Kadın hiçbir şeyden çekmedi şu dünyada, pantolonundan çektiği kadar. Ki eskiden tartışmanın derin bir boyutu vardı. Fakat biz o kadar değer vermiyoruz ki kadının toplumdaki rolüne, iyi niyetle yola çıkıp 2011’de pantolonlu kadını bile siyasete kurban ediyoruz...
Kadının politik görüşünü veya ahlaki değerlerini kıyafetleri üzerinden okuma tekniği onun sosyal ve ekonomik mücadesinin tarihi boyunca döner dolaşır karşımıza çıkar. Kadının pantolon giymesine mesela, cinselliğini terk etmesinin ve isyankarlığının bariz bir işareti gözüyle bakılmıştır. Pantolonu pratik ya da sağlık ilintili nedenlerle giydiğinde bile, toplumdaki dişil rolünü ihlal etmekle ve geleneklere uymayan, hatta suç teşkil eden bir dizi eylemi desteklemekle suçlanmıştır. Amerikan kadın hareketine bakın. Birçok yerde elbisenin altına giyilen büzgülü pantolonların çılgın ruhun ya da radikal sosyalist inançların kanıtı sayıldığına tanık oluruz. 19. yüzyıl başlarında kadın hareketlerinde kıyafet reformu önemli rol oynamışsa da aynı zamanda toplumun genelinden hızla düşmanca tepki almasına neden olur. Çünkü toplumun geneline göre kadının pratik ve sağlıklı kıyafetler için mücadelesinin altında sinsi politik yükümlülükleri yatar. Burada saklı olan, kadınsı imaja şekil veren ama sözü de edilmeyen “estetik”. Bu ezberi bozan, çiğneyen giyim tarzları vazgeçme ve muhalefet göstergeleri olarak yorumlanır. 20. yüzyılın ortalarında birçok kadın için moda, sınırlı seçeneklerden oluşan ve onları kabul görmüş kadınsılık imajına uymaya zorlayan bir olgu. 60 ve 70’lerin cinsel devrimi birçok Batılı ülkede doğum kontrolünün yasallaşmasına katkıda bulunur, toplumun cinselliğe daha rahat şekilde yaklaşmasına ön ayak olur ve cinsiyete uygun giyinme şekillerinde de değişimlere yol açar. Yves Saint Laurent ve Andre Courreges kadınlar için ceket-pantolon takımlar tasarlar, Saint Laurent’ın androjen smokin tasarımı bağımsız genç kadınlara hitap eder. 70’lerin başında çoğu yerde kadının pantolon giymesi kabul görür ama pantolonlu kadına iş verilmez, kamu alanlarında hizmet edilmez, okula pantolonla gidilmez. İş hayatındaki varlığı arttıkça kadın giderek daha maskülen tarzı benimser. Ancak değişimlere rağmen erkeğin ve kadının görünümü hiçbir zaman aynı değil. Ayırt edici özellikleri korumak konusunda sonu gelmeyen bir baskı söz konusu. Sonuçta kadın pantolonu günde-lik hayatına sokar ama bunun için geçen süreyi ve mücadeleyi düşünsenize... Pantolonun kadının gardırobuna girebilmesi için toplumdaki rolünün değişmesi gerekir. Peki neden kadın zamanla erkek giyimine dair ne varsa gardırobuna sokmayı başarır ama erkek kadın giyiminden pek bir şey ödünç almaz? Jo B. Paoletti ve Claudia Brush Kidwell bir makalelerinde bu soruya soruyla cevap verir: “Bunun nedeni biraz da erkeksi sembollere daha fazla değer verilmesi olabilir mi?” Cevapları şöyle gelir: “Bu doğruysa, kadınların pantolonu benimsemesi kadınsılık tanımının önemli bir yeniden düzenlemesini temsil eder. Ama... Bu ille de var olan güç dengelerinde bir değişim anlamına gelmemektedir.” Haftalardır TBMM’ye kadınların pantolonla gelip gelemeyeceğini tartışıyoruz. Aslına bakarsanız tartışmıyoruz da, çoğumuz hemfikir: Gelsinler. Bir-iki bağnaz dışında aykırı ses çıkmıyor. Çünkü hepimiz biliyoruz ki kadının o Meclis’e pantolonla girmesi bir tehdit değil, aynen Paoletti ve Kidwell’in söylediği üzere güç dengelerinde bir değişim anlamına gelmiyor. Göstermelik. Hatta kadın-erkek eşitliği tartışmasını iyice yüzeysel bir boyuta çekiyor, pantolonu 2011 yılında bile siyasete alet ediyor, gündemi gereksiz oyalıyor. İşin trajikomik yanı şu ki; kadın-erkek meselesini olabilecek en yüzeysel boyutta bile çözemiyoruz. Bu kadar tartışmadan sonra kadın Meclis’e yine pantolonla gelemiyor. Bizden bir halt olmaz.