Son dönemde evsizlere dair azıcık bir farkındalık oluştuysa bu, her akşam Beyoğlu’ndaki evsizlere çorba dağıtılan Çorbada Tuzun Olsun hareketi sayesinde.
Ayşe Tükrükçü de o projenin başlangıcında büyük emeği geçen gönüllülerden biri.
Geçtiğimiz hafta, Tükrükçü’nün fikir annesi olduğu yeni bir proje daha hayata geçti: Hayata Sarıl Lokantası.
Tükrükçü’nün asıl hayali evsizlere özel bir rehabilitasyon merkezi kurmak olsa da, Beyoğlu’ndaki lokanta bu yolda bir adım.
Lokantaya ismini veren Hayata Sarıl Derneği şubat ayında kuruldu. Lokanta, derneğin hayata geçen ilk projesi. Projenin can suyu Grundig’in yaptığı 10 bin TL’lik bağıştı. Derneğin banka hesabının açılmasıyla damlaya damlaya göl oldu ve derneğin hesabında biriken kişisel bağışlar 20-25 bin TL’ye ulaştı.
Bu parayla lokantanın yeri kiralandı.
Lokantaya elektrik süpürgesinden tutun da derin dondurucu, kahve makinesi ve klimaya kadar tüm elektrikli aletleri Grundig verdi. Mutfak demirbaşlarını Öztiryakiler, fayansları Gorbon, bardakları Lav, tabakları House Cafe, tencereleri Aheste, masa ve sandalyeleri Leta, boyayı Jotun ücretsiz yolladı.
Bugün ihraç ürünlerinin değerinin artması için inovasyon, AR-GE ve markalaşma konuları sürekli gündemde tutuluyor. Ama ürünlerin değerini bunlar gibi artıran bir unsur daha
var: Tasarım.
Tasarımın gücünü şöyle anlatabiliriz...
Artık ‘Made in ...’ etiketi, yani bir ürünün nerede üretildiği bir gösterge olmaktan çıkıyor; onun yerini ‘Designed in ...’, yani ürünün tasarım yerini işaret eden etiket alıyor.
Bazı ülkelerle özdeşlemiş herhangi bir sektörün ürünü markaların etiketlerinde veya kutularının üzerinde ‘Designed in California’ (Kaliforniya’da tasarlanmıştır), ‘Designed in Sweden’ (İsveç’te tasarlanmıştır), ‘Designed in Italy’ (İtalya’da tasarlanmıştır) gibi ifadeler ‘Made in China’ (Çin’de üretilmiştir), ‘Made in EU’ gibi ifadelerden daha büyük ve yukarıda yazılıyor.
Malum, üretim yeri, üretim kalitesi algısına yöneliktir. Ama bugün dünyada standartlar öylesine oturdu ki, kaliteli ürün özellikle gelişmiş ülke pazarlarında da aranan değil, sunulmak zorunda olan bir hizmete dönüştü.
Artık ürünün fiyatını doğrudan artıran üretim değil, tasarım yeri, yani ‘Designed in’ etiketi.
ÇORAP FİRMASI YENİ
Akılcı olan vanayı kapamaktır.
Yani bir sorunu kaynağında çözmek aslında tek gerçek çözümdür.
Denizlerdeki plastik kirliliğine de böyle yaklaşmalıyız.
Dünyada her dakika 1 milyon plastik şişe satın alınıyor. Her yıl üretilen 500 milyar plastik şişenin yarısından fazlası tek bir kullanımın ardından çevreye atılıyor; sahillere, çöp sahalarına ve denizlere karışıyor.
Dünyanın en büyük alkolsüz içecek şirketleri her yıl 2 milyon ton plastik şişe üretiyor. Greenpeace, sadece Coca Cola’nın her yıl tek başına 110 milyar tek kullanımlık plastik şişe ürettiğini ve bu sayıyı düşürmek yerine, daha fazla plastik üretimine yatırım yaptığını açıklıyor.
Halbuki, dünyanın ve denizlerin hali ortadayken, şirketler sorumlu davranmalı; plastik ambalaj kullanımını epey azaltmalı. Greenpeace meşrubat içecek şirketlerinden tek kullanımlık plastik şişeleri kullanmayı bırakmalarını ve yeniden kullanılabilir ambalaj sistemini benimsemelerini talep ediyor.
Vakfın eğitime yaptığı destek ve teşviklerle amacı, ekonomiye ve nitelikli işgücü gelişimine katkı yapmak. Bu ne de olsa ancak, genç kızların topluma üretken bireyler olarak katılmasını sağlayarak mümkün olabilir.
Geçtiğimiz hafta, vakfın Aydın Doğan’ın da mezun olduğu Erzincan Lisesi’nde yaptırdığı öğrenci merkezi ile konferans salonunun kurdelesini vakfın Yönetim Kurulu Başkanı Hanzade Doğan Boyner kesti. Eğitimdeki ihtiyaçlarımızın sonsuz olduğunu söyleyen Boyner, “Devletimizin desteği ile özel sektörün, imkânı olan bireylerin, vakıfların ve sivil toplumun elbirliği yapması gerektiğine inanıyorum” dedi.
MESELE EĞİTİMSE HERKES ELİNİ TAŞIN ALTINA KOYMALI
Aydın Doğan Vakfı, 2005’te Doğan Grubu ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği işbirliğiyle başlatılan ve Türkiye’nin en büyük eğitim seferberliği olan Baba Beni Okula Gönder’in (BBOG) en büyük destekçisi. BBOG, tam da Boyner’in söz ettiği gibi, devlet-özel sektör-sivil toplum işbirliği ile toplumsal bir problemi çözme açısından tüm dünyada örnek gösterilen bir başarı elde etti. Yani, eğitim gibi bir alanda, herkes elini taşın altına koymadan ilerleme kaydedemeyiz.
Aydın Doğan Vakfı’nın bu anlamda üzerine düşeni fazlasıyla yaptığını söyleyebiliriz. BBOG seferberliği kapsamında bugüne kadar yapılan 33 kız öğrenci yurdunun 5’inin yapımını vakıf üstlendi; bu 5 yurdu desteklemeyi de sürdürüyor. Vakıf, Erzincan’da bir de üniversite öğrencilerine yönelik yurt yaptırdı ve Kredi ve Yurtlar Kurumu’na bağışladı.
BBOG kapsamında yaptırılan yurtlarda kalan kız çocuklarına vakıf tarafından, üniversite hazırlık süreçlerine yardımcı olacak eğitim setleri hazırlanıyor. Öğrencilerin gelişimleri ve doğru kariyer seçimleri için eğitimler düzenleniyor, yurt yöneticileri ile öğretmenlere de eğitimler veriliyor.
Hukuk ve mühendislik okuyan kız öğrenciler ile BBOG yurtlarında kaldıktan sonra dört yıllık üniversiteleri kazanan kız öğrencilere üniversite bursu veriliyor. Yine bu bölümlerinde okuyan öğrencilere bir yönetici mentor olarak atanıyor ve kariyer gelişimlerinde destek olmak adına yıl boyunca yönlendirmeler yapıyor.
BU ÇABALAR OLMASA BELKİ KIZ
Bunların sanat nefreti hep kalıplar içinde düşünmekten, ezbere hapsolmaktan, sınırları zorlamamaktan, keşfetme isteği duymamaktan kaynaklanır.
Kimisi eserdeki çıplaklığı rahatsız edici bulur, kimisi sembolleri.
Bazı insan meraklıdır...
Hayatın sürekli bir keşif olduğu bilinciyle her türlü deneyime tüm iştahıyla dalar.
Kimisi de korkaktır. Anlamaya açık değildir, anlamadığından da korkar.
En kolayı anlamadığını taşlamak, karalamaktır.
Jeanette Winterson, bu durumu şöyle anlatır:
Oysa iklim değişikliği şimdi burada.
Karadan ayağı kesilen sadece kutuptaki ayı değil. Son selde otobüs duraklarının tepesine çıkan ayı değil, biz İstanbullulardık.
İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu başkanlığındaki ekibin, Türkiye Gıda ve İçecek Sanayisi Dernekleri Federasyonu (TGDF) için hazırladığı ‘Türkiye’de İklim Değişikliği ve Tarımda Sürdürülebilirlik’ raporunu anlatmaya bu örnekle başladı.
İklim değişikliğinin etkileri açısından Türkiye, Avrasya’daki en kırılgan 3’üncü ülke. “Bize bir şey olmaz abi” değil yani.
“İklim değişikliğine bir kalkınma sorunu, yoksulluk tuzağı olarak bakmamız gerek” diyor Kadıoğlu. Malum gelişmiş ülkeler iklim değişikliğine adapte olup gelişmesini sürdürürken, kalkınmakta olan ülkeler toplumun refahına harcayacakları parayı afet nedenli yıkımlara harcadığından bir türlü kalkınamıyor. Biz de iklim değişikliğini bir kalkınma sorunu olarak ele almazsak önümüzdeki yıllarda özellikle gıda sektöründe büyük sıkıntı yaşayacağız.
SUSUZ KONYA’DA AŞIRI SU İSTEYEN BİTKİ EKİLİYOR
Türkiye’de Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde sıcaklık 4-7 derece artacak. Bu da bize afet olarak geri dönecek. Sigorta şirketlerinin artık meteoroloji mühendisi çalıştırmaya başlamasından anlayın vaziyeti.
“ ‘Tropik iklime giriyoruz’ diyorlar. Keşke tropik iklim olsa! Biz güneydeki ülkelere benzeyeceğiz, çölleşeceğiz”
Ses getiren aslında fotoğrafın kendisinden çok @lordofrutin adlı Twitter kullanıcısının yaptığı benzetmeydi.
Başına eşarp bağlanmış modeli “İlk görüşte Nazife Yengem sandım. Gucci kreasyonuymuş” diye tarif etti.
3 bine yakın RT, 11 binden fazla beğeni alan bu tweet kopyalanarak gazete köşelerine kadar taşındı.
Peki ne oldu da biz son yıllarda laikliğin kalesi podyumlarda başörtüsünü, tesettürü görür olduk?
Cevabı bulmak için parayı takip etmeliyiz.
2019’DA KÜRESEL İSLAMİ PAZAR 5 TRİLYON DOLARI GEÇECEK
Geçen mart ayında Vogue Arabistan ilk sayısını çıkardı.
İş Cübbeli ile bitse iyi...
Son yıllarda, sayıları ya artan ya da internet vesilesiyle daha görünür olan hocaların dini sohbetlerinde bazen kadın düşmanlığına varan bir, ahlakı sürekli kadın üzerinden tanımlama çabası hâkim.
TUTARLILIK MI DEDİNİZ?
3 yıl önce TRT’de Ömer Tuğrul İnançer’in “Hamile kadınların sokağa çıkması doğru değil” sözleri özellikle kadınlar arasında infiale neden olmuştu. İnançer infial demedi, üstüne bir de röportaj verip evlenmeden hamile kalan kadınlara “O...pu” dedi; çalışan kadını ‘elin adamının hizmetinde’ diye tanımladı; kadına şiddette hep (sözde) ‘Ben’ diyen kadınları suçladı. “Hamileler sokağa çıkmasın” derken de meğer nazardan korkuyormuş muhterem; ‘çocuk sahibi olmayan kadınların kem gözleri değer’ demeye getirip konuyu kapadı. Kendi kızının bir şirkette üst düzey yönetici olduğunun ortaya çıkması üzerine ise tüm bu sözleri kendi etmemiş gibi “Benim kızım çalışamaz mı? Memleketin bütün meseleleri bitti benim kızımın çalışması mı tartışılıyor?” diye sordu. Oysa kimse onun kızının çalışmasını tartışmamış; haklı olarak hocanın tutarlılığını sorgulamıştı.
Yine o aralar, Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nureddin Yıldız el yükseltti ve kadınların çalışmayı tercih ederek fuhşa hazırlık yaptığını söyledi. Katıldığı başka bir programda da “7 yaşında bir kız çocuğu ile 25 yaşında bir erkeğin nikâhlanmasında sakınca yok. Kuran’a göre, evlilik için bir yaş söz konusu değildir” dedi. Yıldız çocuklarından birini 7 yaşındayken evlendirir miydi, bilinmez.
Ağzı olan konuşuyor işte.
HOCALARIN GAZINA GELENLER
2017 de hocaların kadın düşmanı demeçleri açısından epey ‘zengin’ geçti.