Paylaş
Derler ki: “Popüler kültürün yaratıcılarının görevi, insanların eğlendiği, zevkle tükettiği, toplumsal dersler vermeyen, etik değerler hakkında nutuk çekmeyen, toplumsal konularda farkındalık yaratmayan sanat üretmektir.”
Oysa yapan yapıyor, eğlendirirken eğitebiliyor.
Ve sanatçı dediğimiz, popçu dahi olsa, gücünü ve etkisini neden dünyayı daha iyi bir yere dönüştürmek için kullanmasın ki?
*
Müzik, sinema, televizyon...
Popüler kültürün yayıldığı mecraları ve bunların kitleleri etkileme potansiyelini düşündüğünüzde...
Bu mecralar yoluyla toplumları ileri götürmek mümkün.
*
Bakın mesela...
Batı yarıkürenin en fakir ikinci ülkesi Nikaragua’da çılgın gibi izlenen Sexto Sentido adlı “toplumsal pembe dizi”, eşcinsel ve trans karakterleri ekrana taşıma cesaretini gösterdi.
Katolik Kilisesi’nin feci baskın olduğu bir ülkede cinsel istismar, tecavüz ve kürtaj gibi konuları hiç sansürsüz ve mizahtan da ödün vermeden işlemeyi başardı.
*
Güney Afrika’da aile içi şiddetin kadınları nasıl etkilediğini konu eden televizyon dizisi Soul City, toplumun kadına şiddete bakışını değiştirmesinde etkili oldu.
Dizide aile içi şiddete tepki olarak komşuların tencere-tava çalma eylemi kasabalarda benimsendi.
*
Hindistan’da Mann ke Manjeere adlı şarkının klibi halkı ekrana mıhladı.
Klipte, yanına kızını alarak şiddet gördüğü evden kaçmış, gelenekseli terk ederek kadınlara uygun görülmeyen bir iş, kamyon şoförlüğü yapmaya başlamış bir ev kadını başroldeydi.
Şarkı listelerde hızla zirveye tırmandı, aylarca Top 10’da kaldı, klibi En İyi Klip Ödülü’nü aldı. Klibin yönetmeni sayısız ödüle aday gösterildi. Klip, İngilizce, İspanyolca ve Fransızca altyazıyla dünya çapında 100 milyon kişiye ulaştı.
Ama hepsinden öte, albüm ve klip aile içi şiddeti halkın gündemine taşıdı ve belki de ilk kez ulusal medyada erkekler bu insan hakları ihlaline karşı konuştu.
*
İşte bu yüzden...
“Otoritenin ailesine şarkı söylemek, o sinerji o kadar keyifliydi ki hep devamını diledim.”
“Otorite bana tombişim dedi, çatalı bıraktım...”
“Otorite beni aradı, utandım...”
Diye otoriteye yaranma hevesiyle konuşan popüler kültür aktörlerinin doldurduğu bir ülkede...
Tarkan gibi birilerinin çıkıp da...
Memlekette yanlış giden şeyler, çevre katliamları hakkında bir çift laf etmesi, “Bir huzur verelim şu doğamıza Allah’ın aşkına!” demesi önemli.
Otorite sahipsiz değil nasılsa...
Birileri de doğaya sahip çıksa fena olmaz, değil mi?
Kuzey Ormanları için kamp
3. köprü, 3. havalimanı, Kanal İstanbul gibi “çılgın” projeler, son ormanlarımızı, su havzalarımızı, tarım arazilerimizi ve yaşam alanlarımızı yok etmeye başladı. Şimdiden milyonlarca ağaç katledildi.
Bunlara karşı sesini çıkarmak isteyenler Kuzey Ormanları Savunması önderliğinde bugün ve yarın Riva’da kamp yapıyor. Direniş çadırlarını, atölyeleri, panelleri, oyun, film ve şarkıları, kısacası neşe ve öfkelerini Riva Kampı’na taşıyor.
Diyorlar ki:
“Hepimize ait kamusal bir alan olan ormanları orada bulunmadan savunamayız. Gezi’ye gitmeseydik, Gezi’yi savunamazdık. Ormanları savunmak, katliamı durdurmak için ormana gidiyoruz. Bu kampta öğreneceğiz, bu kampta örgütleneceğiz, bu kampta yan yana duruşumuzu güçlendireceğiz. Mücadelemizin şimdisini ve geleceğini tartışacağız. Yaşama, doğaya, kente sahip çıkacağız.”
Yolunuz düşerse diye...
Paylaş