Paylaş
Dedem haftada birkaç kez bize uğrar ve her geldiğinde bana yeni bir kitap getirirdi. Arada da beni yanında kitap fuarlarına taşır, yazar arkadaşlarıyla tanıştırırdı.
Harçlığımı aldığım gün kitapçılarda yerdim.
Kitap tutkum öyle “sağlıksız” bir boyuta varmıştı ki, babam ilk ve son kez bana bir yasak koydu: “Yemek masasında kitap okunmayacak”.
*
Üniversiteye gitmek için evden ayrılırken tüm kitaplarımı bavullara doldurup dolaba kaldırmıştım. Kimse ellemesin diye. Evet, obsesif bir davranış.
17 yaşında Londra’ya gittiğimde kitap cennetine düşmüş gibiydim.
Vaktimin çoğunu Charing Cross’taki irili ufaklı kitapçılarda geçiriyor, köhne binaların aralarındaki patikalardan ilerleyerek merdivenleri tırmanıyor, kuytuda bir kitapçıya adımımı attığımda kimsenin varlığından haberdar olmadığı bir kıta keşfetmiş gibi seviniyordum.
*
Londra’daki ikinci yılımda yeni bir semte taşınmıştım. Gece televizyonda Jim Morrison’ın hayatını anlatan bir film izledim. Ünlü Fransız şair Arthur Rimbaud’ya güzellemeler vardı filmde.
Ertesi sabah yeni mahallemin kitapçısına ilk kez girdiğimde titizlikle raflara yerleştirilmiş kitaplar dışında, tezgâhın üzerine rasgele atılmış tek bir kitap gördüm: Arthur Rimbaud’nun “Cehennemde bir Mevsim”i.
Robert Mapplethorpe fotoğraflarının metinlere eşlik ettiği ciltli kitabın bana evrenin yolladığı bir mesaj olduğunu düşünmüştüm. Üzerinden zaman geçtikçe güzel bir tesadüf olduğunu düşünmekle yetindim.
Bu tesadüf sayesinde Rimbaud’yla tanışmıştım.
*
Rimbaud bana insanın manevi mücadelesinin gerçek bir savaş kadar zor, adaletin yerini bulduğunu görmenin ise sadece Tanrı’ya mahsus bir zevk olduğunu öğretti.
Sadece Rimbaud değil...
Çocukluğumdan itibaren okuduğum her kitap beni yetiştirdi, değiştirdi, hayatı kolaylaştırmadı belki ama dünyayı anlamama yardım etti.
*
Okumaya bir yerinden başladığınızda gerisi çorap söküğü gibi geliyor.
Serüven romanlarıyla başlarsınız, ufkunuz açılır, monoton hayattan sıkılma becerisini kazanırsınız, daha geniş bir coğrafyada yaşama isteği duyarsınız.
O zaman da tarih kitaplarıyla ilgilenmeye başlarsınız.
Tarih okudukça insanlığın izini sürersiniz, dünyanın sorunlarını gelişkin bir kafayla düşünmeye başlarsınız, bu da sizi başka kitaplara yönlendirir.
Modern toplumdaki sorunları anlamak için Marx’ı okursunuz ve sorunların insanlar arasındaki toplumsal ilişkinin biçiminden kaynaklandığını görürsünüz.
*
Yani, okumak aslında insanın hissettiklerini anlamak için çaba sarf etmesidir.
Geldiği gibi, aynı kafayla gideceğine...
Dünyayı tanıma girişimidir.
Kitap okuyanların sayısı artarsa, toplumdaki insani ilişkilerde de incelikler artar.
İşte bu yüzden...
Bütün dünya sanal âleme taşınsa da...
Biz elimizden geldiğince mahalle kitapçılarımızı yaşatalım.
Kepenk indirmesine ramak kalan Beyoğlu’ndaki Robinson Crusoe 389’dan gidip bir kitap alalım.
Paylaş