Paylaş
Tüm gece avaz avaz Ankara’nın Bağları
“27 yaşındayım, İstanbul’da yaşıyorum. Bundan yaklaşık 10 yıl önce İstanbul’un sıkışıklığından ve kalabalığından sıkılan dedem ile babaannem aradıkları huzuru ve sakinliği Alaçatı’da bularak oraya yerleşmeye karar verdiler.
Hacımemiş mahallesinde müstakil bir ev alarak geri kalan hayatlarını bu sakin ve şirin kasabada geçirmekti hayalleri. Ama Alaçatı’nın kış şartlarına ayak uyduramadıkları için kışlarını geçirmek üzere 1 sene sonra İzmir’e yerleştiler. Halen her yaz İzmir’den Alaçatı’daki evlerine iniyorlar. Buraya kadar size her şey normal gelmiş olmalı.
Asıl film 3-4 yıl önce, evlerinin karşısında Düğün Salonu adıyla açılan, ne olduğunu hala çözemedikleri yer ile başlıyor. Yaz ayları malum düğün ayları, buna lafımız yok. Ama yaz boyunca neredeyse her akşam olmak üzere evimizin tam karşısında akşam 7’de başlayıp 1’e kadar devam edince -bizim ve çevredekilerin şikayetleriyle- zorla kısılan korkunç müzik sesine maruz kalmaktayız.
Bütün mahalleyi inleten ve kötü bir müzik sistemiyle düğün eğlencesi yapan bu insanlara ne desek boş. Yaşlarını almış ve yaz akşamlarını evlerinin bahçesinde başbaşa ya da davet ettikleri misafirleriyle huzur içinde geçirmek isteyen babaannem ve dedem şu anda sinir hastası olmanın eşiğindeler.
Akşam 7 olmuş güneş batmak üzere hafif bir serinlik babaannem masayı kuruyor tam oturacaklar, hoop çatır çatır bir kolon sesiyle peş peşe 8 kere çalınan Ankara’nın Bağları ve hevesleri kursaklarında kalan yaşlı bir çift.
Yaklaşık bir ay önce dünya daki bence en kibar adam olan dedem artık zıvanadan çıkmış bir şekilde 'Bu böyle olmaz ben Başkan’a bir mektup yazacağım' diyerek kolları sıvadı. Dedem TRT İstanbul Radyosu’ndan emekli bir radyo ve televizyon sunucusu, taktir edersiniz ki kalemi ve hitabet yeteneği oldukça kuvvetli ve etkileyici. Oldukça kibar ama bir o kadarda kinayeli bir dille rahatsız oldukları bu durumu dedem büyük bir titizlikle kaleme alarak postaya verdi. Yaklaşık 1 ay geçmiş olmasına rağmen sevgili Başkan’ımızdan ne ses var ne seda.
Diyeceğim o ki, bence Belediye Başkanlığı haftada bir çarşıya çıkıp esnafın elini sıkıp hal hatır sormakla olmuyor. Beldende yaşayan insanların sıkıntıları ve şikayetleri senin en önemli konularından biri olmalı.”
-Deniz Lostar-
***
Bu cehennemden kaçacağız
“10 yıl önce eşimle beraber Alaçatı’ya taşıdık. Şehrin keşmekeşinden ve yoruculuğundan kaçmayı düşünerek aldığımız bu kararın bizi çok daha büyük felaketlere sürükleyeceğinden henüz habersizdik.
Şu anda 'Nereye kaçabiliriz' diye düşünüyoruz ve bize uygun olduğuna ikna olduğumuz bir yer bulur bulmaz bu cehennemden kaçacağız.
Bu on yılda neler oldu ve halen neler olmakta derseniz…
* Alaçatı bir çöp yuvası ve kimse bundan rahatsız değil. Ne yaşayanlar ne belediye başkanı ne de turistler. Onca para vererek yemek yedikleri yerin karşısında birikmiş çöplerin bu insanları rahatsız etmediğine şahit olunca hayretler içinde kalıyorum. O şatafatlı restoranların mutfaklarının baktığı bir arka sokağa girmenizi tavsiye etmem.
* Sözde koruma altında değil mi Alaçatı? Hiç kimsenin bu korumayı taktığı yok, önce izinler alınıyor ardında bildikler okunuyor.
* Taş ev adı altında yapılan evlerin pek çoğu taş ev özelliği taşımıyor. Eskiden Şahin marka arabaları sanayide Doğan görünümlü yaparlardı ya, işte basık ve dar evler de aynen böyle.
* İlk taşındığımız yıllarda kışın yürüdüğümüzde yan yana çerezci, nalburcu, kahve, manifaturacı görürdük. Selamlaşır iki satır muhabbet ederdik. Şimdi bunlar satılıp yerlerine markalar geldi, kışın biz sadece onların kapalı kepenklerini görüyoruz. Terk edilmiş bir kasaba. Film seti gibi.
* Sörf alanına yapılan inşaatlar rüzgar kesmeye başladı ve artık sörfçülerin ortasından tekneler geçiyor marinaya girmek için. Bir gün feci bir kaza olacak.”
-Hakan Ersöz-
***
İnsanlar çıldırmış olmalı
“Doğma büyüme İzmirliyim, bütün yazlarım Çeşme'de geçer.
Sosyal biriyim; insanlarla, dostlarla neşeli ortamlar ve sofralarda balık/rakı'ya takılmak en sevdiğim.
Ama kalabalıktan yürünemeyen, daracık sokaklarında bu kalabalıkta nefes dahi alınamayan Alaçatı'ya gitmeyi yıllar öncesinde, durum bugünden çok daha hafifken bırakmıştım.
Ne zamanki oğlum oradan bir fotoğraf çekip getirdi, bakar bakmaz 'Hadi canım sen de, insanlar çıldırmış olmalı' lafı ağzımdan çıktı.
Azıcık aklı olan, oracıkta para dağıtıyor olsalar bu manzaranın içerisine kendini sokmaz.
Bundan alınabilecek ne tür bir zevk olduğunu aklıselim bir insanın anlatmasını çok isterdim çünkü çok merak ediyorum ve hatta bana mazoşistlik gibi geliyor.”
-Melih Kadıoğlu-
***
Mecbur kalmadıkça Alaçatı’ya adım atmıyorum
"Belediyeden bir şey beklemek iyimserlik. Alaçatı’yı korumaya niyetleri olsaydı Azmak mevkine o evleri özel şirketle ortak yaptırıp çevreyi talan etmezlerdi. Esas sorun şu… İnsanımızdaki birbiriyle yarişma sevdası. Ben de İzmirliyim, 35 yıldır Çeşme’ye gidiyorum. Alaçatı’ya şehir dışından misafirlerim gelmedikçe adım atmıyorum. Onların da çoğu meraktan ve basında yaratılan yanlış Alaçatı algısından dolayı görmek istiyorlar.
İnsanlar denizden uzak, çukurun içinde, altı beton üstü çakma taş kaplama evlere yüzbinlerce lira para veriyorlar.
Alaçatı gereğinden çok fazla basın tarafından yüceltiliyor. 'Alaçatı’ya bayılıyorum, orada huzur buluyorum' diyerek kendilerini kandıran insanlarımızın da bunda çok büyük var.”
-Fırat Ulusu-
***
Barlar tüyo alıp sesi kısıyor
“Alaçatı’da daha keçiler yollarda dolaştığı devirde merkezde bir ev inşa ederek yazları oturmaya başladık. Gelin görün ki seneler zarfında uyduruk, bar denen disko bozması yerler kanser hücreleri gibi büyümeye başladı. Birdenbire barların arasında kaldık. Yanlarında veya karşılarında bir insan oturduğunu düşünmeden sabahlara kadar gürültü yapmakta beis görmüyorlar.
İsviçre’den bize ziyarete gelen hukukçu torunum 'Dede bu adamlarla uğraşamazsın, görmezden gel ama hakkını ara' dedi.
Şikayet edilebilecek her merciye yazdım. cevap geldi. Gece 12’den sonra müzik yapılamayacağı, kesilen cezalar vs.
Netice aynı. Hiçbir şey değişmedi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ses ölçme ekibi ölçüm için Alaçatı’ya, bizim caddeye geliyor ama barlar (Avlu, Bay Sako Double bar, Curcuna, Şaşkın) tüyo aldıklarından, birdenbire elektrikler kesilmiş gibi bir sessizlik oluyor. Akabinde barlar sabaha kadar meydanda at koşturuyorlar. Civarındaki restoran ve oteller kan ağlıyor. Nihayet karşımızdaki Tapu restoran kendine göre bir yol buldu. Hafta sonu temin ettiği en büyük ebatta bir hoparlör ile barları müzikle rahatsız etme yoluna gitti.
50 senedir İsviçrede doktorluk yapmış biri olarak ne Belediye başkanı Muhittin Dalgıç’ın evinin önünde gece yarısı korna çalarım ne de Tapu gibi evimin önüne hoparlör koyarım. Ama bir vatandaş olarak kanunlara uyarım ve hukukun işlemesini beklerim.”
-Erbil Asal-
Paylaş