Paylaş
Gazeteciler her gün tutuklanıyor, gözaltına alınıyor, saldırıya uğruyor, tehdit ediliyor. ‘Darbecilik, casusluk, terör örgütüne yardım, isyana teşvik, devletin güvenliğine tehdit, kin ve düşmanlığa tahrik’ gibi iddialarla yargılanıyorlar. Hepsine istenen cezaların toplamı 2 bin 229 yıl 6 ay. Soruşturmalara, davalara boğuluyor; tazminat ödemeye mahkûm ediliyorlar.
Kamuoyu gazetecilerin sıkıntılarından kısmen haberdar. Hakları ihlal edilen ve kamuoyunun tanımadığı, ismini bilmediği daha yüzlerce gazeteci var.
Bu ihlallerin kaydını tutan kaç kişi bulunur bilmiyorum ama bu zahmete giren en az bir kişi olduğunu biliyorum; hafta başında ‘terör propagandası yapmaktan’ tutuklanan gazeteci Erol Önderoğlu.
Onunla beraber, bir insan hakları aktivisti, bir de yazar, karar metnine ‘Tutuklanmalarına engel bir hal yok’ notu düşülerek cezaevine gönderildi.
Tutuklama kararında, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, yazar Ahmet Nesin ve Önderoğlu’nun (dayanışma amacıyla bir günlüğüne yayın yönetmeni oldukları) Özgür Gündem gazetesindeki haber içerikleriyle terör örgütü propagandası yaptıkları belirtildi.
Bu suçlama karşısında onlar ‘ifade özgürlüğü, haber alma özgürlüğü, basın özgürlüğü’ diyerek kendilerini savundular. Ama hâkim dikkate almadı.
*
Erol Önderoğlu, uzun yıllardır siyasi görüş ayırmadan, her kesimden, ideolojiden gazetecilere dair binlerce hak haberi yapmış, görüp görebileceğiniz en ahlaklı gazetecilerden biri. Dosyasını tuttukları, hak ihlallerini haberleştirdikleri arasında 90’lı yıllarda tutuklanan İslami kanattan gazeteciler de var, Kürt gazeteciler de yerel gazeteciler de yabancı gazeteciler de.
Bianet için düzenli olarak Medya Gözlem Raporu hazırlıyor. Uzun yıllardır ifade özgürlüğünü savunuyor ama ilk kez bu yüzden cezaevinde. İlk kez, hazırladığı hak ihlalleri raporuna kendisini de eklemek durumunda. Ve cezaevinde olduğu süre boyunca, ilk kez gazeteciler adliyeye bir eksik gitmek zorunda.
*
Şebnem Korur Fincancı, dünyanın başka bir ucundaki insanlar için bile canını ortaya koyan bir insan hakları aktivisti. İki ay evvel bir panelde “İnsan hakları örgütleri baş verebilir ama baş eğmez” demiş, gelecekte kullanılacak adalet hafızası için gerçekleri söylemekten vazgeçmeyeceklerini belirterek hukukun onarıcı etkisinden söz etmişti.
*
Şimdi bu üçlü, yıllardır mücadelesini verdikleri ne varsa (ifade özgürlüğü, hukuk), onun noksanlığı yüzünden mağdur oldular.
Tutuklamanın hangi hallerde uygulanacağı kanunda açık ve net olarak yazılı. Bu insanların bu ortamda başlarına gelebilecekleri hesaplayarak bu eyleme katıldıkları, dolayısıyla kaçma gibi bir niyetleri olmadığı gün gibi ortada.
Can Dündar ve Erdem Gül davasında olduğu gibi, burada da tutuklu yargılamanın haklı bir yanı yok.
Avukat Fikret İlkiz şöyle diyor: “Daha yargılamaya başlamadan, sadece suç şüphesiyle verilmiş olan tutuklama kararı hem Anayasa’ya hem de AİHS’ye aykırıdır. Böyle bir suç şüphesi için tutuklama kararı verilmez, verilmemeli. Terörle Mücadele Kanunu yıllardır ifade özgürlüğünün önündeki en büyük engellerden biri. Mahkemelerin görevi terörle mücadele etmek değil, terörle mücadele anlamında bu kanuna muhalefet edenleri yargılamaktır. Tüm hak ve özgürlüklerin korunması esastır.”
*
Bizdeki uygulamanın aksine, terörle ancak ifade özgürlüğünü koruyarak başa çıkılabilir. Hatta hiç tereddütsüz denebilir ki, özgürlük alanları daraltılıp ortadan kaldırıldığında terörle mücadele bir hayalden öteye gidemez.
Bir gazeteciyi, bir günlüğüne bir gazetenin yönetici koltuğuna oturup meslektaşlarıyla dayanıştı diye terör propagandası yapmakla suçlamak ve tutuklu yargılamak işi sulandırmaktır, başka bir şey değil.
Paylaş