Ankara’da Ayna var

Sizin için Ankara’ya ayna tuttum. Bu köşede dört gün boyunca ıstanbul’dan bir gazetecinin Ankara anılarını okuyacaksınız.

Ankara’da herkes biri. Ya da birinin bir şeyi. Yalnız ve güzel ülkemizde “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”un en hakkıyla söylenebileceği kent burası. Geçtiğimiz hafta siyasetin olmasa da siyasetçilerin hayatının nabzını tutmak için birkaç günlüğüne başkente uçtum.
Havaalanından Hürriyet binasına yol alırken AKP Genel Merkez binası yakınında, yol kenarlarında hazır olda bekleyen polisler Başbakan’ın binaya gelmesinin an meselesi olduğunun sinyallerini veriyordu.
Ankara büroya varır varmaz Metehan Demir kolumdan tuttuğu gibi beni hızlandırılmış Ankara turuna çıkardı.

Kadın milletvekilleri: “Bizi magazinleştirmeyin”

Malumunuz Meclis’teki kadın siyasetçiler iç tüzük gereği etek-ceket giymek zorundalar. Fakat pantolon da giyebilmeyi istiyorlar. Haklılar. Eski Meclis Başkanı Köksal Toptan “Bunu tartışabiliriz” demişti. Ancak yeni iç tüzük çalışması rafta beklediği için bu konuda henüz tık yok.
Meclis’teki insan kalabalığına baktığınızda siyah, beyaz ve gri görüyorsunuz. Kadın siyasetçilerin kendilerince aksesuvarlarıyla, gömlekleriyle çok da çarpıcı olmadan renk yapmaya meylettiği ortada. Ama belli, fazla dikkat çekmemek, kadınsı yönlerini öne çıkarmamak gibi bir kaygıya sahipler; sert ve mert görünme isteği içindeler. Kuliste Louis Vuitton çantası, rugan ayakkabıları ve “Mad Men” etkili kahverengi döpiyesiyle ilk gözüme çarpan Gülşen Orhan oluyor. Baldırda biten etek boyunun pek onun kalemi olmadığını düşünsem de “Mad Men” dizisinin hatırına “Hadi neyse” deyip yoluma bakıyorum.

EN ŞIK HAYRETTİN ÇAKMAK

AKP Grup Toplantısı başlamadan ön sırada oturan Fatma şahin ve Özlem Müftüoğlu’na giyim-kuşama dair birkaç soru sormaya kalkıyorum, ağızlarından ilk çıkan “Bizi magazinleştirmeyin” oluyor: “Biz önce milletvekili, sonra kadınız. Meclis’in bir ağırlığı var, saçla başla gündem olmak bizi bozuyor.” Mor gömlekli şahin biraz daha yumuşak, siyah takımlı Müftüoğlu kötü kötü bakıyor.
Yan tarafta oturan Bursa milletvekili Hayrettin Çakmak konuşmaya hevesli oysa; “şıklıkta kadınlarda Fatma şahin, erkeklerde ben” diyor. Hakikaten de siyah takımı, beyaz kravatı, mendili ve rugan ayakkabılarıyla sanırım Çakmak salonun en şıkı.
Bordo ceketli, lame farlı Özlem Türköne’ye yaklaşıyorum; “Kadın siyasetçilerin büyük çoğunluğu siyasetin erkek dünyasında kadınsı görünmekten kaçınıyorlar” diyorum; “Böyle tanımlamalar yapmıyorum. Herkes renkli giyiniyor” diyor. Bir daha dönüp salona bakıyorum ve renk körü olduğumdan şüpheleniyorum.
Sonra Meclis’teki kadın gazetecilere bakıyorum. Kesinlikle Meclis’in en renklileri ve iyi giyinenleri onlar.
şunu söylemeden de bitirmeyeyim... Bu magazin değil, giyim kültürü. Ama sanırım biz henüz bu ayrımı yapacak noktada bile değiliz.

Sosyal Tesis Trilye

Ankara’da pazartesi akşamı her yer bomboş. Bir tek Trilye... ıçeri girdiğimizde garson “Bu gece süper bir yoğunluk var” diyor. Sonradan öğreniyorum ki Trilye’de her gece böyle. Köşedeki uzun masa müşterilerini bekliyor. “Namık Tan’ın masası” diyor garson. Dışişleri Bakanı’nın müsteşarı, Washington büyükelçiliğine atanan Tan’a veda yemeği veriyormuş.
Trilye epey tuzlu ama sahibi Süreyya Üzmez’in deyimiyle “Kalitesine göre Türkiye’nin en ucuz balık restoranı.” Zaten buraya gelenlerin çoğu faturayı şirkete istiyor.
Öyle alıştığımız balık lokantalarından da değil. Atraksiyonu bol. Önce önünüze “Konyaaltı’nda soğuk tabağı” geliyor. ıçi kum ve midye dolu, üstü camla kaplı bir sandık üzerinde mezeler... Ve dalga sesi veren bir sistemle çalışan koca bir midye konuyor masanın köşesine. “Bir de Ankara’da deniz yok derler” esprileri dönüyor. Bir süre sonra “Bu kadar yeter” deyip susturuyoruz midyeyi. Süreyya Bey sırayla tüm numaralarını sergiliyor. -196 derecede fokurdayan sıvı nitrojen geliyor, garson içine hop yuvarlak bir şey atıp çıkarıyor ve sorbet’niz hazır. Morina pastırmaları tahta bir çerçevede oltalara takılı halde sunuluyor; adı “Gardıropta balık”. En son içkiyle alınan toksinlerden kurtulmanız için koca bir oksijen tüpü ve limon dolu bir kavanoz bitiveriyor masada, birden güneyde bir narenciye bahçesinde dolaşıyor ve saf oksijen soluyor gibi bir hisse kapılıyorsunuz.

BAYKAL LAGOSÇU, AKSU KALKANCI

Deniz Baykal lagosçu, seçim bölgesinin balığından başka balık yemiyor. Mehmet Ali şahin lagos ve deniz levreği, Köksal Toptan ve Mehmet şimşek levrek, Ali Babacan kalamar, karides, kalkan ve levrek ızgara, Abdülkadir Aksu kalkandan şaşmıyor, Kemal Yardımcı lipsos kavurma seviyor. Unakıtan ve Ahsen Hanım ilk kez geçenlerde gelmişler, Rabbi levrek demiş, levrek yemişler. Başbakan Erdoğan ve Emine Hanım bir kez gelmişler, kızları Sümeyye geliyormuş arada.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov yemeğe geldiğinde çok etkilenmiş, ertesi gün bizimkilerle girdiği toplantıda 13 dakika Trilye’yi anlatmış, Ali Babacan da Süreyya Bey’e gelip “Sen bu adama ne yaptın” diye sormuş. Ankara’da konu balıksa, çok önemli evler ve ofislere yemekler Trilye’den gidiyor.

Büyük binalarda küçük düşünceler

Selçuklu mimarisinin izlerini taşıyan devasa AKP Genel Merkez binası 35 milyon TL’ye, ona tezat modern CHP Genel Merkez binası ise 24 milyon TL’ye mâl olmuştu. AKP’ninki beyaz mermerden bir Arap sarayını andırırken, CHP’ninki daha çok Londra’daki bir yatırım bankası plazası havasında.
şaşaa merakımız parti genel merkez binalarında bile kendini gösteriyor. AKP ve CHP genel merkezleri mimari tarz olarak elma ve armut kadar alakasız olsalar da misyonları düşünüldüğünde ikisi de abartılı, fazla göze batıyor, bakan “Ah paralar buraya mı gidiyor” hissine kapılıyor. Halbuki Batı’da önemli partilerin binaları küçük olur; mesele küçük binalarda büyük düşünceler üretmektir. AKP geçtiğimiz seçimlerde bize “Büyük düşün” derken bunu da kastediyormuş, anladım.
Yazarın Tüm Yazıları