Paylaş
Washington Post muhabiri Gene Weingarten, ünlü keman virtüözü Joshua Bell’e “Bir deneye var mısın?” der.
Klasik müziğin prensi elinde milyon dolarlık kemanıyla Washington DC’de bir metro istasyonuna iner, Bach’ın eserlerini çalar. Konserinde yüzlerce dolar ödenerek dinlenen Bell’in önünden insanlar karınca sürüsü gibi geçip giderler. Pek durup müzisyeni dinleyen olmaz. Ve Bell’in orada topladığı para, metroda çalan herhangi bir müzisyenin kazancının ötesine geçmez.
Joshua Bell’in Joshua Bell olduğunu bilerek müziğinden aldığımız hazzı nasıl oluyor da onun o olduğunu algılamadığımızda almıyoruz?
Yale Üniversitesi’nden psikoloji profesörü Paul Bloom’un “How Pleasure Works” kitabı buna odaklanıyor.
Bloom diyor ki: “Bir şey hakkında daha fazla bilgi sahibi oldukça, onu öğrendikçe ondan daha fazla haz alırız.”
Yani insanlara esas haz veren, bir şeyin nasıl göründüğü ve hissettirdiğinden çok, onun hikayesi. Evlilik yüzüğü mesela...
Ya da Rolex saat... Uzmanı dışında kimsenin gerçek olmadığını anlayamayacağı çok iyi bir taklidini yüzde 1 fiyatına alabilecekken, neden gidip Rolex alır insan? Rolex’in bir hikayesi, bir tarihi olduğu farz edildiği için.
Bardağınıza 200 dolar olduğu söylenen bir şarap konulduğunda aldığınız hazzı, 12 dolarlık bir şarap içerken alamayabiliyorsunuz. Yani bir şeyin tadını bile onunla ilgili düşüncelerimiz şekillendirebiliyor.
Tabağınıza konan etin bozuk olduğunu düşünüyorsanız, bozuk olmadığını düşündüğünüz et kadar lezzetli gelmiyor.
Peki o zaman acıdan neden haz alıyoruz?
Japon hardalı wasabi’yi gözümüzden yaş gelene kadar neden yiyoruz? Ya da nefes almakta zorlandığımız saunalara giriyor, tenimizi yakan hamam sularında yıkanıyoruz?
Bloom’un buna cevabı net: “Çünkü bunları yaptıktan sonra yaşadığımız rahatlama hissi acı hissini ezip geçiyor ve bize haz veriyor.” Bloom acı yiyecekleri toplumsal bağlamda ele almamız gerektiğinin de altını çiziyor: “Bazen insanlar başkalarına ne kadar dayanıklı olduklarını göstermek için de acı yer. Bir akademik konferansta orta yaşlı profesörlerin aralarında wasabi yeme yarışması yaptıklarına tanık oldum.”
Korku filmlerine ve bizi salya sümük ağlatan dramlara, trajedilere gelirsek... Kontrol altındaki koşullarda “eğer başımıza gelse nasıl davranırdık”ın pratiğini yapma, kendimizi en kötüsüne hazırlama fırsatımız olduğu için bu filmler de bize haz veriyor.
Gerçek olmadığını bildiğimiz şeylerden neden haz alıyoruz?
Benim için Seinfeld izlemek mesela...
Kurgu olduğunu biliyorum ama Seinfeld hem gerçek dünyadan alamadığım bazı hazları bana veriyor hem de yazarı Larry David’in dehasına hayran kalıyorum. Çok iyi bir kitap okurken veya bir film, dizi izlerken bize haz veren biraz da arkasındaki beyne duyduğumuz hayranlık. O beynin ışığından payımıza düşeni almak gibi... Birinin çok iyi yaptığı bir işi yapmasını izlemenin verdiği haz bu da.
Erkeğe aynı kadın, yeni bir kadın kadar haz vermez
“Ilk kez bir şey yapıp haz aldınız diyelim. Sonradan bu şeyi defalarca yapınca aldığınız haz azalır mı?” diye sorduğumda akla ilk gelen şey şüphesiz aynı insanla yaşanan cinsellik olur.
Ama ondan önce romantizm dersek... Romantizmde haz azalmıyor. Birini tanıdıkça daha fazla tanıyasınız geliyor. Mümkünse her anınızı birlikte geçirmek istiyorsunuz.
Oysa cinsellik başka bir hikaye.
Özellikle de erkeklerde. Erkekler için cinsel uyarılma genellikle “yeni”yle ilişkili. Yeni bir kadın, erkeği tanıdığı bir kadından daha fazla heyecanlandırıyor.
Haz ve mutluluğun farkına gelirsek...
Haz kısa vadeli bir deneyim. Orgazm, lezzetli bir yemek, harika bir şarkı gibi.
Mutluluk ise uzun süren bir hayat durumu. Evlilik, dindarlık gibi şeyler mesela mutluluğu belirleyebiliyor.
Peki peş peşe hazlar insanı mutlu kılmaz mı?
Ben hayır demem şahsen.
Paylaş