Galliano’nun siyah kuğusu

“Hitler’i seviyorum” diyen John Galliano’nun içindeki siyah kuğu ağır basmış.

Haberin Devamı

“Ne olmuş yani?” diyebiliyor muyuz? Ben diyorum. Çünkü kötüyü iyi yapamayız ve sırf Galliano’nun değil, hepimizin içinde beyazı kadar kuğunun siyahı da var.

Siyah Kuğu’nun en can alıcı repliğiydi:
“Mükemmellik sadece kontrolle ilgili değildir, aynı zamanda salıvermektir.”
John Galliano’nun moda kariyerini “çılgınlık” ve “deliryum” gibi sözcükler tanımlarken, adının önüne hiç tereddüt etmeden yapıştırılacak birincil sıfat “mükemmeliyetçi”.
“Kıyafet” diyerek küçümseyemeyeceğimiz o “şeyler” başka türlü birinden çıkamaz.
Ünlü tasarımcı geçtiğimiz günlerde kontrolü bir yana bırakıp içindeki siyah kuğuyu salıverince hem sırça köşkünden oldu hem itibarından.
Oysa o birçoklarına göre yaşayan tasarımcıların dehasıydı. Zamanımızın Picasso’su ya da Braque’ı...
90’lı yılların ortasında minimalizm baskın akım olarak kendini gösterirken Galliano’nun “zengin dekorlu piyesleri” sisin ardındaki güneş gibiydi. Dikkat çekmese tuhaf olurdu.
Para pul yoktu, eşin dostun desteğiyle dikiş tutturmaya çabalıyordu. Etrafındaki herkes gönüllü çalışıyordu. Çünkü aşikârdı, modanın sahnelediği Kuğu Gölü’nün baş balerini o olacaktı.
Galliano onlara iyi davrandığı, onları iyi hissettirdiği ve kocaman gülümsemesini yüzünden eksik etmediği için burnundan kıl aldırmayan modeller podyumuna bedavaya çıkıyordu.
Gülümsemesinin şeytani, muzip, müstehzi bir yanı da vardı ama.

Haberin Devamı

ETRAF TEKDÜZEYKEN ONUN ?OVLARINDA HAYAT VARDI

Londra’dan Paris’e terfi ettiğinde içindeki siyah kuğu biraz biraz ortaya çıkmaya başladı. Fransızlar romantizme ve seksapele yabancı değildi. Ama Galliano’nun romantizme bakışında vahşi bir keskinlik de vardı. Hafif kontrolden çıkmışlık, tehlikenin yakınında, uçurumun kenarında gezindiği duygusu...
Ama işte podyumlar aynı tekdüze melodiyle yankılanırken Galliano’nun şovları hayat doluydu, içinde iyimserliği de karamsarlığı da barındıran dramatik bir yanı, hikayesi, felsefesi vardı.
Birinde çingeneler, punk’lar ve Weimar Cumhuriyeti’nin gece gezginlerinden çorba yaparken, bir diğerinde ilhamını Freud, sado mazoşizm ve işlevsiz ailelerden alıyordu. Her benim diyenin birbirine teğetleyemeyeceği temalar...
“Tasarımcı sanatçı mıdır, olmalı mıdır?” sorusunun cevabı “Hayır değildir, olmamalıdır” bence.
Bir tasarımcı Galliano olacaksa eğer, buyursunlar, sanatçı olarak da başımızın üstünde yerleri var. Ama tarasak kaç tane Galliano çıkar?
Ne zaman sorulsa “Hayatta başka bir iş yaptığımı hayal bile edemiyorum. Ytici gücüm bu” diyen şimdinin duvara toslamış figürü birkaç yıl önce Paris’teki couture atölyesinde “Hiç bu kadar mutlu olmamıştım” diye anlatıyordu hâletiruhiyesini. Fakat ekliyordu da: “Londra’daki meteliksiz, kıyafet yaptığım günlere dönsem yine mutlu olurum.”
Şimdi zil zurna, tahrikle veya tahriksiz söylediği “Hitler’i seviyorum. Sizin gibi Yahudiler öldürülmeli” sözlerinin bedelini o günlerine dönerek ödeyecek belki.

Haberin Devamı

GALLIANO KOVULMALI MIYDI, ÖZÜR DİLESE OLMAZ MIYDI?

Mesele bunun haklı bir ceza olup olmadığı...
Söylediklerinin kabul edilir yanı yok, kabul. Ama telafisi de mi yok?
Burada bence iki nokta var.
Birincisi... Ne kadar iğrenç olursa olsun düşüncelerimizi söyleyemedikten sonra gerçek bir özgürlükten söz edebilir miyiz?
Ykincisi... Esas olan suç ve ceza arasındaki oran değil mi? Yani... Zamanımızın en dahi tasarımcısı kovulmalı mıydı, özür dilese yetmez miydi?
Ayrıca bu bir nefret suçuysa eğer...
Galliano’nun, sözleri dışında hakikaten Yahudiler’e karşı bir hareketi olmuş muydu? Yanında çalışanlar arasında Yahudi olduğu için ayrıma uğrayan var mıydı? Yahudi modellerle çalışmıyor muydu?
Bunu ifade özgürlüğünden çıkarıp suç yapan ne? Galliano nefret suçunu teoriden pratiğe döken ne yaptı?
Bunlara bakıldı mı? Hiç zannetmiyorum.
Kötüyü zorla iyi yapamayız.
Beğenelim, beğenmeyelim, sadece Galliano’nun değil, hepimizin içinde kötü bir cüce, siyah bir kuğu var.

Yazarın Tüm Yazıları