sığındı. Zirve boyunca ABD’nin bu maddeyi anlaşmaya koydurmamak için küçük ada devletleri ‘duygusal yollarla’ ikna ettiği konuşuldu.
Bir yandan da ABD ve Avrupa karbon emisyonlarını sıfırlasa bile, Türkiye, Çin, Hindistan ve Brezilya gibi sanayileşen ülkeler sorumluluk almazsa ısı artışını 1.5 derecede tutma hedefine ulaşılamıyor. Herkesin elini taşın altına koyması şart.
*
STK temsilcileri Türkiye delegasyonunun 9 aydır ortada olan taslak anlaşma metnine yeterince çalışmadan zirveye gelmesinden ve kendileriyle fikir alışverişinde bulunmamasından şikâyetçi: “Ekler, finans ve teknoloji transferi üzerine çalışmışlar, metnin bütününe hâkim değiller. Toplantılarda anlaşmanın geneline dair söz söylemediler; sadece ülke pozisyonuyla ilgililerdi.”
Aslında esas mesele bu yolda ortaya siyasi iradenin konmaması. Birçok ülke İklim Değişikliği Bakanlığı kurarken, bizde Dışişleri Bakanlığı bünyesinde bir genel müdürlük kuruldu, o da yeni.
Muhtemelen, delegasyon da Türkiye’nin enerji politikalarını değiştireceğine inanmıyor; o yüzden de çok aktif değildi. Aktif olsa, biliyor ki birileri çıkıp “Ya senin kömürlü santralların ne olacak?” deyip lafı ağzına tıkayacak.
*
Avrupa Parlamentosu milletvekilleri daha zirvenin ilk günü STK’ları toplayıp hepsinden görüş almış. Bu da bizden farklı olarak katılımcı politika yapma yöntemini nasıl benimsediklerini gösteriyor.
Dünyada medeniyetin tanımı değişiyor. 2030’larda uygar bir ülke olmak istiyorsak ona uygun vizyonla bilişsel bir dönüşüm yapmamız gerekiyor. Yüzde 100 yenilenebilir enerji, sıfır karbon, doğa dostu tarım, akıllı şehirler, akıllı ulaşım, toprak-su-orman-deniz varlıkları ile biyoçeşitliliğin korunması elzem. Yoksa uygar değil, ilkel olarak anılacağız.
*
Öyle ya da böyle, iklim değişikliğine bağlı sıcaklık artışını 1.5 derecede tutmak için 5-10 yıl kaldı.
Ve Paris’te gördüğüm kadarıyla meselenin ciddiyetinin gerçekten farkında olanlar, dünyanın dört bir yanından COP21’e alternatif etkinlikler, eylemler yapmak üzere gelmiş, çoğu genç, iklim adaleti isteyen binlerce sıradan insan.
Kravatlı, sıkıcı adamların laftan eyleme bir türlü geçemediği müzakerelerin sürdüğü binanın dışında toplanıp “Biz adalet istiyoruz. Devrimci ve reformist düşünce istiyoruz. Bizi müzakere odasına almıyorlar. Oysa birbirimizi dinlemeye ve duymaya ihtiyacımız var” diye hep bir ağızdan seslenirlerken...
Kendimi içerideki riyakâr ortamdan ziyade...
Dışarıda, onların arasında daha çok evimde hissediyorum.
*
Artık ülkelerin samimi olup olmadıklarını zaman gösterecek ama neticede müzakerelerden ısınmayı 1.5 dereceye indirme kararı çıktı.
Biz iştahla kömüre yatırım yaparken tüm dünya fosil yakıt çağının bittiğinde hemfikir.
Koridorlarda sonuçtan tek mutsuz olan ülkenin Türkiye olduğu konuşuluyor.
Bu anlaşma kömür gibi fosil yakıtları tarihin yanlış tarafına koyarken, bakalım Türkiye enerji politikalarıyla tarihin hangi tarafında yer almayı seçecek...
Paylaş