Görmeden ölmeyin!

“YETENEKLİ Bay Ripley” ve “Il Postino”yu izlediğimden beri Güney İtalya hayaliyle yanıp tutuşuyordum.

Haberin Devamı

Defalarca eş-dostla planlar yaptık, hepsi başka bahara kaldı.
Bunlardan sonuncusu birkaç ay önce bir çilingir sofrasına denk geldi.
Ertesi sabah sofradakilerden Ayşe aradı, “Uçak biletlerini alıyor muyuz?” diye sordu.
“Şu biletleri alalım ki cayma şansımız olmasın, mecbur gidelim” diye birkaç saniye düşündüm ve uzatmadan “Ben varım” dedim.
Biletler alındı.
O kadar ama. Nereye gideceğiz, nasıl gideceğiz, nereler görülmeli, nerelerde kalmalı, hiçbir fikrimiz yok.
Elimizde sadece İstanbul-Napoli gidiş-dönüş biletleri var.

Görmeden ölmeyin

*
Uçuş tarihi yaklaşınca, eş-dost, internet, Twitter, Facebook, önümüze gelene Güney İtalya’da nereye gidilir diye sorduk.
Ve nihayetinde bir rota belirledik.
Ben sağlamcıyımdır.
Yani, gidelim, önümüze çıkan otele girelim, rüzgâr nereye savurursa ilerleyelim, benim tarzım değil.
Otel ayarlamak şarttı.
Bu noktada çocukluk arkadaşım Deniz devreye girdi.
Kendisi New York merkezli, dünyanın en güzel otellerinin bağlı olduğu Leading Hotels of the World adlı kuruluşun başkan yardımcısı.
“Dur” dedi, “Ben rotanız üzerindeki otellerimize mail atayım, size indirim yaparlar belki”.
Dostlar sağ olsun, rotamız üzerindeki kasabaların en güzel otellerinde birer gecelik rezervasyonumuz yapıldı.
*
Yolculuk günü geldi çattı.
Seyahatin iyi geçeceğinin işareti ilk andan belli oldu.
Uçak çok dolu olduğu için erkenden bilet alan Ayşe ile beni Business’a upgrade ettiler.
Türk Hava Yolları’nın ikram tepsisinde, son dönemde yazılıp çizildiği gibi köpüklü şarap yoktu.
Ama biz sorunca hostes “Tabii, ikram edebilirim” dedi.
Köpüklü şarap eşliğinde Napoli semalarına doğru yolculuğumuz başladı.
Kısacık bir uçuş. 1 saat 45 dakika.
*
İtalyanların “Napoli’yi gör ve öl” dedikleri kente zinhar uğramamayı kafaya koymuştuk.
Zira anlatılanlara göre Napoli’de harika bir pizzacı vardı, onun dışında bu kent hırsızlık ve gasp demekti.
Havaalanında bir Renault Clio kiralayıp GPS’imizi açtık ve direksiyonu ilk durağımız Amalfi’ye kırdık.
Bu tatilde kendimize tarihi mekânları, müzeleri, kiliseleri es geçip sadece yiyip-içme sözü verdiğimiz için yol üstündeki Pompei’yi ve Vezüv Yanardağı’nı es geçtik.

Görmeden ölmeyin

*
Otobandan çıkıp Güney İtalya kıyılarını ilk gördüğümüz an...
Çarpıldık.
Ölümüne dik yamaçlar, yeşille mavinin buluştuğu kıyılar ve kıvrılarak ilerleyen yollar...
Aralarda manzaraya dalıp GPS’e bakmayı unuttuğumuz ve kaybolduğumuz oldu.
Ama “İtalya’da kaybolmak bile güzeldir” diyerek yolumuza devam ettik.
*
İlk durağımız Amalfi’ydi.
Merkeze birkaç dakikalık mesafede bir yamaca dikey inşa edilmiş, üç kuşaktır aynı ailenin işlettiği otelimiz Santa Caterina’dan karşıya bakınca, önceden görmediğimiz türde panoramik bir deniz ve kıyı manzarasıyla karşılaştık.
Sahile inen asansörle ilk durağımız limon bahçeleri, ikinci durağımız ise kayalıkların üzerinde konuşlanmış havuz oldu.
Küçük balkonumuzda yol yorgunluğumuzu atarken, “Kaderde bu romantizmi kız kıza paylaşmak varmış ama olsun” diye kadehlerimizi tokuşturduk.
*
Akşamı Amalfi merkezdeki küçük dükkânları turlayıp sahilde bir balıkçıda nihayete erdirdik.
Amalfi’de romantik bir tatil değilse sizinkisi, ikinci gün yapacak pek bir şey yok.
Biz de sabahtan feribota atlayıp yazları jet sosyetenin mesken edindiği Capri’ye gittik.
Capri’de kıyıda biraz demlendikten sonra fünikülerle merkeze çıktık.
Merkezde ilk karşınıza çıkan Prada mağazası. Ve yan yana sıralanmış diğer butikler de aynı skalada seyrediyor.
Küçük sokaklarda yürüyüp adanın güzel çiçeklerini kokladık, bol bol manzaraya karşı prosecco yudumladık.
Akşamüstü de son feribotla Amalfi’ye döndük.
*
Ertesi sabah erkenden arabaya binip yamaçlarda kıvrıla kıvrıla ikinci durağımız Positano’ya vardık.
1950’lerde buraya yolu düşmüş John Steinbeck’in “Gerçek olamayacak türde, rüya gibi bir yer” dediği Positano oradayken de, oradan ayrıldıktan sonra da hafızamızda gerçek olamayacak güzellikte bir kasaba olarak yer etti.
Burada konakladığımız otel Le Sirenuse, köklü bir İtalyan ailenin yazlık evinden otele devşirilmiş.
Geceleri 400 mumla aydınlatılan Michelin yıldızlı bir restoranı var.
David ve Victoria Beckham’ın balayını yaptığı otelin güzelliğini sözle anlatmak mümkün değil.
Positano’da ne yaptık derseniz...
İki gündür ne yaptıysak aynısı; yedik, içtik, kitap okuduk ve manzarayı seyrettik.
*
Son durağımız Sorrento oldu.
Amalfi kıyılarının ardından Sorrento hayal kırıklığıydı.
Küçük, romantik beldelerden sonra, şehir havasındaki, trafiği bol Sorrento bizi İstanbul’a hazırladı.
İngiliz pub’lar ve sıradan hediyelik eşya mağazaları dışında Sorrento’da görülecek pek bir şey yok.
Bol miktarda otel var, biraz bizim Marmaris tadında.
Ama yolunuz düşerse, Excelsior Vittoria adlı otelin bahçesini gezmenizi şiddetle öneririm.
Devasa gül ağaçları, limon ve portakal ağaçları, adını bilmediğim çiçekler, sümbüller, çimenler üzerinde hamaklar...
Bu bahçede ömür geçer.
-DETAYLAR BİR SONRAKİ YAZIYA-

Yazarın Tüm Yazıları