Paylaş
Şezlonglara uzanmış Ankara Oda Orkestrası’nın denizin ortasındaki salın üzerinde verdiği konseri izliyoruz. Suda oynayan çocuklar var. Annelerinin “Sessiz olun” uyarılarına aldırmadan çocuksu neşelerine kapılıp gidiyorlar.
Çok geçmeden müzik onları da etkisi altına alıyor ve çakıl taşlarının üzerinde oturmuş, konsere kilitleniyorlar. Güneş kayıp da gökyüzünün kızılıyla denizin laciverdi karışırken ne dert kalıyor akılda ne de tasa. Orkestra Vivaldi’nin Dört Mevsim’inin son notasını güneşin battığı anda vuruyor.
Fethiye Hillside Beach Club’da 6 yıldır her yaz bu vakitler aynı konser düzenleniyor. Tatilini konsere denk getirenler var.
Ben de konser için buradayım. Ama konser kadar bahçeyle de ilgiliyim. Geceleri, bahçeden buram buram kokular yükseliyor.
Aslında mayıs ve ekim aylarında koku atölyeleri yapılıyor. Atölyeye katılanlar ellerindeki kartlarla bahçeyi turluyor ve hangi kartın hangi bitkiye ait olduğunu tahmin ediyorlar.
Aylardan ne mayıs ne de ekim...
Atölye yok. Ben de kendi kendime bahçede uzun bir yürüyüşe çıkıyorum.
Futbol sahasının yanında keçiboynuzu meyvelerini yere salıvermiş. Tenis kortunun etrafında hanımeli ve limoni selvi var.
Resepsiyonun önünde karabiber; yandan limon ağacının kokusu geliyor. Havuz başına iniyorum, sığla karşımda. İleride ardıç, lavanta, defne... İskelenin girişinde yabanmersini...
Sahilden devam ederken turunç ve beyaz yasemin mis gibi kokuyor. Peşi sıra kekik, adaçayı, aloevera, çam, sedir, meşe, incir, yalancı hurma, zakkum, mor yasemin...
Bu bitkilerle yemeklerde de karşılaşılıyor. Limonlu selviyle pişmiş balık, keçiboynuzundan pekmez, lavantalı kurabiye, ardıçlı cin tonik, narenciye dilimli kokteyller...
Gündelik hayatta bir şeyi dalından koparıp yemenin uzak bir hatıram olduğunu düşünüp içleniyorum.
Sıddık abi (Mehmet Sıddık Demir) buranın bahçe sorumlusu. 120 dönüme tek başına yetemeyeceğinden, 12 kişilik bir ekibi var.
O gelmeden önce herkes elinde birer hortum, bahçeyi sularmış. Sıddık abiyle beraber otomatik sulama da gelmiş; sudan tasarruf edilmiş.
Konutlarda kullanılan su da tesiste arıtılıp arazinin çeperlerini sulamada kullanılıyor.
Sıddık abi 15 yıldır Hillside’da. Aslen Diyarbakırlı; daha önce Antalya’da, ondan evvel de Bodrum’da bahçecilik yapmış.
Narenciye dikmiş; burada konaklayanlara akşam sefası olsun diye lavanta, yasemin, melisa ekmiş.
Odalardaki buz çiçeğini kanayla değiştirmiş.
Bir de begonviller. Bodrum’la özdeşleştirdiğimiz begonvil bu bölgenin de çiçeği aslında. İklim değişikliği begonvilleri etkilemeye başlamış.
Begonviller kışın soğuğa dayanamıyormuş.
Doğayı olduğu gibi korumak adına Sıddık abi mevsimlik bitki dikmiyormuş.
Şehir otellerinde sıkça rastlanan saksıda ağaçlara karşı; “O ağacı sıkıştırmaya hakkımız yok. Bağlıyorlar bitkiyi; oysa o saksı bitkisi değil. Zeytin ya da narenciye saksıda olmaz” diyor.
Sıddık abi çalışma hayatını sonlandırdığında şehre değil, köye yerleşeceğinden bahsediyor: “Doğada yaşamak gibisi yok. Diyelim bir şeye canım sıkıldı... Hemen bahçeye dalarım, ayakkabılarımı çıkarıp çimin üstünde yürürüm, bitkileri ellerim, onu keser bunu biçerim... Derken her şeyi unuturum.”
Beton mezarlığı bir şehrin insanı olarak, kıskanmadan edemiyorum.
Paylaş