Paylaş
“Acil bir şeyler yapmak lazım” diye düşünüyorum ama zararın dönecek bir yeri kaldığından da emin değilim.
Olan biteni kesitler halinde görüyoruz. Bir gün Validebağ’a cami yapılacak diye uyanıyoruz, ertesi gün Emirgan’a otel.
Bazen ‘yaygarayı’ yatıştırıcı resmi açıklamalar oluyor: “Yok, içine değil, yanına.”
Bazen de dere tepe düz gidiliyor: “Beğenseniz de beğenmeseniz de
o cami/o otel/o kışla/
o AVM yapılacak.”
Eline mikrofonu alan en güründen sesiyle aynı melodiye eşlik ediyor: “Siz memleketin kalkınmasını istemeyen darbecilersiniz. Cami düşmanlarısınız!”
Ortada ise tek bir gerçek var: ‘Kentsel Dönüşüm’ adı altında 8500 yıllık İstanbul hiç olmadığı kadar acemice ve cüretkârca talan ediliyor.
*
Önce en yoksullar evlerinden, mahallelerinden, yakınlarının yattığı mezarlıklardan edildiler.
Halbuki bu ilçelerden bazılarına seçim öncesinde içme suyu gelmiş, doğalgazın ve sosyal yardımın da yolda olduğu söylenmişti.
Seçim sonrasında buralarda ‘modern’ konutlar yapılacağı, halkın artık sefaletten kurtulacağı, ‘insan gibi’ yaşayacağı anlatılmıştı.
Artık herkes boyalı badanalı, musluğundan sıcak suyu şarıl şarıl akan dairelerde yaşayacaktı.
*
Önce kiracılar evsiz kaldı.
Peşi sıra ‘hak sahibi’ görünen kişiler bu ‘yeni’ binaların aidatlarını bile ödeyemediklerinden pılı pırtıyı toplayıp kim bilir nerelere gitti.
Şimdilerde terk etmek zorunda bırakılmış insanların gecekonduları yerinde yükselen lüks konutlar yabancılara satılmaya çalışılıyor.
İstanbul’u bilmeyenlere, bir konut cehennemine dönüşmüş ‘yeni’ kent, ‘dünyanın gıptayla baktığı İstanbul’ diye pazarlanıyor.
*
Sulukule’de, Ayazma’da, Tarlabaşı’nda tüm bunlar olup biterken direncin sesinin cılız çıkmasına şaşırmamak gerek.
Kimisi gerçekten vaat edilen gelecek hayaline inandı; gözü açıldığında iş işten geçmişti. Kimisi ise iş-aş derdinde olduğundan sesini bile çıkaramadı.
Kentsel dönüşümün mimarlarının da epey kurnazca davrandığını söylemek gerek. Zira toplu pazarlığa yanaşmayıp herkesle tek tek görüşmeleri örgütlenmeyi engelledi.
*
Hali vakti yerinde olup sesi nispeten daha gür çıkabileceklere gelirsek...
Onların pek çoğu zaten İstanbul’u çoktan gözden çıkarmıştı. Pek çoğu vaktiyle ve halen orman arazileri başta yasal olmayan yollarla işgal edilerek, sonra bir şekilde süreç yasallaştırılarak kurulmuş korunaklı sitelerde, etraflarındaki herkesle benzer hayatları sürmekle meşgullerdi. Deprem riski barındırmayan deniz manzaralı evlerinde, şehrin kötü namlı, güvensiz, trafiği bol, gürültüsü eksik olmayan merkezinden uzakta huşu içinde yaşıyorlardı.
‘Doğayla baş başa’ diye pazarlanan konutlarının nasıl olup da doğayla böyle baş başa olduğunu, kim bilir kaç hektar orman talan edilerek bu konfora sahip olmalarının sağlandığını sorgulamıyorlardı bile.
*
İstanbul kurtulur mu?
Bilmiyorum.
Ama zorla mahallelerinden kapı dışarı edilenleri, gönüllü olarak kent mirasına sırtını çevirenleri ve yüksek siyasetten başını kaldıramayan muhalefetin genelini çıkarınca...
Geriye bir parkı, koruyu ve sinemayı cansiparane savunmaya çalışan irili ufaklı kalabalıklar kalıyor.
Hak ve hukukun zemininin kayganlığını da hesaba katarsak
–en azından şimdilik- İstanbul’un inşaat saldırısına karşı savaşı kazanması epey zor görünüyor.
Umarım zor başarılır.
Zira bir İstanbul daha yok.
Paylaş