Arıza

“Âşık olmak, acı çekmektir. Acı çekmemek için, insan âşık olmamalı. Ama sonra, insan âşık olmayınca da acı çekiyor. Demek ki, âşık olmak acı çekmektir; âşık olmamak acı çekmektir; acı çekmek acı çekmektir. Mutlu olmak âşık olmak demektir. O halde, mutlu olmak acı çekmektir ama acı çekmek insanı mutsuz eder. Demek ki, mutsuz olmak için insan ya âşık olmalı ya acı çekmeyi sevmeli ya da çok fazla mutluluk yüzünden acı çekmeli. Umarım, bunu not etmişsindir!”

Haberin Devamı

Komedyen-yönetmen-senarist-oyuncu Woody Allen’ın “Bugüne kadar yaptığım en komik film” dediği, Rus edebiyatına bol göndermeli “Aşk ve Ölüm”ün (1975) en

Woody’vari repliklerinden biri./images/100/0x0/55eb3041f018fbb8f8b1134a

Bir dönem yerkürenin en tuhaf halli komik adamı Woody Allen’dı.

Dünyanın en gözde şehri ise hâlâ New York...

Daha 11 Eylül’e vardı... İkiz kuleler bütün kendini beğenmişliğiyle duruyordu.

Para oradaydı, eğlence oradaydı, sanatçılar oradaydı, entelektüeller oradaydı.

New York efsanesidir gidiyordu.

Ve Woody Allen kente âşıktı. Filmlerinde kent manzaralarıyla hem arka planı süslüyor hem de ona başrolü veriyordu.

Bu filmlerde kendisi de genelde kendini aşırı zihinsel faaliyete kaptırmış nüktedan bir nevrotik rolündeydi.

Haberin Devamı

New York’un esas kızı Manhattan’ın adını verdiği 1979 yapımı filmde, Woody’nin canlandırdığı Isaac karakterinin “hayatı manalı kılan şeyler listesi” şöyleydi mesela:

“Groucho Marx, Willie Mays, Jüpiter Senfonisi’nin ikinci bölümü, Louis Armstrong’un “Potatohead Blues” kaydı, İsveç filmleri, Flaubert’in “Duygusal Eğitim”i, Marlon Brando, Frank Sinatra, Cézanne’ın müthiş elma armutları, Sam Woo’daki yengeçler...”

Yani... Post-empresyonist ressamlar, beyzbol, caz, blues, klasik müzik, Ingmar Bergman filmleri, Marlon Brando, edebiyattaki gerçekçilik akımı ve Çin yemekleri...

Başka bir kafa. Ama güzel bir kafa.

Woody’nin yarattığı, New Yorklu nüktedan ukala entelektüeller yıllarca güldürdü.

Sonra dediler ki Woody Allen tıkandı da Avrupa şehirlerine sıçradı.

Londra’da geçen “Maç Sayısı” ve “Scoop” harikaydı.

“Vicky Cristina Barcelona” Barcelona’yı o kadar güzel gösteriyordu ki tur şirketleri köşe olmuştur.

“Paris’te Gece Yarısı” hayatın tüm manasızlığı içinde tek değişmeyenin geçmişe özlem olduğunu anlatıyor ve bunu Paris’te yapıyordu. Başarısız olması imkânsızdı.
Yeni vizyona giren sonuncuya, “Roma’ya Sevgilerle”ye gelirsek...

Woody Allen’ın bugüne kadar fon olarak kullandığı tüm şehirlerden -New York’tan, Londra’dan, Barcelona’dan, Paris’ten- farklı olarak Roma’yı perdeye gerçeğinden daha güzel Woody Allen bile yansıtamaz. Yürümeden olmaz.

Haberin Devamı

Filmde hiçbir klişe atlanmamış. Yanlış yol tarif eden Romalılar, sendika, paparazziler, anaç kadınlar, galalar, defileler ve çokeşli İtalyan erkekleri... Hepsi klişe kalmış.
Başroldeki kız, “Bilmediğiniz Şeyler Hakkında Konuşmanın Yolları” dersi verebilir.

Her şairden tek mısra biliyor. Mimarların, yazarların, filozofların isimlerini ezberlemiş. Kitapların özetlerini okumuş.

Ve arıza.

Bu filmde Woody Allen’ın nevrotik ama derinlikli, zeki ve nüktedan karakterleri gitmiş...

Arıza gelmiş.

Yazarın Tüm Yazıları