Paylaş
Günümüzde emo’lar ve hipster’lar gibi giyim kuşamlarıyla öne çıkan gençlik kültürleri olsa da geçmişte bu anlamda çok daha sağlamlarına şahit olduk.
Teddy Boy’lar, mod’lar, rock’çılar, punk’lar, dazlaklar...
Bu gruplar reddedildiler, dışlandılar ve farklı dönemlerde toplum düzenine tehdit olarak algılandılar.
Kıyafetleri, aksesuvarları, saçları, başları, yani tarzları dışlanmalarında büyük rol oynadı.
3 Nisan’da başlayacak olan ıstanbul Film Festivali’nde tam da bu konuya eğilen harika bir belgesel var:
“Yoldaş Modası”, orijinal adı “Ein Traum in Erdbeerfolie”.
2009 Almanya yapımı belgesel eski bir model olan Marco Wilms’in elinden çıkma, bir zamanların, duvar yıkılmadan önceki dönemin Doğu Berlin’inde modacıların ve bohemlerin bilinmeyen dünyalarına ışınlıyor izleyeni.
Saçı uzun diye polis alıp götürüyordu
Polis pazardan armut toplar gibi, göze çarpan gençleri sokaklardan topluyor, alıp götürüyor, belki tecavüz edip bırakıyor.
Polisin deyimiyle “O dönem Doğu Berlin’de göze çarpan tüm gençler baş belasıydı.”
Belgeseldeki eski görüntülerde şahit oluyoruz; şehrin turist merkezi Alexanderplatz’da sakin sakin bankta oturan bir genci sadece saçı ve sakalı uzun diye kolundan tutup götürebiliyorlar.
1989’da reçetelenmiş hayatı reddeden ve tek isteği biraz özgürlük olan yeraltı moda dünyası büyük bir etkinlik düzenliyor. Tuhaf kostümler içinde sahne şovları...
Eş zamanlı olarak Gorbaçov kente gelmiş, krallar gibi karşılanmış.
Sonra dağıtıyorlar etkinliği, her şeyi yerle bir ediyorlar. Ama tarih nasıl utandırıyor bazılarını...
Aynı Gorbaçov bir süre önce biraz para için gidip kapitalizmin simgelerinden lüks moda markası Louis Vuitton’un reklamında oynuyor.
Kıs kıs gülüyorum.
“Bugün her yer sıvalı ve sıkıcı”
Filmde çok iyi anlaşılıyor ki baskı altında, kısıtlı imkanlarda ve dar alanda insan çok daha yaratıcı olabiliyor. Dönemin moda fotoğrafçılarından biri şöyle diyor:
“Kafamızı hiç varoluşsal meselelere yormuyorduk. Para mesele değildi. Hayallerimizi sonuna kadar yaşayabiliyorduk. Bugün bu çok zor.
Biz boş binalarda çatıya çıkan merdivenlerde çıplak fotoğraflar çekebiliyorduk. Bugün kapılar kilitli, bu tarz mekanlar bulamıyorsunuz. Her yer renove edildi, pürüzsüz, sıvalı ve... sıkıcı.
O tarz bir yaşam bugün yok. O dönem ilham filmlerden ve uzak yerlere özlemden geliyordu.
İnsanlar ancak bir yere kilitlenirlerse ya da en azından sınırlı bir alanda hayatlarını sürdürmek zorunda bırakılırlarsa bunun nasıl bir şey olduğunu anlayabilirler.
Fikirler bu yaşam tarzının sonucunda ortaya çıkıyordu.”
Doğu Berlin’in en iyi moda tasarımcısı Sabine Von Oettingen 1984’te çılgın bir defile yapıyor.
Kumaş kıtlığı nedeniyle malzeme olarak çiftçilerin çileklerin üzerini örtmekte kullandığı plastik filmler ve siyah-beyaz duş perdelerini kullanıyor.
Defileler de sıra dışı. Modellik yapan gençler podyumda eğleniyor. Öylesine bir eğlence ki bu, ruh seyircilere de geçiyor.
Tabii komünist otoriteler boş durmuyor, defileleri yasaklamak istiyorlar. Otoriteleri esas rahatsız eden, Doğu Berlin’deki moda çevresinin punk’lar, dazlaklar ve metalcilerden oluşması.
Onlar sırf görünümlerinden ötürü “toplum düzenine karşı tehlike arz eden ve görmezden gelinemeyecek” bir grup. “Tehlikeliler” çünkü diğer gençlerin gözünde yenilikçi ve özgürlükçüler.
Kadın gibi politikacı
Moda insanlar içindir. Öyle olmasına öyledir de, kadın politikacılar insandan sayılmadığından mıdır nedir, moda birçoklarına göre en az onlar içindir.
Onlara göre kadın politikacı dediğin önce politikacı sonra kadındır.
Giyimine değil işine bakmalı, siyasetin erkek dünyasında kadınlığını olabildiğine gizlemelidir.
Çok mu kadınsı, indir kürsüden, hizaya sok.
Ama dünya değişiyor, eski zihniyete meydan okuyan kadın gibi politikacılar artıyor.
Bunun nedenini, nasılını merak ediyorsanız, bir zahmet Vogue dergisinin nisan sayısını alacaksınız.
Sığdırabilsem buraya yazardım ama sığacak gibi değil.
Orada uzun uzun yazdım. ABD’den Uzakdoğu’ya, Hindistan’dan Latin Amerika’ya kadın politikacıların imajını mercek altına aldım.
Paylaş