Paylaş
Osmanlı’nın çokkültürlü mirasını koruyabiliyor muyuz? Bu konuda ciddi endişelerim var. Gerek giderek azalan ve zaten “azınlık” diye tarif edilen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının sayısı... Gerekse onların mezeden müziğe kültür haritamızdan silinen izleri... Hayra yormak zor.
Yüzde 99.9’u Müslüman olan bir ülkede yaşamını sürdüren eser miktarda Hıristiyan, Zirve Yayınevi katliamı, rahip Santero cinayeti, Hrant Dink suikastı bu tek tip, tek sesli Türkiye’nin kötü siciline tüy dikti. Osmanlı’dan miras son koloniyi bulmak da Türk medyasına değil, İngiliz dergisi Monocle’a kaldı.
Monocle’ın yeni çıkacak sayısında “Son Avrupalılar” başlıklı bir haber yer alacak. Dergi, haberi şöyle sunuyor: “Doğu Akdeniz’deki ticaret kentleri yavaş yavaş kozmopolitliğini yitirdi. Ama İzmir’de hâlâ buraya yüzyıllar önce zenginlik ve macera arayışı için gelen aileleri bulmak mümkün.”
Haberde benim gibi İzmirliler’in çok iyi bildiği aileler var. Caroline Koç’un ailesi Giraud’lar mesela, Micaleff’ler ya da...
Ailelerin anlattıklarından, onların Türkiye’de iki arada bir derede yaşadığını gördüm ve üzüldüm.
Christopher Micaleff şunları söylemiş: “’Neredensin’ diye sorduklarında ‘Türkiye’ değil, ‘İzmir’ diyorum. Geçen ay İstanbul’da havaalanındaki pasaport kontrolünde kadın memur ismim yüzünden Türk olmadığımı söyledi. Böyle bir şey İzmir’de olmaz.”
Bazıları gelecek korkularını yansıtmış. Biri “Türkiye şu an çok dindar. Çocuklarımı ne bekliyor?” diye soruyor; bir diğeri “Birçok insan korku içinde. Bir şey olduğunda hep azınlıklar acı çeker” diyor.
Hikaye, İzmir’den eski komşum Rodney Simes’in oğlunun sözleriyle bitiyor: “Soyumuz tükeniyor.”
Monocle olaya milliyet penceresinden bakmış, aileleri göçmen olarak yansıtmış. Halbuki biz Türkler için Levanten’in ayırıcı özelliği milliyeti değil. Çünkü Osmanlı, Levanten’i farklı dinden tebası olarak tarif eder. Biz İzmirliler için de bu aileler kültürel zenginliktir. (Fotoğraflar: Monocle dergisi, Sayı 38, Kasım 2010)
Tyler Brule: “Avrupalı ailelerin İzmir’deki varlığı ilgimizi çekti”
Monocle’ın sahibi ve yayın yönetmeni Tyler Brule’yi aradım ve bu haberle ilgili fikirlerini aldım.
Bu hikayeyi nasıl buldunuz?
Eski moda gazetecilik yaptık. Yani yerinden gazetecilik... Nairobi’den Londra’ya gelen temsilcimizin yazmak istediği ilk hikaye buydu. Aileleri o buldu, İzmir’e gidip izlerini sürdü.
Neden “Son Avrupalılar” diye başlık attınız?
İlgilendiğimiz ve hikayelerini yazdığımız aileler İzmir’in çok daha batısından, İtalya’dan, Malta’dan bu kente göç etmişler ve Levanten ticaret üsleri kurmuşlar. Bu kentte çok uzun bir tarihleri var.
Hikayenin size en çarpıcı gelen yönü ne? Niye bastınız?
Biz genellikle büyük hanedanlarla, aile şirketleriyle ilgiliyiz. Bu çerçevede Alman aile şirketlerini de yayımladık. Bu kadar güçlü, ticaretle uğraşan Avrupalı ailelerin İzmir’deki varlığı ilgimizi çekti. Sadece İzmir’de değil, herhangi bir yerdeki bu tür aileler bizim konumuza giriyor. Ayrıca, ticaret şehirleriyle ilgili de bir haber yapıyoruz. Bu çerçevede Beyrut, İzmir ve Halep arasındaki eski ilişkinin bugünkü modern dünyada neye dönüştüğüne de bakacağız. Bu hikayeyi gördükten sonra İzmir’e gitmeyi çok istiyorum. Fotoğraflardan çok çekici bir yer olduğu anlaşılıyor.
Türkiye ile çok ilgilisiniz. Hemen her sayınızda Türkiye’den irili ufaklı haberler oluyor. Ama dikkatimi çekiyor, Türkiye’yi genelde Lübnan’la aynı kategoride değerlendiriyor gibisiniz.
Lübnan ve Türkiye değil de, İstanbul ve Beyrut diyelim. Bu iki şehirde Avrupa’yı ve Doğu dünyasını bir arada görebiliyorsunuz. İstanbul’a geldiğinizde Avrupa ve Asya arasında kalıyorsunuz. Beyrut’ta ise Ortadoğu ve Asya’yı yaşıyorsunuz. Beyrut’un aynı zamanda İtalya ve Fransa ile tarihi ilişkileri var. Bu yönüyle de Avrupalı. İstanbul’da da, Beyrut’ta da uluslararası cazibe ve entrika havası var. İkisi de inançların buluştuğu şehirler. Ama yine de Beyrut ve İstanbul dramatik ölçüde birbirinden farklı yerler.
Paylaş