Paylaş
Biz mi yaşlandık sayıklıyoruz, yoksa domatesler hakikaten kokmuyor mu?
Kendimi bildim bileli meyve sebzenin yakınlarındayken bir hormon muhabbeti döner: “Dana gibi. Kesin hormonlu.”
Neyse ki hormonsuzu da vardı.
Şimdi afili sözcüklerin içinden çık çıkabilirsen: Demeter, organik, ekolojik. Hepsi farklı.
Demeter deli işi. Çiftlikteki hayvan sadece organik bitkiyle besleniyor, dışkısı alınıp hayvan boynuzuna dolduruluyor, yerin iki metre altına gömülüyor. İki yıl sonra topraktan elle çıkarılıyor, kazanlardaki kaynak suya ahşap kaşıkla karıştırılıyor, mineraller ekleniyor. Ve sonra gübre olarak kullanılıyor. Hayvan, bitki, toprak, hepsi kendi içinde kapalı bir döngüde, ütopyalarında. Tabii ki bu zahmete girenlerin sayısı dünyada çok çok az.
Organik daha makul. Yetiştirilirken ve işlemden geçerken kimyasal kullanılmıyor. Elinde sertifikası var.
Ekolojik ise “doğal” dediğimiz... Hormonsuz olsa da kimyasalla temas ediyor.
Biz bu sözcüklerin neresindeyiz derseniz...
Yeşil konusunda hafif duyarsız bir milletiz malum. Ondan geçtim, midesini düşünen milletiz. O kokulu kirazlar bırakın midemizi, gözümüz bile değemeden Avrupa’daki gümrüklerden geçiyor. Malın iyisi gidiyor, biz de süpermarketlerdeki artıkları yiyoruz.
Ha hiç mi doğalını bulamıyoruz?
Markette üç-beş rafta, küçük bir dükkanda, meyve sebze reyonunun köşesindeki bir dolapta...
Talep mi yok, mal mı?
Mal yok diyemeyiz. Almanya’daki organik yiyeceklerin yüzde 30’u Türkiye’den gidiyor.
Adam bizden alıyor organik domatesi, normalini 2 liraya satarken bunu 3’e satıyor. Bizde ise organik diye 5 lira etiketle rafa konuyor.
Sağlıklı beslenme meraklısı değil diye, ağzının tadını bilmiyor diye halka kızamayız. Fiyatlar ortada.
Organik gıda ve kozmetik firması STG’nin sahibi Semih Dinler daha çok insan organik üretimine girdikçe ve pazar geliştikçe organiğin yaygınlaşacağını söylüyor: “Bizde hedef hep paradır. Organik söz konusu olduğunda ise hedef hep ürün olmalı. Biz doğru ürünü yaptığımızda zaten para gelir. Üreticilerin biraz özverili olması lazım. Organik işinde beş yıldan önce para geri dönmez.”
Benim anladığım... Kokulu domatesleri biz daha bekleriz.
Aklınızda olsun
Evdeki o 30-40 koruyuculu güneş kremlerini çöpe atın. Doğal yöntemlerle cildi güçlendiren güneş kremleri yapmak peşinde olan Semih Dinler anlatıyor: “30-50 SPF koruyuculu güneş kremleri, titan dioksit içeriyor.
Titan dioksit güneşin altında havadaki oksijen molekülünü parçalıyor, serbest radikaller yayıyor. Bu kimyasal reaksiyon da cildinizin üzerinde oluyor. Yani 40-50 SPF diye aldığımız kremler kanser yapıyor.”
Evde yulafla, yoğurtla, zeytinyağıyla falan yüz maskesi yapmaya kalkmayın: “Kozmetiğin birinci şartı üretimde mikro biyolojik kirlilik olmaması; içinde bakteri, küf, maya, mikrop olmamalı. Eve dışarıdan aldığınız hiçbir ürün böyle bir filtreden geçmemiştir. Zeytinyağının içinde küf oluşabiliyor. Köylü zeytini topladığında çuvalın içinde bir buçuk gün bekletse küf oluşuyor.” Yani o zeytinyağıyla yapılan maskeden hayır gelmez.
Kozmetikleri buzdolabında saklamayın: “Kremler yağ içerir ve doğal yağlar 8-10 derecenin altında muhafaza edilmemeli, sertleşmeye, akışkanlığını kaybetmeye başlar, yapısı bozulur.”
Paylaş