Paylaş
Gitmemin iki sebebi vardı.
Birincisi, Eliat’da düzenlenen Yenilenebilir Enerji Konferansı.
İkincisi ise Gazze’de olup bitenden ötürü esefle kınanan bir ülkenin sivillerinin ne âlemde olduğunu merak ettim.
Biz genelde devlet ile milleti aynı şey gibi algılıyoruz.
İnsanları ülkelerinden bağımsız düşünemiyoruz. Çoğumuza göre Gazze’yi bombalayan devletin insanı da devletinin savaş politikasını destekliyordur, bu nedenle beş para etmez.
Ben öyle düşünmüyorum.
En azından öyle mi, değil mi diye merak ediyorum.
Bu yüzden gittim İsrail’e.
*
“Ömür dediğin bir gündür. O da bugündür.”
Mutluluğun sırrı bu malum. ‘An’da olmak... Her günü son günmüş gibi yaşamak.
Komik gelecek ama... İsrailliler bunu becermiş.
İsteyerek değil, mecburiyetten.
Herkesin her şeyden önce asker olduğu, hayatın ölümle burun buruna geçtiği bir ülkede başka türlü yaşamak pek mümkün olmadığından.
Bu ruh hali onları sanki daha çok hayata bağlamış.
Sokaklarda günün her saatinde insanlar koşu yapıyor, özellikle Tel Aviv’de araba kadar bisiklet kullanan var, sıkışık trafikte radyolarının sesini açıp gülümsüyorlar, yaşlılar evde oturmak yerine cümbür cemaat sokaktalar...
*
Hayatlarının her an bir bombayla son bulabileceği endişesi onları girişken yapmış.
Sokakta sizinle konuşuyor, bir kafede masanıza oturup sohbet açabiliyorlar.
Özde düşünceleri şu: “Fikirlerimi paylaşmak istiyorum. Seninkileri de merak ediyorum.”
Bitmeyen bir savaşla yaşamak onları telaşlı, dolayısıyla girişimci yapmış.
Hiç durmadan yeni projeler tasarlıyor ve bunların hemen hayata geçmesini istiyorlar. Eylem odaklılar.
Doğal kaynakları çok kısıtlı olan bu ülkenin en değerli şeyi insan kaynağı.
Bu nedenle Apple’ından Microsoft’una bir dolu dünya markasının AR-GE’leri burada.
İnsanlarındaki bu aciliyet hissi ve hayata geçirme hevesi İsrail’i birçokları için iş yapması cazip bir ülke haline getiriyor.
Komşu ülkeler onlarla iş yapmadığı için de doğrudan Avrupa ve ABD’ye açılıyorlar.
*
Tartışmayı seviyorlar.
Hiyerarşi yok. Çalışanın patronu, öğrencinin öğretmeni ve askerin komutanı sorgulaması normal kabul ediliyor. “Bence yanlış düşünüyorsun. Daha iyi bir fikrim var” diyebiliyorlar.
Bu resmiyetten uzak ortam yeni fikirlerin yeşermesine de imkân veriyor. Kendinden üst pozisyonda biri de olsa, kimse statükoya meydan okumaktan çekinmiyor.
Bunun kökenleri eğitim sistemine dayanıyor. Örneğin, birinci sınıf öğrencilerine hoş geldin konuşması yapan bir vali, “Her zaman, her yerde, herkese ‘Neden’ diye sorun” nasihatını veriyor.
Ve düşünün, bu olay dini bir okulda geçiyor.
*
Yaratıcılar.
Toprak azlığının ve ülkedeki insan çeşitliliğinin bunda payı büyük. Dünyanın dört bir yanından buraya göç eden genç insanlar, dolayısıyla her türlü düşünce biçimi var.
Farklılıklar kutsanıyor.
Farklı olmak, kendin olmak serbest.
Tel Aviv örneğin, dünyanın önde gelen eşcinsel dostu kentlerinden biri.
Orduda da eşcinsellik serbest.
*
Netler.
Bazılarınız kaba olduklarını bile söyleyebilir. Çünkü düşündüklerini olduğu gibi söylüyorlar. Kıvırtmadan, lafı dolandırmadan, alt metinler düzmeden.
Kaybedecek vakitleri yok.
Peki ya savaşın içine doğan çocuklarına savaşı nasıl açıklıyorlar?
Rasgele konuştuğum bir İsrailli kadın anlatıyor:
“Biri bana açıklayabildiğinde ben de çocuklarıma açıklayabileceğim. ‘Sorun şu, çözüm de bu’ diyebileceğimiz kadar basit değil. Küçük bir çocuk için
‘Onlar kötü adam’ demek çok kolay. O zaman ona şöyle diyorum: ‘Ya onlar da bizim için böyle diyorlarsa?’”
Paylaş